ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Ayaklarımızın Altındaki Toprak Kayıyor!
Durmuş Hocaoğlu

Zaman Gazetesi / 20.03.2003
I. Bu yazı, ABD'ye Irak Harbi için hava sahası açılmasını öngören II. Tezkere'nin TBMM'de görüşüldüğü gün yayınlanmıştır.
II: Bu yazının basılı metni gönderilen metne göre bir miktar kısaltılmıştır. Gönderilen metin basılı metinden sonra bu dosyadadır.
III. Asıl metindeki "Berlin Duvarı, Ye'cüc-Me'cüc ve Haydut Devlet" ara başlığı basılı metinde anlam zaafiyeti yaratacak şekilde sehven "Berlin Duvarı, Ye'cüc-Me'cüc Devlet" şeklinde yayınlanmıştır.
IV. Resim editör tarafından basılı metne konmuştur.
V. Kısaltılmamış Asıl Metin, "Basılı (Kısaltılmış) Metin"den hemen sonra bu dosyadadır
 
D.H.
 
  
BASILI (KISALTILMIŞ) METİN
 
Saldırgan Küreselleşme'nin en mümtaz nümunesi ve bir "küresel facia" haline dönüşme istidadı gösteren Irak krizinin özü, dünya haritasının yeniden ve büyük ölçekte bir tek dominant güç, ABD tarafından çizilmek ve bütün kaynaklarına el konmak istenmesi ve hususen bizim açımızdan da, işbu yeni dünya haritası tasarımının büyükçe bir kısmının hem dolaylı ve hem de doğrudan bizi ve bizim coğrafyamızı kapsamakta olmasıdır. Der Spiegel'de ta 1997'de yayınlanan bir yazıda dendiği gibi: "Bugüne dek hiçbir ülke, Birleşik Devletler'in dünya üzerinde kurmuş olduğu hakimiyete benzer bir hakimiyet kurmaya muvaffak olamamıştır. Amerika şimdi, milletlerarası siyasetin, pazularını gösteren, her yere izinsizce dalan ve herkesin gözünü yıldıran Schwarzenegger'idir; Amerikalılar, güçlerine tahdit koyacak bir kimsenin veya bir şeyin bulunmadığı bu ortamda, sanki kendi Mc–Dünyalarında ellerinde boş bir çek varmış gibi davranıyorlar."
 
Der Spiegel'in bu tespitini, G. John Ikenberry de şu şekilde te'yid etmektedir: Bugün dünyayı tehdit eden iki büyük tehlike vardır: Milletlerarası terörizm ve Amerika'nın emperyal hırsı! ["America's Imperial Ambition"., Foreign Affairs., Sep/Oct2002, Vol. 81, Issue 5]. İşte şimdi Kürre–i Arz, bugüne kadar belki de hiç vaki olmadığı bir şekilde, kendisini parsellemek isteyen bu muhteris ve kontrol edilemeyen güç karşısında savunmasız, açık bir hedef olarak durmaktadır, çünkü onu dengeleyecek "karşı–güçler" yeterince kuvvetli değildir.
 
