Descartes hakkındaki genel kanaat, onun bir ahlak filozofu olmadığı yönündedir. Vakıa bu genel kanaatın oldukça sağlam delillere istinad etmekte olduğu ileri sürülebilir. Filhakika, Decsartes'ın müstakilen ahlak üzerine kaleme almış olduğu bir eseri mevcut olmadığı gibi, keza, diğer eserlerinin içerisinde de hususen ahlak üzerine tahsis edilmiş müstakil pasajlar mevcut değildir.
Ancak, bütün bunlara karşılık, şahsi kanaatımca, bu hüküm aşırı derecede geneldir ve Descartes Felsefesi'nin birçok bakımdan ahlak ile olan çok yakın bağlantılarını izah hususunda da yetersiz kalmaktadır.
Zira, her ne kadar doğrudan-doğruya Ahlak üzerine odaklanmış ve yoğunlaşmış olmasa da, bir problem alanı olarak Ahlak, Descartes Felsefesi için birçok filozofa göre çok daha fazla, çok daha ileri düzeyde bir anlam taşımaktadır. Zira, Ahlak, Descartes Felsefesi'nin hem bütününü kuşatmakta, ayrıca, hem başında ve hem de sonunda bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, Ahlak, Descartes'ın felsefesinin belki de özüdür diyebiliriz.
Bu itibarla, genel ve yaygın kanaatin aksine, Descartes Felsefesi'nin hem bir "ahlaki felsefe" ve hem de bir anlamda ve bir bakıma bir "ahlak felsefesi" olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak, Descartes Ahlakı, esas itibariyle günlük tavranış biçimlerini kodifiye ve normalize etmeye yönelik bir pratik ahlak değildir. Onun ahlakı içerisinde bu niteliğe en fazla yaklaşabilir olanı, filozof tarafından "muvakkat ahlak" adı verilen ve ancak, kendi ifadesiyle, üç veya dört basit ve temel prensipten ibaret normlar kümesidir.
***
İmdi; Descartes Felsefesi öncelikle bir "ahlaki felsefe"dir; zira, Ahlak, bir problem alanı olarak bu felsefenin esprisini kuşatmaktadır. Yine Descartes Felsefesi bir "ahlak felsefesi"dir; zira, Ahlak, bir problem alanı olarak, bu felsefenin hem başlangıcında, bidayetinde, dibacesinde, adeta felsefeye giriş (mukaddime, prolegomena) mahiyetinde, hem de sonunda, nihayetinde bir anlamda bir gaye (teleos) olarak yer almaktadır.
I. Descartes Felsefesi'nde "Meşruiyet Problemi" ve Descartes Felsefesi'nin "Ahlakilik" Niteliği
Descartes Felsefesi'nin Ahlak ile olan münasebetinde genellikle gözden kaçan bir husus bulunmaktadır ki o da şudur: Descartes'ın Felsefesi'yi yöneltmiş olduğu temel gayeleri kısaca şu şekilde özetleyebiliriz:
1: "Kesin Doğru"yu bulmak: Bu, Descartes'ın "hakikat araştırmacılığı" yanıdır.
2: "Dünya Hakimiyeti"ni elde etmek: Bu, Descartes'ın "dünyevicilik" yanıdır.
3: Tatmin ve mutlu edici bir ahlak ile yaşamak: Bu da Descartes'ın "ahlakçı" yanıdır. Ancak, tatmin ve mutlu edici bir ahlak, birinci ve ikinci gayelerden de önce gelmektedir. İşte, Descartes'ın ahlakçılık yanı kendisini burada göstermektedir. Yani: 'Kesin doğru'ya ve 'dünya hakimiyeti'ne yönelik bu felsefe, hem bu gayelerin başlangıcında, yola çıkışta, hem de menzile varışta, tam (tatminkar) bir davranışlar bütünlüğü içerisinde yaşama, yani bir ahlak anlayışını temellendirmeye çalışmaktadır.
Ancak, bütün bu gayelerine varmak isteyen filozofun en başta, hepsinden de önce gelen temel kaygısının, "meşruiyet" olduğunu söyleyebiliriz.
İmdi; Descartes Felsefesi, sadece soyut planda Varlık ve Bilgi gibi felsefi problemler üzerine yoğunlaşmış, yani, sadece ve yalnız "anlama ve açıklama"ya yönelmiş bir analitik-deskriptif felsefe değildir. Bunu da içermekle beraber, ama bundan daha fazla olmak üzere, "yapma"ya, "inşa"ya yönelmiş bir "eylem felsefesi", bir "inşa felsefesi"dir. Yani, Descartes Felsefesi'nin, aynı zamanda, aksiyoner (eylemci) ve konstrüktif (inşai) bir felsefe olduğunu söyleyebiliriz. Bununla kastettiğimiz şey şudur: Descartes, gerçekte felsefesini, "dünya hakimiyeti" idealine yöneltmiştir. Burada kullanmış olduğumuz "dünya hakimiyeti" ibaresi, siyasi manada değil, kozmik manada, yani, Eşya'ya hükmetmek manasındadır. Böylece o, felsefesini bir eyleme yöneltmekle eylemci bir felsefe kurmaya teşebbüs etmektedir. Bunun yanında, bu teşebbüs, İnsan'ın Eşya üzerinde kuracağı bir hakimiyet ile, yeni bir dünya kurmaya da yönelmiş olmaktadır; yani, diğer bir ifadeyle, Eylem, bir İnşa'ya yönelmiştir. Bu inşa, İnsan'ın Kozmos içerisinde pasif bir seyirci olmaktan çıkıp aktif bir aktör olacağı yeni bir çağ, bir devrimdir.
