Çok daha mufassal bir irdelemeyi hak eden ve fakat günlük bir gazete imkanlarıyla - sınırları son haddine kadar zorlayarak - ancak bu miktar ele alabildiğimiz MHP'nin Onurlu Avrupa Birliği Üyeliği tezini konu edinen ve bugün yirminci bölümüne ulaşan bu yazı serisini kısa bir hulasa ve netice ile noktalayalım.
MHP'nin resmi görüşü olan bu tezin, ilk önce, bir slogan ve fakat sağlam olmayan bir slogan olduğunu ifade ederek söze başlamıştık; yine aynı şeyi hatırlatalım ve yine hatırlatalım ki "slogan" küçültücü bir ifade değildir, bilakis, şayet arkasında bir fikri derinlik var ise, bu, bir ummanı bir bardağa sığdırmak gibi, son derece müessir bir jargon demektir, aksi halde ise, yanıltıcı bir zehab, gerçeğin güneşi doğunca eriyecek bir yumak kardan başka birşey olmayacaktır ve ne yazık ki MHP'nin bu sloganı işbu ikinci türdendir. Çünkü, hukuki olarak kırk yıllık bir maziye malik bulunan ve milliyetçilik davasını aktif olarak güden siyasi bir partinin bu derece hayati bir mes'elede ortaya atmış olduğu ve senelerden beri kendi tabanını peşinden sürüklediği tezin, üzerine dikkatle eğildiğinde, fikri bir perişanlık ve zaafiyet manzumesinden başka bir şey olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Niçin? Yine hulasa edelim:
Çünkü, evvelen, ilim siyasete tekaddüm edeceğine binaen, akademisyen bir zatın elinden çıkmış olmakla herşeyden önce akademik bir nitelik arzetmesi ve binaenaleyh, akademik kaidelere riayet etmesi gereken bu iddialı tezin, bütün omurgasını oluşturan "onur" kavramı tanımsız bırakılmıştır; sahiden, "onur" nedir ve bir millet ve bir devlet bahis mevzu olunca da daha definitif olarak bütün tazammun ve şumulü ile ne manaya gelmektedir ki, bu tezin sahibini diğer siyasi partilerden kesin bir hatla ayırabilsin? Sayın Devlet Bahçeli'nin bu yazı serisinde adını çokça andığımız ve temel referans olarak seçtiğimiz kitabında böyle bir tanım göremedik ve, bunu, felsefenin hemen bütün alanlarının olduğu gibi politik felsefenin de pirlerinden olan Aristoteles'in "Devlet, müstakil ve kendine yeter bir varlıktır, halbuki köle, müstakil olanın tam tersidir" ilkesine dayanarak, en doğru olduğuna inandığımız bir çerçeveye oturtmaya çalıştık: "Bir milletin ve devletin onuru, hürriyet, istiklal ve kendine yeterliliktir."
İşte, MHP'nin söz konusu tezinde görülen en temel ve kabul edilmesi mümkün olmayan ilk hatası da burada ortaya çıkmaktadır: Bir "Avrupa Birliği Üyeliği Müdafaanamesi" olarak gözüken Tez, Sayın Bahçeli'nin ifadesiyle, Türkiye'nin Birlik üyeliğini "can ü gönülden" desteklerken, AB üyesi olacak bir Türkiye'nin neler kaybedeceğinin üzerinde icap eden ağırlık ve derinlikte durmamakta ve esas olarak hamasi olduğu söylenebilecek ve hemen hemen her partinin ve hatta hemen hemen birçok AB destekçisi kişi ve kurumun bile söyleyebileceği şeyleri az bir farkla tekrar etmektedir. Bu noktada, Sayın Tansu Çiller'in "AB'ye ezanımızla, bayrağımızla gireceğiz" diskurunun ötesine geçemeyen Tez, öyle anlaşılmaktadır ki, esas itibariyle, Avrupa Birliği üzerine teorik-felsefi bir birikimden mahrumiyetin tevlid ettiği ve aşağıda tekrar hulasaten beyan edeceğimiz hususlardan ötürü, ciddi şekilde risk taşımakta, yani masumane bir hata olmaktan çıkıp zarar verici hale dönüşmektedir:
Tez'in alilliğinin kökenini, açıkça belirtilmemekle beraber, Avrupa Birliği'nin, hür ve müstakil üniter ulus-devletlerin iştirakinden müteşekkil, NATO ve benzeri gibi bir pakt, bir ortaklık, bir partnerlik, bir "birliktelik" olduğu faraziyesi üzerine bina edilmiş gibi algılanmasına dayandırabiliriz; zaten,aksi çok daha feci bir ihtimal olurdu.
İmdi, bu faraziye artık hatalı bile değil, külliyen yanlıştır ve o sebeple yanlış bir aksiyomatik temelden kalkan bir tezin doğruya varması muhal olduğuna binaen, hiçbir doğru netice istihsal etmesinin beklenmesi mümkün olamaz. Çünkü, Avrupa Birliği, defaatle tekrar etmiş olduğumuz üzere, ancak ve yalnız, üye devletlerin istiklallerini yutabildiği ve onları parçalayıp yeniden - adı resmen konsun ya da konmasın - bir yeni devletin çatısı altında dönüştürüp birleştirebildiği ölçüde nihai hedefine vasıl olabilecek, aksi halde mutlaka er veya geç ve hem de belki trajik bir şekilde dağılacak, ama dağılırken de ihtimal-i galibe ile, üye devletlerin eski hallerine avdetlerini imkansızlaştıracak olan, tarih çapında misli görülmemiş bir elitist-entellektüalist siyasi mühendislik projesidir.
Binanenaleyh, her devlet şu veya bu şekilde mutlaka hakimiyetini kısmen veya tamamen devretmeyi, hatta kısmen veya tamamen toprak parçalanmasını kabul edecektir ve etmektedir de nitekim; bu noktada prensip itibariyle, Türkiye ile diğerleri arasında, Türkiye'nin nevi şahsına münhasır özelliğinden ileri gelen fark dışında bir fark yoktur.
|