Berlin Duvarı, Ye'cüc–Me'cüc Devlet
 
1989'da Berlin Duvarı yıkıldığında yeni ve temiz bir sayfa açıldığını, daha hür, daha müreffeh, daha adil, hasılı daha "iyi" bir istikbalin kapısının aralandığını düşünenler ve Batı'nın bir cennet olduğunu düşleyenler, aradan geçen kısa müddet bu saflıkların bir illüzyondan ibaret olduğunu aşikare görmüş bulunmaktadır. Şimdi artık Berlin Duvarı'nın akıbetinin, arkasındaki Ye'cüc–Me'cüc kavminin şerrinden dünyayı koruyan efsanevi demir seddin yıkılmasını andırdığını düşünebilir ve hatta, "Haydut Devlet" (Rogue State) tipinin bugün en sofistike ve en üst modeline dönüşen ABD'nin gitgide pervasızlaşan tavırları ile yeryüzünü ateşten bir küreye döndürme eğilimlerini gördükten sonra, "keşke SSCB ayakta kalsaydı, bundan daha iyi olurdu" dahi diyebiliriz. Çünkü, ABD, demir seddin yıkılmasıyla dünyayı yağmalamaya çıkan Ye'cüc–Me'cüc kavmi gibi davranıyor; kendi dar menfaati dışında hiçbir insani değeri tanımayan bu neo–emperyal güç, diğer rakiplerinden önce davranarak bütün dünyayı tek başına kolonize etmek üzere harekete geçiyor. Nitekim 2002'de Bush'un imzasıyla ilan edilen "Yeni Güvenlik Stratejisi" [The National Security Strategy of the United States of America, September 2002] ve daha birçok belge dikkatle incelendiğinde, ABD'nin kendi başına icad ettiği kavramlara dayanarak dünyanın herhangi bir yerine müdahale etme konusunda her türlü vazıyetten vazife çıkarabildiği görülmektedir ki bu strateji şu şekilde özetlenebilir: Önce seçilen "hedef ülke", "terörist" veya "terör sponsoru" ve bilahare "haydut devlet" (Rogue State) veya Haziran 2000'den itibaren daha diplomatik bir terim olduğu düşünülerek tercih edilen [bkz: R. S. Litwak., "What's in a Name? The Changing Foreign Policy Lexicon"., Journal of International Affairs., Spring 2001, Vol. 54, Issue 2, s.375] "State of Concern" olarak ilan edilmektedir; üçüncü safhada, bunlara dayanılarak, hedef ülkenin "Yakın Tehdit" (Near Threat) oluşturduğu iddiası ortaya atılmaktadır; son safhada ise "Önleyici Savaş" (Preemptive War veya Preventive War) yolu ile "Silahsızlandırma" (Disarmement) vardır; bu son terim, Amerikan usulü post–modern emperyalist savaşın yumuşak adıdır. Nitekim yukarıda zikredilen "Yeni Güvenlik Stratejisi'nde sürekli olarak kullanılan terim "savaş"tan ziyade "silahsızlandırma"dır.
 
Yakın tehdit ve önleyici savaş tezleri, bizim sevimli Temel'imizin "her ihtimale karşı vurdim oni" esprisini andırmaktadır: Hedef ülke bir terörist veya terör sponsoru ülkedir, bir haydut çetesidir, gerçek bir devlet olmayan bir "kanundışı devlet"tir (Outlaw State; bkz., Litwak., a.mk., s.377) ki bunların hepsine de ABD karar vermektedir; o halde elinde bulunan her türlü silah, kontrolsüz ve her an bir felaketle sonuçlanabilecek bir "yakın tehdit" demektir. Öyleyse, yüce insanlık idealleri ve Amerika'nın mutluluğu ve refahı için yapılacak olan yegane şey, daha büyük bir felakete mani' olmak için bir "önleyici harp" ile bu haydutu silahsızlandırmaktan ibarettir. Bu suretle ABD bütün safhaları tek başına ve kimseyi kaale almadan tayin ve tesbit etmektedir.
 
Bu sürecin anahtar kavramlarından olan Rogue State (haydut devlet), ilk olarak Robert S. Litwak tarafından Küba, Suriye, İran, Irak, Sudan ve Kuzey Kore'ye yönelik olarak tedavüle sürüldü. [John M. Swomley., "The Ultimate Rogue Nation"., The Humanist., Jan. 2001., s.8a] Bizzat mucidi tarafından "Amerika kime haydut devlet diyorsa haydut devlet odur" şeklinde ciddiyetsizleştirilen bu kavram, gerçek anlamda meşru bir devlet olmayan korsan bir siyasi teşkilatı (kanundışı devlet) ifade ettiği için, böylesi bir devletle yürütülecek mücadele, iki devlet arasındaki mücadele olmaktan çıkarak, bir devletin bir eşkıya çetesini te'dip ve tenkil problemine dönüşeceğinden, ABD kendisini böyle bir devlete karşı her türlü insani ve hukuki müeyyidelerden azade hissetmekte ve bundan sonraki eylemlerinin önünü açmaktadır. Haydut devlet nasıl ciddiyetsizce ve Amerikan menfaatlerine göre tanımlanıyorsa "terörist ve/ya terör sponsoru devlet" de aynı şekilde tanımlanmaktadır.
 
Ortadoğu ve Irak nereye?
 