Ancak, onun bu işe girişirken, endişesi şudur: Özü safi düşünce olan, "Cogitif Şeylerin Dünyası"na (Res Cogitance) ait olan insan, yani Ben, İnsan, içinde var-olduğumuz bu fiziksel varlık alemine, kısa ve özlü bir ifade ile "Bu-dünya"ya, "Uzamlı Şeylerin Dünyası"na (Res Extensia) ait değildir. İnsan burada bir yabancıdır. O halde, mahiyeti gereği kendisine ait olmayan bir varlık alanı üzerinde hükümranlık (Regnum) kurmak için, öncelikle İnsan'ın Bu-Dünya ile olan münasebetlerinin meşrulaştırılması icap etmektedir. Yani, diyebiliriz ki, Descartes Felsefesi'nde belki de herşeyden önce, bir "meşruiyet problemi" vardır. Bu-Dünya'ya hükmetmek, onun hakimi olmak; evet, ama, aslolan O'na meşru bir şekilde sahip olmak olmaktır. Descartes'ıon düşüncesi budur ve sadece bu dahi, Descartes Felsefesi'nin temelinde ahlakın ne denli önemli bir yer kapsamakta olduğunu kanıtlar niteliktedir. Zira, "meşruiyet" herşeyden önce ahlaki bir kavramdır ve hatta birçok yerde, bizzat ahlakın kendisidir.
Descartes'ın, Tanrı kavramına atfetmiş olduğu fevkalade önemin de bu yönde daha iyi anlaşılabileceğini ileri sürebiliriz. Bilindiği üzere, Tanrı kavramı Descartes'ın felsefi sisteminde iki yerde kilit konumundadır: Cogito'nun en başında bir aksiyom olarak ve sonunda, ya da daha sıhhatli bir ifadeyle, ortalarda, isbatlanmış bir hüküm, yani bir teorem olarak. [1] İmdi, Tanrı'nın varlığının başlangıçta bir aksiyom olarak kabulü, kendisine matematiksel metodu temel seçmiş olan ve bütün bilimi kesin (certain), şüphe taşımayan (indubitable) ve açık-seçik (évidente) bir bilgi [2] olarak kabul eden filozof için, matematiksel metodun mutlak şart koştuğu bir archimedes noktası olması bakımından ve sonra da bir teorem olarak isbatı da, Şeyler'in varlığının keza aynı şekilde matematiksel olarak isbatı bakımından zaruridir.
Ancak, bütün bu yoğun zihni mesainin yönelmiş olduğu asli gayenin hiç gözden ırak tutulmaması icap eder: Eşya'nın (Res Extensia) realitesinin matematiksel bir kesinlikle isbatı ve özü itibariyle ondan radikal olarak farklı olan Ruh'un (Res Cogitance) Eşya ile münasebetinin meşrulaştırılması. Dünya hakimiyetine giden meşru yol, ancak budur.
Bu sebepledir ki, onun, Tanrı'nın varlığına duyduğu ihtiyaç bir ilahiyatçınınkinden, bir din müçtehidinden ve/veya mücahidinden temelden farklıdır.
Bir ilahiyatçının veya din filozofunun amacı bizatihi Tanrı'ın varlığının kanıtlanmasıdır, yani, inancının isbatlanmasıdır, başka türlü ifade edilecek olursa, iman'ın ilmileştirilmesidir. Bunun için de, Tanrı'nın varlığının kanıtlanması ile problem biter. Halbuki Descartes için durum temelden farklıdır: O, felsefesine önce bir sağlam çıkış noktası ve sonra da eşya ile insanın münasebetlerinin üzerine temellendirileceği sağlam bir zemin, bir meşruiyet gerekçesi aramaktadır:
"Yani, ilahiyatçı veya din filozofu için amaç olan şey, Descartes için bir araçtır. Bununla bütün felsefe, sarsılmaz bir sağlam zemin üzerinde temellendirilmiş olacak ve bu arada, Fizik-Dünya'nın meşruluğu da tasdik ettirilmiş olacaktır./..
Dünya Hakimiyeti İdeali de anlamını bu şekilde kazanmaktadır: Dünya önce anlaşılacak ve hakimiyet ondan sonra gelecektir.
Dünya'nın anlaşılması onun meşruluğunun — yani, hakikatte var-olduğunun, realitesinin ve temel ilkelerinin — Metafizik'çe tasdiki demek olup bu da ancak, Tanrı'nın Varlığı ile mümkün olabilmektedir. Tanrı'nın varlığı kanıtlandıktan sonra, artık, Dünya, dünyalıların olacaktır: Ne Tanrı'ya bağlı ve ne de ondan kopuk. Yani, tasarlanan Dünya, Tanrı ile beraber, ama yine de ondan ayrı bir kişiliğe sahip olacaktır."[3]
Bu meşruluk endişesi, aynı zamanda, Descartes'ın, Fizik-Dünya'nın ontolojik olarak monistleştirmesi ve aksiyolojik olarak da yüceltmesinde kendisini açıkça göstermektedir. Zira, Fizik-Dünyanın monizmi, onu bu iki açıdan da ibra etmekte ve insan için meşru bir varlık alanı olarak açmaktadır.
İşte, Descartes'daki bu "meşruiyet" kaygısı, onun felsefesinin ahlakiliğinin en temel niteliği olmak durumundadır.
Ancak, Descartes'in Ahlak sadece insan ile eşya arasındaki münasebetler örgüsünün, yani "dünyevileşme"nin bir meşruiyet senedi olmaktan ibaret değildir. Bir genel dünyevileşme meşruiyet beratı olmanın da ötesinde, daha ileri düzeyde, daha fazla birşeydir: Descartes için Ahlak, birisi felsefenin başında ve diğeri de nihayetinde olmak üzere iki ayrı önemli yer işgal etmektedir.
