MHP'nin "Onurlu Avrupa Birliği Üyeliği" tezini hazırlayan ve müdafa edenlerin, çok çok zayıf ve hatta ümitsiz olmakla beraber, belki bir intibaha medar olabilir ümidiyle, nazar-ı dikkatlerini çekmek kasdıyla, Avrupa Birliği sürecinde, her üye devletin şu veya bu şekilde, ama mutlaka ve behemehal, hakimiyetini kısmen veya tamamen devretmeyi, hatta kısmen veya tamamen toprak parçalanmasını kabul edeceğini ve etmekte olduğunu; bu noktada prensip itibariyle, Türkiye ile diğerleri arasında, Türkiye'nin nevi şahsına münhasır özelliğinden ileri gelen fark dışında bir fark bulunmadığını söylemiştik. Birincisi, artık tafsile hacet yoktur ki, "Avrupa Birliği" mantığının tabii ve kaçınılmaz bir gereğidir; çünkü, Avrupa Birliği demek, bir takım hür ve müstakil ulus-devletlerin ferdi istiklal ve hakimiyetlerinden taviz vermeden, önceden ne iseler aynen o şekilde varlıklarını muhafaza ederek vücut verecekleri bir işbirliği değildir; mutlaka ferdiyetleri ve hürriyet ve istiklalleri aşındırılmalı ve hatta mümkün-mertebe ifna edilmeli ve tabiatiyle, yine aynı zaruretle, yeni bir siyasi teşkilatlanma için de parçalanmalıdırlar. Bu bakımdan, her üye ülke bu kaderi bilmekte ve kabul etmektedir; ne var ki, hala direnen milliyetçiliklerin bir sonucu olarak, bir kısmı, "diğerinin" daha önce parçalanmasını isteyerek kendi parçalanmasını ertelemeye veya minimalize etmeye çalışmaktadır: Fransa gibi. Bu noktada Türkiye prensip olarak bir istisna değildir; Türkiye'nin istisnai tarafı öncelikle şudur ki, her üye ülke, üye olduktan sonra bu süreci yaşamıştır ve yaşamaktadır - onyedi parçaya bölünen İspanya ve dört parçaya bölünen İngiltere gibi - ve yaşayacaktır - onaltı parçaya bölünecek olan Polonya gibi; ve fakat Türkiye, ister tam üyelik veya ister imtiyazlı ortaklık statüsü şeklinde olsun, AB'ye "bir şekilde" hulul edebilmek için bu parçalanma sürecini "öncelikle" yaşamalıdır ve yaşayacaktır; aslında şu anda çoktan azar-azar yaşamaya başlamış olmakta olduğu gibi. Türkiye'nin istisnai konumunun en masum sebebi, Avrupalıların sindirmesini zorlaştıracak derecede büyük, ilaveten Müslüman ülke oluşudur; ama asıl sebep, sebebü'l-esbab ise daha derinlerde aranmalıdır: Türkiye, Avrupa'nın mağlup ettiği ama imha edemediği en kadim hasmıdır ve şimdi ise bu süreçte, rövanş için en müsait şartlar doğmuş bulunmaktadır.
Şartlar en müsait; hiç olmadığı ve muhtemelen de hiç olmayacağı kadar: Hunlar'dan itibaren Avrupa'nın gövdesine batmış yabancı bir cisim olduğu için Denis de Rougemont'un tabiriyle Avrupa'nın karabasanı, "öcüsü" olan bu Asyalı kavim; bütün tarihleri boyunca mağlup edilseler dahi imha ve zelil edilemeyen; her defasında bir yolunu bulup ayağa kalktığı için, Alan Palmer'in tabiriyle "dokuz canlı" olan bu millet, ilk defa olarak kendi iradesiyle Avrupa'nın potasında erimek, kendi elleriyle kendi devletlerini fesh ve ilga etmek, kendi varlıklarını bu coğrafyada sona erdirmek kastındadırlar; iyi ve dikkatli bir hesaplama ile, sıfır maliyetle, hatta kar ile, ezeli düşmanın son nefesi, Türkler tarafından kesildiğinden beri acısı hiç unutulmayan, Avrupa'nın Asya'ya uzanan eli olan Anadolu topraklarında verilmiş olacaktır.
Şartlar en müsait; hiç olmadığı ve muhtemelen de hiç olmayacağı kadar: Çünkü işbu fesh işlemi, bizzat ve bizatihi devlet politikası olmuştur; tabiatiyle ve bittabii, "son devlet politikası" olmak üzere.
Şartlar en müsait; hiç olmadığı ve muhtemelen de hiç olmayacağı kadar: Öyle ki, bu ülkenin "milliyetçiliğini" temsil iddiasındaki (?) MHP gibi bir siyasi parti dahi, ülkelerinin fesh ve ilga ameliyesinde aktif rol almak için can havliyle asılmakta ve bundan gurur duymaktadır.
Bu noktada, doğrusu Devlet Bahçeli'nin 2 Ekim tarihli "Başkent Ankara" mitinginde "Avrupa Birliği'ne onurla girmek" sloganını telaffuz etmeyişi bir nebze ümit verir gibi olsa dahi yine de ciddi bir uyanışı çok büyük bir ihtiyat ve temkinle karşılayarak, son hükmü vermenin zamanı geldiğine inanıyorum:
Hiç ama hiçbir şey adına ve hiç ama hiçbirşey için ve hiç ama hiçbir şekil ve surette, bugüne kadarki gelişim sürecini ve felsefesini tepeden tırnağa değiştirip bambaşka bir şeye münkalib olmadığı müddetçe, Avrupa Birliği'ne "onur" ile, yani vekar, haysiyet, izzet, gurur ve şeref ile girilemez. Bu sebeple MHP'nin adı geçen tezi hepten, ve usulden değil, esastan batıldır.
Dahasına gelince: Bundan beş yıl önce, haftalık Muhalif gazetesinde düzenli olarak onüç bölüm halinde yayınlamış olduğum "Siyasi Milliyetçiliğin İflası" başlıklı yazı dizimde [ilk yazı, sayı: 33, 01.09.2005; son yazı, sayı: 45, 24.11.2000], MHP'nin İktidar tecrübesinin bir "iflas" olduğunu yazmıştım; ondan sonra zaman-zaman bu hükmümdeki isabet derecem üzerinde kendimi sorguladım ve fakat şimdi, maalesef, bu iflasın, bu tutarsız tez ile daha da sistematikleşmiş ve kronikleşmiş olduğu kanaatine vasıl olmuş bulunuyorum.
MHP, hala, birçok sebebe binaen, milyonlarca insanımın milli mes'eleler bahis mevzuu olunca tek ümit melce'i halindedir; ancak ne yazık ki, Milliyetçilik davası, MHP'nin zayıf omuzları ve titrek bacakları için, kaldırılamayacak kadar ağır bir yük olmuştur.
|