Kendisini dünyanın efendisi olarak ilan eden ABD, bu yazının kaleme alındığı tarih itibarıyla [17 Mart, Pazartesi] Birleşmiş Milletler'i hiçe sayarak Irak'a ültimatomunu verdi; The New York Times'ta hemen ertesi gün David E. Sanger imzasıyla çıkan "Bush'un Harp Doktrini" başlıklı yazıda da açıkça ifade edildiği üzere, sunulan gerekçe, belirli bir formal harp ilanı yapmaya görünmeyen düşmanlara karşı, hasmın harekete geçmesinden sonra eylemde bulunmanın intihar demek olacağından hareketle, tekrar 50 yıl öncesinin "önleyici savaş" doktrinine dönmek zaruretidir ve tabii ki ABD yerden göğe haklıdır!... Şimdi ABD, ta 1945'te ortaya atmış ve tatbik etmiş olduğu bu doktrini [mesela, bkz: Gian P. Gentile, "Planning for Preventive War"., Joint Force Quarterly, A Professional Military Journal., No. 24, Spring 2000, pp. 62–67] Irak'ta uygulamaya azmetmiş bulunmakta.
 
Türkiye Nereye?
 
Her şey bir yana, bu feci manzaranın bizim açımızdan mana ve ehemmiyeti nedir? Öncelikle, bilinmesinde fayda olan husus samimiyetle inanan saflar dışında Türkiye'de bu işten, harpten çıkar gözeten (felaketlerden beslenen ve tam bir baş belasına dönüşmüş bulunan) Borsa gibi harp lobileri mensupları dışında kimsenin mutlu olamayacağı; ikincisi, Türkiye'nin, I. Dünya Harbi'nden bu yana ilk defa olarak kendi iradesi dışında ucu belirsiz bir harbe girmekte olduğu; üçüncüsü, bin yıldan beridir İslam'ın koruyucu kalkanı olan Türklerin saf değiştirerek ilk defa bir Batılının yanında Amerikan tetikçisi Kuzey Irak Kürtleri gibi bir Müslüman ülkeye karşı açılan "Crusade"a iştirak etmeleri ve sonuncusu da, artık kontrolden çıkacak bu sürecin kendisini de bitireceğidir.
 
Mes'elenin her tarafı mühim. Bir kere, harbe girmeyi ABD'den dolar geleceği şeklinde çirkin hesaplara dökenlerin toplumdan gizlemeye çalıştıkları husus, gelecek paranın götürecekleri yanında esamisinin bile okunmayacağıdır. Kaldı ki, Türkiye'ye verileceğine inanılan paraların Amerikan Kongresi'nde hiç ele bile alınmadığı, hiçbir kaynak tahsis edilmediği de açığa çıkmıştır; işin doğrusu şu ki "para" gelmeyecek! Gelse dahi bu para, illa ki ve muhakkak bunun belki yüz katını çalan mahir eller tarafından buharlaştırılacaktır.
 
Ayrıca, Türkiye'ye konuşlandırılacak olan Amerikan askeri sayısının 60.000 ve sürenin 6 ay ile sınırlandırılması hiç de güvenilirlik yaratmıyor; bu sayı kontrolden çıkabileceği gibi, süre de, bir "Amerikan OHALİ" şekline dönüşerek her altışar ay sonunda temdid edilmek suretiyle lastik gibi uzatılacaktır.
 
Mes'elenin belki de en vahim tarafı, Türkiye'nin bundan sonraki Amerikan taleplerinin hiçbirisine "hayır" diyemeyecek olması ve müteakip Amerikan hedefleri arasında bulunan Suriye ve İran için de Türkiye'den aynı taleplerde bulunacağıdır. Bunun sonu ise Türkiye'nin bir dominyon ve Türklerin de lejyoner haline dönüştürülmesi olacaktır.
 