II. Descartes Felsefesinde Ahlakın İki Ayrı Yeri ve Anlamı
Descartes için, Ahlak'ın asıl önemine biraz aşağıda temas edilecektir. Yalnız konuyla alakalı olarak bir kısa not düşülmesi faydalı olacaktır ki bu onun için bir ahlaki kaygı kaynağı teşkil etmemekle beraber, kısaca zikredilmesini de faydalı bulmaktayım ki o daşudur: Descartes için Ahlak'ın bir de, dini amacı da bulunmaktadır. Nitekim o, Méditations'u takdim ettiği Paris İlahiyat Fakültesi'nin akademisyenlerine yazmış olduğu mektupta şunları söylemektedir [4]:
"Efendiler,"
"Pek haklı bir sebep beni bu eseri size takdim etmeye sevk ediyor. Maksadıma vukuf peyda ettiğinizde sizin de, haklı ve yerinde bir sebeple onu himayeniz altına alacağınızdan emin bulunuyorum. Eseri tavsiyenize layık kılabilmek için, burada, yapmak istediğimi birkaç kelime ile anlatmaktan daha iyi birşey yapacağımı sanmıyorum. Allah ve Ruh meselelerinin, ilahiyattan ziyade felsefenin gösterdiği delillerle isbat olunması lazım olan esaslı iki mesele olduğuna daima kani oldum. Bizler mümin olduğumuz için bize Allahın mevcudiyetine, insan ruhunun bedenle birlikte fena bulmadığına imanla inanmak kafi gelse de, ilkin bu iki şeyi tabii delillerle isbat etmeksizin kafirleri hiçbir dine ve ahlaki fazilete inandırmak asla mümkün görünmüyor..."
Buradan şu sonucu çıkarmak mümkün gürünmektedir:
1: Tanrı ve Ruh gibi metafizik meselelerin ispatı, insan ruhunun bedenle birlikte yok olduğunu savunan materyalist-ateist delillerin çürütülmesi, teolojik metodlardan daha güvenli olarak felsefi metodlarla yapılabilir,
2: Bu suretle olgun bir ahlaka ulaşılabilir.
Ancak, bu, Descartes felsefesinde genel bir ahlak problemi olarak ele alınmaz.
İmdi:
Ahlak'ın Descartes Felsefesi'ndeki ikinci bir ehemmiyeti de şudur ki, Ahlak, bu felsefede hem başta ve hem de sonda, bir var-oluş tarzıdır.
Kaynağını Metafizik'ten alan ve bir yandan çok radikal bir hakikat araştırmacılığı, diğer yandan da aynı şekilde bir dünya (kozmos) hakimiyeti[5] idesine yönelik Descartes Felsefesi'nin nihai gayesinin - veya, nihai gayelerinden birisinin - de bu olduğunu söyleyebiliriz: Ahlak.
Descartes Felsefesi bütüncül (total) ve sistematik bir felsefedir. Bütüncüldür, çünkü (insan açısından bilinebilmesi mümkün olan) herşeyin bilgisine yönelmiştir; Çünkü Felsefe, hikmetin tetkikidir [6] ve dahi Hikmet ise, insan varlığının ana bölümünü, yani özünü teşkil eden Ruh'un esas gıdasıdır. Öyleyse, "... insanların temelli düşüncesi, ruhun gerçek gıdası olan hikmet"i aramak olmalıdır. Çünkü insanların varlığının ana bölümünü ruh teşkil eder". [7] Beri yandan bu felsefe sistematiktir, çünkü, bütün felsefi problemleri bir sistem dahilinde ele almaya, çözümlemeye ve çözmeye yönelmiştir.
İşte bu sebeplerden, yani, bütüncül ve sistematik olmasından dolayı, bu felsefe, bazı bölümlerden oluşmak durumunda olmaktadır.
Descartes bu hususu, felsefe tarihinde pek meşhur olan "Felsefe Ağacı" metaforu ile açıklamaktadır. Bütün felsefeyi bir 'ağaç'a müşabih addeden bu metafora göre, bu ağacın kökleri Metafizik, gövdesi Fizik, ve bu gövdeden çıkan dallar da diğer bilimlerdir ki bunlar da Tıp, Mekanik ve Ahlak'tır. [8] Metafizik, kök'tür; zira, Bilgi'nin ilkeleri ondadır. Fizik gövde'dir, zira, Varlık küresinin ikinci yanını oluşturan Maddi Dünya'nın (Res Extensia) ilkeleri ve bilgilerini ihtiva etmektedir. Fakat asıl önemli olan, bu ağacın dalları ve kökleridir; çünkü, filozofun ifadesiyle, "... nasıl meyvalar ağaçların kökünden veya gövdesinden değil de dallarından toplanırsa, aynı suretle Felsefe'nin de asıl faydası en son öğrenilebilen bölümlerinden elde edilir."[9]
Felsefe'yi (Philosophie) "Hikmet'in (Sagesse) etüdü" olarak tanımlayan Descartes, bu suretle, Hikmet'in tam olarak etüdünü ikmal ettikten sonra varılacak en son noktayı da göstermiş olmaktadır: Ahlak.
