Bir önceki yazımızın sonundan devam edelim: Ülkemizde bitmek tükenmek bilmeyen tartışmaların kaynağı, her konunun önünde ve öncesinde, hatta çok kereler hürriyet ve istiklalden, devletin, milletin, vatanın birlik, bütünlük ve bekasından bile daha önde ve daha öncelikli olmak üzere, bir numaralı ehemmiyet atfedilen ve bu sebeple de asla gündemin ilk sırasından düşmeyen ve düşmeyecek olan; daima gerginliklere medar olan ve olacak olan bir numaralı problem, sahasında tekil olma hüviyetini muhafaza eden Fransız Laikliği'nin, bir miktar tadilat ile uyarlanması ve kendi sahasında bir ölçüde tekil bir nitelik taşıdığı söylenebilecek olduğu için "Türk Laikliği" olarak da tescil edilebilecek Laiklik mes'elesidir ve bu mes'elenin bu kadar çetrefilli bir problemler örgüsüne dönüşmüş olmasının sebeb-i aslisi de, Devlet ile Toplum arasında rızai bir mutabakata dayanan bir mukavele, "asli mukavele" mahsulü değil, Devlet'in, tek yanlı kararının mahsulü olmasıdır.
***
İmdi suali şu noktaya çevirelim: Nedir Asli Mukavele?
Asli Mukavele, iç-içe iki mukaveleyi kapsayan bir mukaveledir: Bir hukuk oluşturmak üzere birleşme anlamına gelen Cemiyet Mukavelesi veya İçtimai (Sosyal) Mukavele, ve, bu hukukun devamlılığını sağlamak üzere belirli bir otoriteye tabi olmayı gerektiren Siyaset Mukavelesi veya Siyasi Mukavele.
İnsan için cemiyet hayatı bir zarurettir ve bir cemiyet teşkil etmek üzere bir araya gelen insanların en başta ihtiyaç duydukları şey, Hürriyet, Adalet, Emniyet ve Mülkiyet gibi temel varlık şartlarının ve hakların korunması için bir hukuk nizamı yaratmak maksadına matuf olarak aralarında bir anlaşmaya varmalarıdır; İçtimai Mukavele budur. Fakat, tabiatiyle zımni bir nitelik taşıyan bu mukavele hükümlerinin cari olabilmesi için üçüncü bir kişinin olması icap eder ki bu, hakiki değil hükmi bir kişi olan Devlet'tir. İşte bu suretle de bir devlet yaratan bir mukavele olarak Siyasi Mukavele doğar ve tabiatiyle bu da zımni bir mukaveledir. Buna göre, Devlet ile Toplum arasında mevcut olan mukavelenin sıhhati ve tarafların mukaveleye sadakati, devlet ve toplum hayatının sıhhat ve selameti demek olmaktadır. Hürriyeti, adaleti, emniyeti ve mülkiyeti, kendi gönül rızasıyla te'sis edilmiş olan devlet tarafından korunan bir topluluğun devlete olan bağı ve bağlılığı başka türlü olacaktır elbette, aksi olanın da başka.
İmdi; yukarıda işbu mukavelerin zımni olduğunu söylemiştik, yani bir kira mukavelesi gibi iki veya daha fazla kişi arasında ruberu ve ferden ferda aktedilen aleni bir mukavele değil ve tabiatiyle olamaz da; o halde bir mukavele nasıl mümkün olur denirse cevabı basit sayılır: Toplumun haklarını bihakkın koruyan ve onun dünya görüşü ve inanç sistemi ile uyum içinde olan bir hukuk ve cemiyet nizamı te'sis etmek, devlet için, mukavele akdetmek demektir ki bu zımni mukavele ile de Sosyal Mukavele'den Siyasi Mukavele'ye geçilmiş olur ve bu suretle teessüs eden devlete de Mukavele Devleti tabir edilir.
Türkiye'de batılılaşma döneminden evvel mevcut olan Devlet ile Toplum arasındaki zımni mukavele bu dönemle birlikte bozulmaya başlamış, tek taraflı bir ilga dönemi yaşanmıştır. Ortaya çıkan vazıyetin hulasasının, Devlet'in, mevcut toplum ile bir mukavele yapmak yerine kendi projelerine uygun bir toplum inşa etme süreci olduğu da söylenebilir ki kısmen muvaffakıyyet kazanılmasına rağmen topyekun ele alındığında bu muvaffakıyyet kaybolmakta ve hala gücünü koruyan toplum katmanlarından çoğunlukla da deklare edilmemiş olarak yükselen muhalefetler sarsıntılar yaratmaktadır.
İmdi; Cumhuriyet Laikliği'nin boşlukta, vakum ortamında aniden vücut bulmadığı, en az iki asırlık batılılaşma/modernleşme sürecinde seküler/laik bir gelişme trendi yaşayan Türkiye'nin bir bakıma tabii sayılabilecek bir sonucu olduğu açık bir husustur. Burası bir hakikattir elbette, ancak, Batı tipi sistemler içerisinden asıl olarak belirli birisinin, Fransız Laikiliği'nin - her ne kadar bire bir kopyası olmasa da - model alınmış olması tabii ve kaçınılmaz bir gelişmenin sonucu olmayıp, daha evvelce de belirtmiş olduğumuz gibi, yönetenler ile yönetilenler, yani, Toplum ile Devlet arasındaki organik bağ olan Mukavele'ye muhalif bir durum yaratmak suretiyle, Huntington'ın tabiriyle Türkiye'nin bir "bölünük ülke" haline gelmesine sebebiyet vermiştir. Bölünük Ülke demek "çatal kazık" demektir ve hikmet dolu bir Türk atasözünde vurgulandığı üzere de, çatal kazık yere girmez; yani bu işin sonu yoktur.
Yapılması gereken, Asli Mukavele'nin ruhuna uygun olarak, esas itibariyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin resmen ilan edilmiş bir dininin olması değil - ki bu imkansız olduğu gibi gereksizdir de - O'nun vatandaşlarının ve bahusus asli kurucu unsurunun ve omurgasının, milletinin bir dini olduğunu ve Devlet'in asli görevinin de - bu ruha uygun olarak - "Müslüman Devlet" olmamakla beraber "Müslümanların Devleti" olmakla, milleti için var ve ona hizmet etmek demekten ibaret olan "devlet olma"nın, milletinin birçok maddi ve manevi unsuru ve değeri gibi dinini de saymak ve korumak ve onu "potansiyel tehdit ve tehlike" değil, sayılması, korunması ve hizmet edilmesi gereken bir unsur ve değer olarak gören düzenlemelerin, Batı'daki birçok örneğinde hulasaten anlattığımız şekilde yapılması, yani, Türk tipi bir iç-içe seküler sistemin geliştirilmesidir.
Aksi takdirde, Toplum ile Devlet arasında alenen ilan edilmiş olmamakla beraber fiilen var olan bu bölünüklük halinin bir gün her ikisinin birden sonunu getirme ihtimali gözden ırak tutulmamalıdır.
|