Beri yandan, üzerinde durulmayan bir husus da, ABD'nin asla bir müttefik gibi davranmıyor ve hiç güven vermiyor ve kabalığının hiç de Sovyetler'in II. Dünya Harbi sonrasındakini aratmayacak bir seviyede olmasıdır. Keza, Irak Harbi için bu kadar ihtiyaç duyduğu bir ülkeye karşı burnundan kıl aldırmaması; Irak'ın işini bitirdikten sonra da Türkiye'de hala üslenmeye devam etmek istemesi, bundan sonraki müstakbel hedeflerinin arasında Türkiye'nin de bulunacağını hissettirmiyor mu? Bu noktada, yarın Türkiye'ye de Irak'ın konumuna benzer bir statü (haydut devlet ve benzeri) ABD tarafından tayin edildiği ve Irak gibi birkaç dilime ayrıldığı takdirde, ne yapılabilecektir, yalvarmaktan gayri? Üstelik topraklarının içinde şu kadar Amerikan askeri varken ve üstelik artık yanında hiçbir kimseyi de bulması imkansız hale gelmişken? Dikkat etmek zorundayız ki, Amerika kimi hedef ülke seçmişse onu haklamak için gerekli bütün süreçleri kendisi belirlemektedir.
 
Ancak, bütün bunların içerisinde en fecisi, ülkemizdeki atalet ve ölüm sessizliğidir; halbuki devir, yapılan hataların tashihini muhal kılan, geri dönülemez ve ap–açık bir felakete doğru giden bir devir. Devir suskunluk ve riskten kaçmak devri değildir.
 
  
ASIL METİN
 
 
Amerika'nın Emperyal Hırsı
 
Saldırgan Küreselleşme'nin en mümtaz nümunesi ve bir "küresel facia" haline dönüşme istidadı gösteren Irak krizinin özü, Dünya haritasının yeniden ve büyük ölçekte bir tek dominant güç, ABD tarafından çizilmek ve bütün kaynaklarına el konmak istenmesi ve hususen bizim açımızdan da, işbu yeni dünya haritası tasarımının büyükçe bir kısmının hem dolaylı ve hem de doğrudan bizi ve bizim coğrafyamızı kapsamakta olmasıdır. Der Spiegel'de ta 1997'de yayınlanan bir yazıda dendiği gibi:
 
"Bugüne dek hiçbir ülke, Birleşik Devletler'in dünya üzerinde kurmuş olduğu hakimiyete benzer bir hakimiyet kurmaya muvaffak olamamıştır. Amerika şimdi, milletlerarası siyasetin, pazularını gösteren, her yere izinsizce dalan ve herkesin gözünü yıldıran Schwarzenegger'idir; Amerikalılar, güçlerine tahdit koyacak bir kimsenin veya birşeyin bulunmadığı bu ortamda, sanki kendi Mc-Dünyalarında ellerinde boş bir çek varmış gibi davranıyorlar."
 
Der Spiegel'in bu tesbitini, G. John Ikenberry de şu şekilde te'yid etmektedir: Bugün dünyayı tehdit eden iki büyük tehlike vardır: Milletlerarası Terörizm ve Amerika'nın emperyal hırsı! ["America's Imperial Ambition"., Foreign Affairs., Kürre-i Arz, bugüne kadar belki de hiç vaki' olmadığı bir şekilde, kendisini parsellemek isteyen bu muhteris ve kontrol edilemeyen güç karşısında savunmasız, açık bir hedef olarak durmaktadır, çünkü onu dengeleyecek "karşı-güçler" yeterince kuvvetli değildir. Sep/Oct2002, Vol. 81, Issue 5]. İşte şimdi
 