Ancak, böyle bir ahlak, "bilinmesi mümkün olan bütün şeylerin tam bir bilgisini edinmek" olan tam ve olgun bir felsefenin kurulmasından sonra elde edilebileceği için, Descartes doğal olarak, böyle bir ahlakın kurallarını tam olarak verememiştir; zira, böylesine bütüncül bir felsefenin tamamlanması işini o ancak torunlarından beklemektedir, kendisi sadece bunu başlatmış ve temellerini atmıştır. Bu sebepledir ki, sadece, Muvakkat Ahlak'ın esasları üzerinde kısmen durmuş, Kesin Ahlak'a sadece kısaca bir temas edivermiş ve daha detaylı ahlak analizlerine girişmemiştir. Yani, Descartes'ın o tam, tatminkar ahlakının 'tam olarak' ne olduğunu bilebilmek durumunda değiliz; bunu kendisi de bilebilmek durumunda değildi. Zira, onun nihai, kesin ahlakı oluşmuş, mevcut değil oluşacak bir ahlaktır. Descartes'ın tam bir ahlak filozofu sayılmayışının asıl sebebi de budur: Onun asıl ahlakı, günümüz için geçerli normları olan bir ahlak değil, gelecekte ortaya çıkacak olan bir ahlaktır
Yalnız ne var ki, felsefenin başlangıcındaki ahlak, henüz olgunlaşmamış ve hayatın zaruretlerinden doğan "pratik bir ahlak"tır, o nedenle bu, ilk başlangıç için gerekli fakat bilahare terk edilecek olan bir "geçici (muvakkat, eğreti) ahlak" olacaktır. Son aşamada edinilecek olan ahlak ise, bilgeliğin zorunlu sonucu ve felsefenin bizi götüreceği "olgun ve tam ahlak"tır ki bu nedenle de ona "kesin (kat'i, temelli) ahlak" demektedir. Felsefe'nin başlangıcındaki ahlak, pratik hayat zorunluluklarından doğmakta olmasına karşılık, sonundaki ahlak bilgelikten - Descartes'in ifadesiyle, insan açısından bilinebilmesi mükün olan tüm şeylerin bilgisinden - kaynaklanmakta, bilgeliğin bir sonucu olmaktadır.
1. Geçici (Muvakkat, Eğreti) Ahlak [Morale par Provision]
İmdi: Descartes, yılmaz ve yorulmaz bir hakikat araştırmacısı olarak, "kesin doğru"nun peşinde koşmaktadır. Bunun, çok uzun ve yorucu bir mesaiyi gerektireceği açıktır. Ancak, beri yandan, o mutlu ana kadar, hayatın ve hergünkü yaşayışın icap ettirdiği bir yaşama pratiği ve buna yol göstermesi icap eden bir ahlak da bulunması gerekli olacaktır.
Descartes, Felsefenin İlkeleri'ne yazmış olduğu olduğu Önsöz'de bir "bilgi edinme sırası"ndan söz etmekte ve bu sırayı da Ahlak, Mantık ve Felsefe olarak tadat etmektedir. İşte, onun bu bilgi edinme sırasının en başında telakki ettiği ahlak, söz konusu ettiğimiz Muvakkat Ahlak'tır. Muvakkat Ahlak, filozofun kendi ifadesiyle, "daha iyisi bilininceye kadar güdülmesi gereken eksik bir ahlak"[10] olup hayat pratiğinin gerekli kıldığı, "işlerimizde kararsız kalmamak için" zorunlu olan bir ahlaktır. Filozof, bu praksis ihtiyacını şu cümlelerle ifade etmektedir:
"... çünkü bunun tehire tahammülü olmadığı gibi, ilk işimiz de iyi yaşamamızı temin etmek olmalıdır." [11]
İlkeler'in I. bölümünde bu bilgi edinme sırası ele alınmakta ve bu pratik geçici ahlak konusuna burada da temas edilmektedir. [12]
İlkeler'in I. bölümünün 1. maddesi, "şüphe" üzerinedir ki burada filozof, adeta bütün felsefesine bir giriş mahiyetinde olmak üzere, "hakikatı arayanın, hayatında bir defa bütün şeylerden gücü yettiği nisbette şüphe etmesi gerektiğini" ve 2. maddesinde ise, "bu sebeple, kendilerinden şüphe edilebilen bütün şeylere yanlış gözü ile bakılması gerektiğini" manifeste etmektedir.
Söz konusu bu ilk iki madde kelimenin tam ve halis manasıyla safi teorik bir felsefi cehdin, hakikatı elde etmeye, saf düşünce fütuhatına çıkmış bir fikir başbuğunun kas-katı, sert, eğilip-bükülmez, rijit prensipleridir.
Ancak, bu iki maddenin hemen arkasından gelen 3. madde, çok ilgi çekicidir: Bu maddenin başlığı "bu şüpheyi asla işlerimizi sevk ve idarede kullanmamalıyız" şeklinde olup, açıklaması şöyledir:
"Bununla beraber şu noktayı gözden kaçırmamalıdır ki bu kadar umumi bir şüphe tarzını hakikatı temaşaya koyulduğumuz zamandan başka zamanda kullanmamızı kasdetmiyorum. Zira hayatımızın sevk ve idaresine müteallik hususlarda, çok zaman ancak doğruya benzeyen kanaatlere göre hareket etmeye mecbur olduğumuz muhakkaktır, çünkü işlerimizde harekete geçmek fırsatları hemen daima bütün şüphelerimizden kurtulmadan önce gelip geçer; ve bu neviden birçok vesileler aynı bir şey üzerinde toplanırsa, o anda hangilerinin diğerlerinden daha muhtemel olduğunu bilmesek bile, işin mühlete tahammülü yoksa, içlerinden birini seçmemizi ve bir defa seçtikten sonra da pek doğru olduğuna hükmetmiş gibi, sebatla takibetmemizi akıl ve mantık emreder."
Buradan muvakkat ahlak için anlaşılan, şu olmaktadır:
1: Bu denli geniş kapsamlı fikir fütuhatının gerçekleştirilebilmesine, yani insan açısından bilinmesi mümkün olan tüm şeylerin kesin doğru bilgisinin edinilmesine kadar geçecek süre zarfında da bir davranış tarzı lazım gelecektir ki, bu, muvakkat ahlak'tır.
2: Ayrıca, mahz hakikat aranmasının dışındaki gündelik hayat pratiğinde çok kesin ve şüphesiz, açık ve seçik gerçeklikler yerine, yaşama pratiğine en uygun - yani teorik doğru yerine pratik faydalı - kurallara ihtiyaç duyarız. Bu da Muvakkat Ahlak'ın ikinci yanı olmaktadır. Aşağıda da tekrar temas edileceği üzere, İlkeler'deki, "... hayatımızın sevk ve idaresine müteallik hususlarda, çok zaman ancak doğruya benzeyen kanaatlere göre hareket etmeye mecbur olduğumuz muhakkaktır" kuralı ancak bu şekilde anlaşılabilir.
Bu konuyu Discours'un 2. Bölümünü sonunda ve 3. bölümünün hemen başında ele alan Descartes, bir 'şantiye metaforu'na müracaat etmekte ve, nasıl ki asıl binanın inşaatının bitimine kadar önceklikle, ancak muvakkat bir süre kullanılacak olan bir şantiye şantiye binasının yapılması lazım gelmekte ise, benzer şekilde, asıl ahlaka ulaşılıncaya kadar geçici bir süre ihtiyaç duyulacak olan bir ahlak anlayışının gerekliliğini belirtmekte ve bunun için bir Muvakkat Ahlak (Geçici Ahlak, ya da Ön-Ahlak; 'Morale par Provision') kabul ettiğini belirtmektedir. Muvakkat Ahlakın Dört İlkesi ise, şunlardır [13]:
"Birincisi, Tanrı'nın çocukluğumdan beri içinde yetişmeme lutuf ve inayet buyurduğu dine sağlamca bağlı kalarak, memleketimin kanun ve adetlerine itaat etmek, başka herşeyde de kendimi, birlikte yaşayacağım kimselerin en akıllıları tarafından umumiyetle amel olunan, en ölçülü ve aşırılıktan en uzak kanaatlara göre idare etmekti./...."
"..../İkinci düsturum, elimden geldiği kadar işlerimde karar ve sebat sahibi olmak, ve en şüpheli kanaatları bile, bir defa kabule karar verdikten sonra, pek emin ve şaşmaz kanaatlarmış gibi, daima sebatla takip etmekti."
".../Üçüncü düsturum, her zaman talihden ziyade kendimi yenmeye ve dünyanın düzeninden çok kendi arzularımı değiştirmeye; ve umumiyetle düşüncelerimizden başka hiçbirşeyin tamamiyle elimizde olmadığına, dolayısıyla dışımızda olan şeyler hakkında elimizden geleni yaptıktan sonra, gücümüzün yetmediği bütün şeylerin, bizim için, mutlak olarak imkansız olduğuna inanmaya çalışmaktı."
".../En sonra, bu ahlaka sonuç olarak, insanların bu hayatta yaptıkları türlü işleri, içlerinden en iyisini seçebilmek için, bir gözden geçirmek istedim; başkalarının meşguliyeti hakkında birşey söylemek istemem; fakat kendime gelince, yaptığım işte, yani bütün hayatımı aklımı işletmekte ve kabul ettiğim metodu güderek gücümün yettiği kadar hakikatın bilgisinde ilerlemekte kullanmaya devam etmekten daha iyi birşey yapamayacağıma inandım."
Burada dikkat çeken şeylerden birisi, ilk kuralın, Cottingham'ın da belirtmiş olduğu gibi, sakin karakterli Descartes'ın bu karakterine çok uygun düşen tedbirli bir muhafazakarlık şeklinde en başta zikredilmiş olmasıdır. [14]
İkinci kural, hayatın pratiğini iyi kavramış bir "hayat adamı" portesi çizmektedir. Çünkü, açıkça görüldüğü gibi, "elinden geldiği kadar işlerinde karar ve sebat sahibi olma"yı ve "en şüpheli kanaatları bile, bir defa kabule karar verdikten sonra, pek emin ve şaşmaz kanaatlarmış gibi, daima sebatla takip etme"yi bir ahlak ilkesi olarak kabul etmektedir. Bu husus, Prensipler'in hemen başında da yer almaktadır. Birinci bölümün birinci maddesinde, "hakikatı arayanın hayatında bir defa bütün şeylerden gücü yettiği kadar şüphetmesi gerektiğini", ikinci maddesinde de "bunun için, kendilerinden şüphe edilebilen bütün şeylerin yanlış kabul edilmesini" deklare eden filozof, üçüncü maddede, "bu şüpheyi asla işlerimizi sevk ve idarede kullanmamalıyız" demekte ve bunu şöyle açıklamaktadır:
"... bu kadar umumi bir şüphe tarzını hakikatı temaşaya koyulduğumnuz zamandan başka zamanda kullanmamızı kastetmiyorum. Zira hayatımızın sevk ve idaresine müteallik hususlarda, çok zaman ancak doğruya benzeyen kanaatlere göre hareket etmeye mecbur olduğumuz muhakkaktır."
Üçüncü kural, dünya ile ilgilenmekten ziyade kendisi ile ilgilenmeyi tercih eden sessiz bir düşünce adamının iddiasız hayat düsturudur.
Fakat dördüncü kural, başkalarının işine karışmayı hiç aklına dahi getirmeyen bu sessiz filozofun gündelik hayatında dahi asıl probleminin 'hayat pratiği'nden 'saf hakikat'a yükselmeye cehdetmek olduğunu göstermesi bakımından ilgi çekicidir: Nitekim, "... bu ahlaka sonuç olarak, ... kendime gelince, yaptığım işte, yani bütün hayatımı aklımı işletmekte ve kabul ettiğim metodu güderek gücümün yettiği kadar hakikatın bilgisinde ilerlemekte kullanmaya devam etmekten daha iyi birşey yapamayacağıma inandım." Demekle, filozof, adeta kendisinin var-oluş gerekçesini açıklamaktadır: "gücümün yettiği kadar hakikatın bilgisinde ilerlemek."