Berlin Duvarı, Ye'cüc-Me'cüc ve Haydut Devlet
 
1989'da Berlin Duvarı yıkıldığında yeni ve temiz bir sayfa açıldığını, daha hür, daha müreffeh, daha adil, hasılı daha "iyi" bir istikbalin kapısının aralandığını düşünenler ve Batı'nın bir cennet olduğunu düşleyenler, aradan geçen kısa müddet bu saflıkların bir illüzyondan ibaret olduğunu aşikare görmüş bulunmaktadır. Şimdi artık Berlin Duvarı'nın akıbetinin, arkasındaki Ye'cüc-Me'cüc kavminin şerrinden dünyayı koruyan efsanevi demir seddin yıkılmasını andırdığını düşünebilir ve hatta, "Haydut Devlet" (Rogue State) tipinin el-yevm en sofistike ve en üst modeline dönüşen ABD'nin git-gide pervasızlaşan tavırları ile yeryüzünü ateşten bir küreye döndürme eğilimlerini gördükten sonra,"keşke SSCB ayakta kalsaydı, bundan daha iyi olurdu" dahi diyebiliriz. Çünkü, ABD, demir seddin yıkılmasıyla dünyayı yağmalamaya çıkan Ye'cüc-Me'cüc kavmi gibi davranıyor; kendi dar menfaati dışında hiçbir insani değeri tanımayan bu gözü dönmüş neo-emperyal güç, diğer rakiplerinden önce davranarak bütün dünyayı tek başına kolonize etmek üzere bütün hışmıyla ve çok kaba bir şekilde harekete geçiyor. Nitekim 2002'de Bush'un imzasıyla ilan edilen "Yeni Güvenlik Stratejisi" [The National Security Strategy of the United States of America, September 2002] ve daha birçok belge dikkatle incelendiğinde, ABD'nin kendi başına icad ettiği kavramlara dayanarak dünyanın herhangi bir yerine müdahalede etme konusunda her türlü vazıyetten vazife çıkarabildiği görülmektedir ki bu strateji şu şekilde özetlenebilir: Önce seçilen "hedef ülke", "terörist" veya "terör sponsoru" ve bilahare "Haydut Devlet" (Rogue State) veya Haziran 2000'den itibaren daha diplomatik bir terim olduğu düşünülerek tercih edilen [bkz: R. S. Litwak., "What's in a Name? The Changing Foreign Policy Lexicon"., Journal of International Affairs., s.375] "State of Concern" olarak ilan edilmektedir; üçüncü safhada, bunlara dayanılarak, hedef ülkenin "Yakın Tehdit" (Near Threat) oluşturduğu iddiası ortaya atılmaktadır; son safhada ise "Önleyici Savaş" (Preemptive War veya Preventive War) yolu ile "Silahsızlandırma" (Disarmement) vardır; bu son terim, Amerikan usulü post-modern emperyalist savaşın yumuşak adıdır. Nitekim yukarıda zikredilen "Yeni Güvenlik Stratejisi'nde sürekli olarak kullanılan terim "savaş"tan ziyade "silahsızlandırma"dır. Spring 2001, Vol. 54, Issue 2,
 
Yakın Tehdit ve Önleyici Savaş tezleri, bizim sevimli Temel'imizin "her ihtimale karşı vurdim oni" esprisini andırmaktadır: Hedef ülke bir terörist veya terör sponsoru ülkedir, bir haydut çetesidir, gerçek bir devlet olmayan bir "Kanundışı Devlet"tir (Outlaw State; bkz., Litwak., a.mk., s.377) - ki bunların hepsine de ABD karar vermektedir -; o halde elinde bulunan her türlü silah, kontrolsüz ve her an bir felaketle sonuçlanabilecek bir "yakın tehdit" demektir. Öyleyse, yüce insanlık idealleri ve Amerika'nın mutluluğu ve refahı için yapılacak olan yegane şey, daha büyük bir felakete mani' olmak için bir "önleyici harp" ile bu haydutu silahsızlandırmaktan ibarettir. Bu suretle ABD bütün safhaları tek başına ve kimseyi kaale almadan tayin ve tesbit etmekte, bütün bu süreçte hem savcı, hem hakim ve hem de infaz görevlisi rollerinin tamamını tek başına üstlenmektedir. İşte Amerikan Rüyası!
 