2. Temelli (Kat'i) Ahlak: Bilgelik Ahlakı
Tam ve olgun bir ahlak ancak tam ve olgun bir felsefeyi gerekli kılmaktadır. Çünkü, "en yüksek ve en mükemmel ahlak, diğer bilimlerde kamil bir bilgiyi ve hikmette nihai dereceyi öngörmektedir."[15] Onun içindir ki, bilinebilmesi mümkün olan bütün şeylerin tam ve noksansız bir bilgisinin edinilmesinden sonra, ya da diğer deyişle, böyle bir bilginin edinilmesi sonucunda erişilecek olan ahlak, Bilgelik Ahlakı'dır ve bu nedenle de o, Temelli (Kat'i) Ahlak olacaktır. Bu suretle, hem Metafizik (Ruh ve Tanrı) ve hem de Fizik (Madde) hakkında, İnsan açısından bilinmesi mümkün olan şeylerin tamamı bilinince, felsefe de amacına ulaşmış olacaktır. Çünkü Bilgelik (Hikmet), ancak böyle anlaşımakta ve böyle tanımlanmaktadır. Hikmet ise, Ahlak için zorunlu olarak gerekli olan birşeydir. Zira, felsefede en sonuncu (nihai) hedef, Bilgelik'in zaruretinden gelen Temelli (Kat'i) Ahlak'tır
Kat'i Ahlak ile Muvakkat Ahlak arasındaki fark, M. Karasan'ın yorumuyla, hayatın işleri ile hakikatın temaşası[16] arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Her ikisinde de irade insanı karar vermeye çağırır. Ne var ki, hayatın işleri için karar verirken apaçıklığı bekleyemeden karar vermek durumunda kalabildiği halde, hakikat bahis mevzuu olunca, karar verebilmek için apaçıklığı beklemek lazım gelmektedir.
İmdi, felsefeden beklenen plana göre:
1: İnsan açısından bilinebilmesi mümkün olan herşeyin genel ve kuşatıcı bilgisi, yani, "külli hakikat" elde edilecektir.
2: Bu, bize, "Hikmet"i verecektir.
3: Hikmet, Fazilet'i getirecektir,
İmdi; Hikmet, sadece iyilik bilgisinden kaynaklanan gerçek faziletlerin tümüdür, o halde, "bütün ve tam olgun bilgi" olmak durumundadır. [17] Ancak ne var ki, böyle birşeyin tam olarak gerçekleşmesi ancak ve yalnız "son derece tam ve olgun olan" Tanrı'ya özgüdür. [18] O sebeple, yani tanrısal bir yetkinliğe sahip olmadığından, insan için ancak, sınırlı bir bilgelik söz konusu olacaktır [19]:
"Hakikatte ancak ve yalnız Tanrı'dır ki, tam manasıyla hakimdir, yani herşeyin hakikatını bütün açıklığıyla bilir.... fakat denilebilir ki, insanlar, daha pek mühim hakikatlar hakkında az veya çok bilgi sahibi oldukları nisbette az veya çok hikmet sahibidirler. "
4: Son safhada ise, kesin bir ahlak, yani tam olarak olması gerektiği gibi olmak seviyesine yükselebilmek mümkün olabilecektir.
5: Bu da aynı zamanda "mutluluk" sağlayacaktır. Yani, Temelli Ahlak aynı zamanda bir mutluluk ahlakıdır. Bu sebeple, Descartes Felsefesi'nin nihai amaçlarından birisinin de "Mutçuluk" (Eudemonism) olduğunu söyleyebiliriz. Hakikatın temaşasını, yani Felsefe'yi "Bilgeliğin İncelenmesi" olarak tanımlanınca, bu tanımın bir gereği olarak da "Felsefe Yapmak" ise, işbu sözü edilen "Bilgeliğin Edinilmesi" olmaktadır. [20] Bu şekilde hikmet edinmekle "gerçek felsefe" yapılmış olur ki bu da insanı daima mutlu etmeye yetecektir. [21] Bu, onun hem felsefesinin başında bulunan Eğreti (Geçici, Muvakkat) Ahlak'ının ve hem de sonunda bulunan Temelli (Kat'i, Kesin) Ahlak'ının üçüncü ilkesi olan "insanın kendi elinde olan şey, sadece kendi düşüncesidir ve bu da onu tek başına mutlu etmeye yeter" kuralının bir sonucudur.
Fazilet ise, onun "Temelli Ahlak"ının ikinci ilkesinde açıklanan ve sıkıca Akıl'a bağlanan bir "karar sağlamlığı" olup, insanın mutluluğu (ruh memnunluğu) için gerekli bir şarttır (Ibid).
Descartes'ın asıl ahlakının, ancak bütüncül bir hikmetin elde edilmesine bağlı olması dolayısıyla el'an mevcut olan değil fakat gelecekte tam olarak ortaya çıkacak olan bir ahlak olduğunu söylemiştik. Bu haliyle böyle bir ahlak, ancak bir "ahlak tasarısı" olarak nitelendirilebilir. Fakat yine de, Descartes yorumcularının ortak görüşüne göre, filozof, Prenses Elisabeth ile mektuplaşmalarında Kat'i Ahlak (Halis Ahlak; Propre Morale) olarak bilinen bu ahlak tasarısından söz etmiş ve dikkate değer bazı esaslar dercetmeye çalışmıştır. [22]
Filozof, Elisabeth'e yazmış olduğu 4 ağustos 1645 tarihli mektupta, daha önce Discours'da vazetmiş olduğu Muvakkat Ahlak'ın üç kuralını hatırlatarak "İmdi bana öyle geliyor ki, herkes, Metod Üzerine Konuşma'da söylediğim, üç ahlak kuralına ait üç şeye riayet ettiği takdirde, başka yerden bir şey beklemeksizin, kendini kendinden memnun kılabilir"demekte ve söz konusu bu kesin ahlakının üç ilkesini vazetmektedir [23]:
"Birincisi, hayatın her fırsatında, yapmak veya yapmamak gerekeni bilmek için, her zaman elden geldiği kadar düşünceyi kullanmak çalışmaktır.
İkincisi, aklın öğütlediği her şeyi ihtiras veya iştihalara kapılmaksızın yerine getirmek için, sağlam ve sabit bir karar sahibi olmaktır. Bence fazilet bu karar sağlamlığı olsa gerektir..
Üçüncüsü, böylece elden geldiği kadar aklagöre hareket ederken, elde olmayan bütün nimetlere tamamiyle gücümüzün dışında şeyler gözüyle bakmak ve bu yolla, onları hiçbir zaman arzu etmemeye alışmaktır. Zira memnun olmamıza engel olan biricik şey, arzu, esef ve nedamettir."
Kesin Ahlak ve Geçici Ahlak kurallarının her ikisinin de üç maddede toplanması dikkat çekmektedir. Bunun yanında, maddeler arasında ifadeki benzerlikleri bulunmaktadır. O halde, Propre Morale ile Morale de Provision arasında temelli bir ayrım bulunmadığı ileri sürülebilir. Ancak;
1: Dikkat etmek lazımdır ki Kesin Ahlak, henüz bizzat teorinin kurucusu tarafından dahi bilinmemektedir; bilinmesi mümkün de değildir. O halde, bu maddeler, kesin olmayan bir Kesin (Halis) Ahlak tasarısı, başak bir ifade ile, mutasavver (projecté) bir ahlaka ait eskizleridir. O sebeple, Muvakkat Ahlak kurallarına benzerliklerini normal addetmek icap etmektedir.
2: Maddeler arasında benzerlikler olacağı esasen bizzat müellif tarafından ifade edilmektedir. "Metod Üzerine Konuşma'da söylediğim, üç ahlak kuralına ait üç şeye riayet ettiği takdirde, başka yerden bir şey beklemeksizin, kendini kendinden memnun kılabilir" ifadeleri bunu göstermektedir.
3: Ancak, yine de, her iki ahlak kuralları cümlesinin arasında, benzerliklerine karşılık, birbirininin tamamiyle aynı olduğu düşünülmemelidir. Şöyle ki: Propre Moral'i teşkil eden kurallar mecmuası, Morale de Provision'dakilerin aksine, toplumun geleneklerine ve yürürlükte olan düzenin kanun ve kaidelerine değil, doğrudan-doğruya Akıl'a bağlanmıştır. Artık burada, filozofun müstakbel kesin ahlakını somutlaşmış normlar halinde göremesek bile hissettiğimizi söyleyebiliriz: Kesin olan şudur ki, Kesin Ahlak (Propre Morale), temel olarak "Akıl" üzerine bina edilecektir. Gerçi Descartes, İlkeler'in I. bölümünün 3. maddesinde "bu şüpheyi asla işlerimizi sevk ve idarede kullanmamalıyız" dedikten sonra, aynı maddenin nihayetini Akıl ile bitirmektedir; fakat, Muvakkat Ahlak kaideleri bir bütün olarak ele alındığında, Akıl'ın Ahlak'ı birincil bir rol üstlenmediği görülmektedir.
Beri yandan, Muvakkat Ahlak'ın sonuç kısmı, Kesin Ahlak'a geçişin ipuçlarını da vermektedir: ".../En sonra, bu ahlaka sonuç olarak, yaptığım işte, yani bütün hayatımı aklımı işletmekte ve kabul ettiğim metodu güderek gücümün yettiği kadar hakikatın bilgisinde ilerlemekte kullanmaya devam etmekten daha iyi birşey yapamayacağıma inandım" derken, Descartes, muvakkat bir ahlakın dahi, kendisi açısından sadece ve yalnız hayat pratiği değil, aynı zamanda ondan daha fazla olmak üzere, hakikatn temaşasına giden yolu araştırmada bir enstrüman olarak kullanıldığını göstermektedir. Ancak, bu, normal ve tabii addedilmelidir; zira, hakikatı aramak, Descartes'ın indinde, bir hayat pratiğidir.
Bibiliyografya
· Descartes., Oeuvres et Lettres., İçindeki eserler: 1: Régles Pour La Direction de L'esprit; 2: Discours de La Méthode; 3: La Dioptrique (Six premier discours); 4: Les Météores (Discours huitième); 5: La Géométrie (Livre lecond); 6: Méditaions - Objections et Réponses; 7: Les Passions de L'Ame; 8: Traité de L'Homme; 9: La Recherche de la Vérité par La Lumière Naturelle; 10: Letrres Choisies; 11: Entretien avec Burman; 11: La Mort de Monsieur Descartes. Textes Presentés par André Bridoux., Éditions Gallimard, Copyright 1953; Imprimé en Belgique, 1970
- Descartes., İlk Felsefe Üzerine Metafizik Düşünceler., Çeviren: Mehmet Karasan.,M.E.B. Yayınları., 3ncü baskı., İstanbul, 1967
-Descartes., Ahlak Üzerine Mektuplar., Çeviren: Mehmet Karasan., M.E.B. Yayınları., 3ncü baskı., İstanbul, 1966
- Descartes., Aklın İdaresi İçin Kurallar., Çeviren: Mehmet Karasan., M. E. B. Yayınları., İstanbul 1945
- Descartes., Felsefenin İlkeleri., Çeviren: Mehmet Karasan., M.E.B. Yayınları., 1943 (basıldığı yer belirtilmemiştir).