Bu sürecin anahtar kavramlarından olan Rogue State (Haydut Devlet), ilk olarak Robert S. Litwak tarafından Küba, Suriye, İran, Irak, Sudan ve Kuzey Kore'ye yönelik olarak tedavüle sürüldü. [John M. Swomley., "The Ultimate Rogue Nation"., The Humanist., Jan, 2001., s.8a] Bizzat mucidi tarafından "Amerika kime haydut devlet diyorsa haydut devlet odur" şeklinde ciddiyetsizleştirilen bu kavram, gerçek anlamda meşru bir devlet olmayan korsan bir siyasi teşkilatı (Kanundışı Devlet) ifade ettiği için, böylesi bir devletle yürütülecek mücadele, iki devlet arasındaki mücadele olmakta çıkarak, bir devletin bir eşkıya çetesini te'dip ve tenkil problemine dönüşeceğinden, ABD kendisini böyle bir devlete karşı her türlü insani ve hukuki müeyyidelerden azade hissetmekte ve bundan sonraki eylemlerinin önünü açmaktadır. Haydut Devlet nasıl ciddiyetsizce ve Amerikan menfaatlerine göre tanımlanıyorsa "terörist ve/ya terör sponsoru devlet" de aynı şekilde tanımlanmaktadır [Mesela., bkz: "Overview of State-Sponsored Terrorism., Patterns of Global Terrorism - 2000"., Released by the Office of the Coordinator for Counterterrorism, April 30, 2001 [http://www.state.gov/s/ct/rls/pgtrpt/ 2000/2441pf.htm]. Swomley'in ifadesiyle "son haydut millet" olan Amerikalılar, terörist eylemlerin en büyüklerini yapmaktadır; ama bunlar "örtülü eylem"dir (covert action; bkz: Swomley., a.mk.: s.8b). Gerçekten de ABD'nin bu "örtülü eylemleri"nin özet bir listesi dahi insanını ruhunu karartmaya kafidir [Mesela, bkz: Sami Naïr: "Tekyanlılık ve Hukuk İhlalleri, ABD'nin Yeni Dünya Düzeni"., Le Monde Diplomatique Türkiye., Sayı: 11, 15 Şubat-15 Mart 2003., s.9-12].
 
Ortadoğu ve Irak Nereye?
 
Kendisini Dünya'nın efendisi olarak ilan eden, bir vakitlerin hürriyet ve demokrasi kalesi (?) ABD, bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle [17 Mart, Pazartesi] Birleşmiş Milletler'i hiçe sayarak Irak'a ültimatomunu verdi; The New York Times'da hemen ertesi gün David E. Sanger imzasıyla çıkan "Bush'un Harp Doktrini" başlıklı yazıda da açıkça ifade edildiği üzere, sunulan gerekçe, belirli bir formal harp ilanı yapmayan görünmeyen düşmanlara karşı, hasmın harekete geçmesinden sonra eylemde bulunmanın intihar demek olacağından hareketle, tekrar 50 yıl öncesinin "önleyici savaş" doktrinine dönmek zaruretidir ve tabii ki ABD yerden göğe haklıdır!... Şimdi ABD, ta 1945'te ortaya atmış ve tatbik etmiş olduğu bu doktrini [mesela, bkz: Gian P. Gentile, "Planning for Preventive War"., Joint Force Quarterly, A Professional Military Journal., No. 24, Spring 2000, pp. 62-67] Irak'ta uygulamaya azmetmiş bulunmakta. Belki bu yazı yayınlandığında harp patlamış, "Önleyici Savaş" için Irak'ın tepesine bombalar yağmaya başlamış ve yine galip ihtimal ile, ne gariptir ki Türkiye de "kendi isteği ve iradesi ile değil Amerikan baskısına boyun eğerek" bir kenarından bu harbe katılmış olacak.
 
Türkiye Nereye?
 
Her şey bir yana, bu feci manzaranın bizim açımızdan mana ve ehemmiyeti nedir?
 
Öncelikle, bilinmesinde fayda olan husus - samimiyetle inanan saflar dışında - Türkiye'de bu işten, harpten çıkar gözeten (felaketlerden beslenen ve tam bir baş belasına dönüşmüş bulunan) Borsa gibi Harp Lobileri mensupları dışında kimsenin mutlu olamayacağı; ikincisi, Türkiye'nin, I. Dünya Harbi'nden bu yana ilk defa olarak kendi iradesi dışında ucu belirsiz bir harbe girmekte olduğu; üçüncüsü, bin yıldan beridir İslam'ın koruyucu kalkanı olan Türkler'in saf değiştirerek ilk defa bir Batılı'nın yanında -Amerikan tetikçisi Kuzey Irak Kürtleri gibi - bir İslam ülkesine karşı açılan "Crusade"a iştirak etmeleri ve sonuncusu da, artık kontrolden çıkacak bu sürecin kendisini de bitireceğidir.
 