- Descartes., Metod Üzerine Konuşma., Çeviren: Mehmet Karasan., M. E. B. Yayınları., 3ncü baskı., İstanbul, 1967
- Hocaoğlu, Durmuş., Descartes'ın Fizik Anlayışı (Basılmamış Felsefe Yüksek Lisans Tezi)., İstanbul, 1986
- Hocaoğlu, Durmuş., "Descartes'da Matematizm ve Mathesis Universalis"., Bildirinin Sunulduğu Akademik Toplantı: 400. Doğum Yılı Nedeniyle René Descartes Sempozyumu., 11 Kasım 1996, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü., İstanbul. Bildirinin Yayını: Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü., 400. Doğum Yılı Nedeniyle René Descartes (1596-1650) İçin Düzenlenen Sempozyumda Sunulan Bildiriler., 11 Kasım 1996., İstanbul.
- Eralp, H. Vehbi., "Descartes Fiziğinin Temelleri"., İ.Ü. Yayınları: 99., Edebiyat Fakültesi Felsefe Semineri., "Felsefe Semineri Dergisi"., Sayı: 1; s. 87-152., İstanbul, 1939
- Laberthonnière., Descartes Üzerine Tetkikler., Çev: Mehmet Karasan., 2nci baskı., Kültür Bakanlığı Yayınları., Ankara, 1977
- Cottingham, John., Descartes Sözlüğü., Çevirenler: B. Gözkan, N. Ilgıcıoğlu, A. Çitil, A. Kovanlıkaya., Sarmal Yayınevi., İstanbul, Ekim 1996
- Fouillé, Alfred., Descartes., Paris., Librarie Hachette., 1906
Dipnotlar:
* Dr. Durmuş Hocaoğlu., Marmara Üniversitesi., Atatürk Eğitim Fakültesi
[1] Özlü bir irdeleme için, bkz: Durmuş Hocaoğlu., "Descartes'da Matematizm ve Mathesis Universalis"., s.37-40
[2] "Aklın İdaresi İçin Kurallar"ın ikincisi., Règles: II., Oeuvres et Letrres içinde., s.39, pr: 2
[3] Durmuş Hocaoğlu., Descartes'ın Fizik Anlayışı., s.91
[4] Descartes., Metafizik Düşünceler (Takdim Mektubu)., M. Karasan çev., s.109 - 111
[5] "Tabiat'a Hükmetmek" için, mesela, bkz: Descartes., Metod Üzerine Konuşma: VI., M. Karasan çevirsi., s.65., H. V. Eralp., "Descartes Fiziğinin Metafizik Temelleri"., s.102; Laberthoniére., Descartes Üzerine Tetkikler., s.167, pr: 2
[6] "... philosophie signifie l'étude de sagesse,.." Principes., "Lettre de L'Auteur., Oeuvres et Letrres içinde.,s. 557, pr: 2
[7] Descartes., Felsefenin İlkeleri., Önsöz (M. Karasan çevirisi., s.9, st:7-8)
[8] Descartes., Felsefenin İlkeleri., "Müellifin Mektubu"., M. Karasan çev., s.20-21., ayrıca, bkz: Principes., "Lettre de L'Auteur., Oeuvres et Letrres içinde., s.565-566
[9] Descartes., Felsefenin İlkeleri., "Müellifin Mektubu"., M. Karasan çev., s.21, pr: 2., ayrıca, bkz: Principes., "Lettre de L'Auteur., Oeuvres et Letrres içinde.,s. 566, pr: 2
[10] Descartes., Felsefenin İlkeleri., M. Karasan çevirisi., Önsöz (Müellifin Mektubu)., M. Karasan çevirisi., s.22, st: 1 v.dv.
[11] Descartes., Felsefenin İlkeleri., M. Karasan çevirisi., Önsöz (Müellifin Mektubu)., M. Karasan çevirisi., s.20
[12] Descartes., Felsefenin İlkeleri., M. Karasan çevirisi., I: 1, 2, 3., M. Karasan çev., s.28-30; Principes., Oeuvres et Letrres içinde., s. 571-572
[13] Descartes., Metod Üzerine Konuşma., M. Karasan çevirisi., Bölüm: III., s.25-29., Ayrıca, bkz: Discours., Oeuvres et Letrres içinde., Troisième Partie., s.141-144
[14] Bkz: J. Cottingham., Descartes Sözlüğü., "Ahlak" Md., s.32, pr: 1
[15] Alfred Fouillé., Descartes., s.148, st: 12-15
[16 ] M. Karasan., Metod Üzerine Konuşma'ya eklediği açıklamalar.,a.g.e.,s.131, pr: 2
[17] İnsan için Bilgelik (Hikmet, Sagesse), "insanın bilebileceği bütün şeylerin tam bir bilgisi" anlamındadır. Bunu filozof, şöyle tanımlamaktadır: "Hikmet sözünden de... insanın bilebildiği bütün şeylerin tam bir bilgisi anlaşılır." [ İlkeler: Önsöz., M. Karasan çevirisi., s.7., st: 4 v.dv., ayrıca, bkz: Principes., "Lettre de L'Auteur., Oeuvres et Letrres içinde.,s. 557, pr: 2
[18] Bkz: Descartes., Metafizik Düşünceler., M. Karasan çevirisi., Bölüm. IV., s.185, pr: 2; Principes., "Lettre de L'Auteur., Oeuvres et Letrres içinde.,s. 557, pr: 2- s.558
[19] Descartes., Felsefenin İlkeleri., M. Karasan çevirisi., Önsöz., s.7., st: 25
[20] Descartes., Felsefenin İlkeleri., M. Karasan çevirisi., Prenses Elisabeth'e sunuş yazısı., s.5.pr:2
[21] Prenses Elisabeth'e 6 ekim 1645 tarihli mektup; bkz: Descartes., Ahlak Mektupları., M.Karasan çev., s.61, pr: 1
[22] Mesela., bkz: Olivier Lacombe, Descartes., s.108 v.dv; Mehmet Karasan'ın "Ahlak Üzerine Mektuplar" için yazdığı giriş, s.V
[23] Descartes., Ahlak Üzerine Mektuplar., M. Karasan çevirisi., s.30-31., Oeuvres et Lettres., s.1192-193
|