Mes'elenin her tarafı mühim. Bir kere, harbe girmeyi ABD'den Dolar geleceği şeklinde çirkin hesaplara dökenlerin toplumdan gizlemeye çalıştıkları husus, gelecek paranın götürecekleri yanında esamisinin bile okunmayacağıdır. Kaldı ki, Türkiye'ye verileceğine inanılan paraların Amerikan kongresinde hiç ele bile alınmadığı, hiçbir kaynak tahsis edilmediği de açığa çıkmıştır; işin doğrusu şu ki "para" gelmeyecek! Gelse dahi hepi-topu 6 milyarı hibe, 20 milyarı kredi (yani yine borç); devede kulak bile değil ve de bu para, illa ki ve muhakkak Türkiye'nin bütün kaynaklarını dibine kadar bitiren, bunun belki yüz katını çalan mahir eller tarafından buharlaştırılacaktır.
 
Ayrıca, Türkiye'ye konuşlandırılacak olan Amerikan askeri sayısının 60.000 ve sürenin 6 ay ile sınırlandırılması hiç de güvenilirlik yaratmıyor; bu sayı kontrolden çıkabileceği gibi, süre de, bir "Amerikan OHALİ" şekline dönüşerek her altışar ay sonunda temdid edilmek suretiyle lastik gibi uzatılacaktır. Bilelim ki Amerikalılar artık yeni kolonileri olan Türkiye'de kalıcıdır ve bunun adı da "işgal"dir.
 
Mes'elenin belki de en vahim tarafı, Türkiye'nin bundan sonraki Amerikan taleplerinin hiçbirisine "hayır" diyemeyecek olması ve müteakip Amerikan hedefleri arasında bulunan Suriye ve İran için de Türkiye'den aynı taleplerde bunulacağıdır. Bunun sonu ise Türkiye'nin bir dominyon ve Türklerin de lejyoner haline dönüştürülmesi olacaktır.
 
Beri yandan, üzerinde durulmayan bir husus da, ABD'nin asla bir müttefik gibi davranmıyor ve hiç güven vermiyor ve kabalığının hiç de Sovyetler'in II. Dünya Harbi sonrasındakini aratmayacak bir seviyede olmasıdır. Keza, Irak Harbi için bu kadar ihtiyaç duyduğu bir ülkeye karşı burnundan kıl aldırmaması; Irak'ın işini bitirdikten sonra da Türkiye'de hala üslenmeye devam etmek istemesi, bundan sonraki müstakbel hedeflerinin arasında Türkiye'nin de bulunacağını hissettirmiyor mu? Bu noktada, yarın Türkiye'ye de Irak'ın konumuna benzer bir statü (haydut devlet ve benzeri) ABD tarafından tayin edildiği ve Irak gibi birkaç dilime ayrıldığı takdirde, ne yapılabilecektir, yalvarmaktan gayri? Üstelik topraklarının içinde şu kadar Amerikan askeri varken ve üstelik artık yanında hiçbir kimseyi de bulması imkansız hale gelmişken? Dikkat etmek zorundayız ki, Amerika kimi hedef ülke seçmişse onu haklamak için gerekli bütün süreçleri kendisi belirlemektedir.
 
Ancak, bütün bunların içerisinde en fecisi, ülkemizdeki utanç duyulacak atalet ve ölüm sessizliğidir; halbuki devir, yapılan hataların tashihini muhal kılan, geri dönülemez ve ap-açık bir felakete doğru giden bir devir.
 
Devir suskunluk ve riskten kaçmak devri değil; her gerçek, dürüst vatandaş, elinden gelenin en iyisini son limitine dek yapmak ve risk almak zorunda!
 
Sayın Vekillerimiz'e
 
Bu yazı şayet İkinci Tezkere görüşmesinden once yayınlanabilirse, sayın vekillerimize seslenmek isterim:
Sayın vekillerimiz!
Şu anda Tarih sizin elinizde! O'nun sayfalarına Enver, Tal'at ve Cemal gibi geçmeyiniz; onlar bir imparatorluğu mahvettiler, sizin bir imparatorluğunuz da yok; onların hiç olmazsa büyük hayalleri vardı, sizin hiçbir şeyiniz yok; ve dahi onlar hiç olmazsa "para" hesabı içinde değillerdi.
 
***
 
Sayın vekillerimiz! Her ideolojiden, her felsefeden, her inanıştan bütün vatandaşlarım!
 
AYAKLARIMIZIN ALTINDAKİ TOPRAK KAYIYOR!
 
Şimdi değilse, ne zaman?
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 279,87 KB ]




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim