MEDHAL. Maddiyyun mezhebi dalaletinin evsafı umumisini beyan eder
Materyalizm; eşyayı, hayatı, insanı, toplumu, ruhiyatı, hayvanatı, nebatatı ... ilh her şeyi, topyekun varlık alemini, bütün oluşları "madde" açısından inceleyen, bütün bunların hem kendisini, hem de sebeplerini ve sonuçlarını son analiz safhasında madde'ye irca eden; maddenin bir ürünü, fonksiyonu ve bizatihi kendisi olarak kabul eden; madde'ye ise "kendinde ve kendinden", zaruri ve ünik (:yegane), kadim, ezeli, ebedi, layemut objektiv bir realite olarak iman eden muhtelif fikir sistemlerinin müşterek ve umumi ismi olarak anılagelmiştir.
Materyalizm, bütün insanlık tarihinin en eski, en köklü düşünce disiplinlerinden birisi olmak hüviyetini daima muhafaza etmiştir ve bu özelliğini bundan sonra da muhafaza etmeye devam edecektir; bu satırların müellifinin halisane kanaati budur. Şu sıralarda moda olduğu gibi, her yazısında "materyalizmin işini bitirdiğini" iddia eden, galip ihtimal ile iyi niyetli ancak ilim ve felsefenin ne idüğünden bihaber safdillerin çığırtkanlıklarına katılmıyorum: materyalizm, bir felsefi modus, bir fikir ve inanç sistemi olarak - ne kadar olacağını kestiremem, ama uzunca bir süre daha - insanlığın gündemindeki yerini korumaya devam edecektir. Fakat, onun "ilim" ve/veya "ilmi" olmak iddiası bitmiştir: devam ettiremeyeceği budur.
I. FASL-I EVVEL. Maddiyyun mezhebi dalaletinin asli elemanlarını beyan eder
Evvela, maddiyyun mezhebinin iki vechesini tebarüz ettirmekle işe başlayalım; METOD ve ONTOLOJİ. Bu iki veche, birbirinden radikal olarak kopuk, bağımsız kompartmanlar olarak algılanmamalıdır; zira materyalizmin metod ve ontoloji vecheleri arasında çok sıkı bir korelasyon vardır.
METOD olarak materyalizm, tabii fenomenlerin incelenmesi ve açıklamasına yönelik olup, ONTOLOJİ olarak ise materyalizm, "varlık" probleminin çözümüne yöneliktir.
I.1: MATERYALİST ONTOLOJİ: Materyalist ontoloji, aynı zamanda materyalizm'in amentüsüdür ki iki kısımdan müteşekkildir: Materyalist Ünikizm ve Materyalist Monizm.
Materyalist Ünikizm (yeganecilik): Beş duyu ile idrak edilen "bu dünya", zaruri olarak mevcut olan tek ve biricik, yegane (:ünik) dünya'dır; sadece bu dünya, başka dünya yok!
Materyalist Monizm (bircilik): Bu dünya, hey'eti mecmuası itibariyle madde'den ibarettir. Yani mono-blok, homojen, izotrop, zaruri bir varlık sferi söz konusudur ve bu varlık sferinde "her şey" madde ve maddi'dir.
I.2: MATERYALİST METOD: İşbu ünik ve monist materyal varlık sferi'nin, yani "natura"nın bütün çalışma mekanizması da materyal olmak zorundadır. İmdi: mademki bütün varlık materyal'dir, o halde bütün oluşlar da zaruri olarak materyal olmalıdır. Bütün oluşlar, yani topyekun naturel fenomenler (esasen bütün fenomenler natureldir) maddi fenomenlerdir. Binaenaleyh, materyalizm, tabiatın (yani bütün varlıgın) incelenmesi ve açıklanması için tek ve biricik ilmi metod'dur.
Materyalizmin bu iki vechesi arasındaki sıkı korelasyona ragmen, metodik veche ontolojik vecheden daima daha tutarlı olmuştur. Bir ontoloji olarak, yani topyekun varlıgı tahlil etmek açısından hemen daima başarısızlıkla karşılaşılmasına mukabil, bir metod olarak materyalizm daha tutarlı ve başarılı olabilmiştir. Bir paradoks gibi görünebilecek bu iddiayı detaya girmeksizin kısaca izah etmek kabildir: ontolojik materyalizmin a priori olmasına karşılık metodik materyalizm a posteriori'dir.
I.3: MATERYALİZM'iN TEMEL KATEGORİLERİ: Bu kategorileri, Madde, Uzay, Zaman ve Hareket olarak belirleyebiliriz. Bu listeye Kuvvet ve Enerji de dahil edilebilecegi gibi, hepsini bir tek kategoriye, "madde"ye, irca etmek de kabildir. Bu, bizim sevimli Karadenizli Temel'imizin bütün balıkları hamsi'ye irca etmesine analogdur. Madde; cevherdir (Substance), diger kategoriler ise araz (accident). Uzay ve Zaman: Maddenin var-oluş şekli; Hareket: Maddenin intikali; Kuvvet: Maddenin intikalinin motivasyonu; Enerji: Maddenin farklı bir niteligi v.s... Bu kategorilerin tefsir tarzı hemenhemen bütün materyalist ekollerde birbirine yakındır. Burada dikkati çeken husus, teferruattaki farklılıklarına mukabil, bütün materyalist ekollerin materyalist ünikizm ve monizm'i korumaktaki dikkat ve kıskançlıklarıdır: Varlık ve oluş'a ait hiç bir şey madde'nin dışında bir başka illet ile izah edilemez, daha doğrusu edilmemelidir. Buna, dogrudan veya dolaylı teşebbüs etmek veya zımmen, gayri ihtiyari sebep olmak, "metafizige kaymak" gibi agır bir suç ile itham edilmesini intac eder. Zira, materyalist terminolojide "metafizik", ilhad'dır, zındıklık'dır, küfür'dür, materyalist iman'ın yokolması'dır ve dahi böyle bir kafirin kanı helal, katli vacibdir.
Bu hususda, en radikal ekol, Marksist ekol olmuş, Engels ve hassaten Lenin, metafizige açık kapı bırakarak dalalete saplanan mekanist materyalistlere karşı cihad-ı şeytani ilan etmişlerdir. Bunlara, fasl-ı salis'de hulasaten temas edilecektir.
I.4: MATERYALİST EPİSTEMOLOJİ: Materyalist ontoloji'nin lazımı gayri müfariki ve mütemmimi olan materyalist Epistomoloji'nin hemen bütün ekoller için müşterek olan karakteristikleri şu şekilde hulasa edilebilir:
Bilgi'nin kaynağı (Sensüalizm). Bilgi'nin kaynağı "duyu verileri"dir; duyu verileri ise maddi nesnelerden kaynaklanır. Binaenaleyh bilgi'nin kaynağı madde'dir. Bilgi, maddi nesnelerin insan zihnindeki yansıması ile elde edilir. Bu itibarla fıtri bilgi (ideae innatae) ve nakli bilgi (vahyi bilgi) söz konusu olamaz. Sensüalizm, materyalist epistemoloji'nin ünikizm'idir; madde, bilginin ünik (yegane) kaynagıdır.
Bilgi'nin mahiyeti: Materyalizm'in gerek epistemolojik ve gerekse topyekün sistem olarak en ziyade zorlandıgı felsefi problemdir. Şöyle ki: Ortodoks mekanistlerin ekserisi bilginin "bizzat kendisinin"de "madde" ve "maddi" olduğu eğilimindedir (de La Mettrie'nin meseli meşhurunda zikredildiği üzere, öd kesesinin öd salgılaması gibi beyin de bilgi salgılar; bilgi de öd gibidir: rengi, kokosu, tadı v.s ile bir materyal nesnedir). Bu zavallı iddianın materyalist felsefeyi hangi batağa sapladıgını farkeden diyalektikçiler - bilhassa Lenin - bunu şiddetle reddetmiş ve bilginin kaynak itibariyle maddi ve fakat mahiyet itibariyle gayri maddi oldugunu ısrarla vurgulamışlardır.
Bilginin değeri (Gnostisizm): Hemen bütün materyalist ekoller bu konuda müttefiken gnostikdirler. Bilgi, maddi nesnelerin zihindeki yansıması olup, bu yansıma "aslının aynıdır". Yani zihnimiz, bize, maddi nesnelerin aslına sadık bilgisini vermektedir. O halde, fenomenal olanla numenal olan ayrı degil, aynı'dır; bu husus, materyal dünyanın ünik ve monist karakteri ile örtüşür. Materyal dünya zaruri, kendinde ve kendinden, kadim ve layemut yegane varlık sahnesidir, başka bir dünya (mesela bir idealar dünyası = alemi misal, veya bir mead = ahıret) yoktur: Materyalist ontolojinin ünikizmi; bu dünya ise sadece ve yalnız ve ancak madde'dir: Materyalist ontolojinin monizmi; bilginin kaynagı sadece ve yalnız ve ancak madde'dir: Materyalist epistemolojinin ünikizmi; bilgi, maddi nesnelerin sadık yansımasıdır: Materyalizmin epistemoloji ve ontolojisinin senkronizmi; ve, bütün bunların zaruri bir sonucu olarak ise, zaruri, kendinde ve kendinden, kadim ve layemut, ünik ve monist işbu maddeler dünyası, düşünen madde (yani insan beyni) üzerindeki sadık in'ikasları olan "insan bilgisi" ile kamilen ve hakkıyla bilinebilir: Materyalist GNOSTİSİZM. Balada zikredilen hususat, materyalist gnostisizmin kaynağını ve illetini teşkil eder, ancak bu pek cür'etkar iddia aşılması muhal bir problematiği de vaz'etmiştir ki o da bu gnostisizmin fiili (aktuelle) olarak bir değer taşımadığıdır. Ancak bu arada, bilginin mahiyet itibariyle maddi olup-olmadığı hususundaki şiddetli tartışmaların, materyalist ontoloji ile epistemolojinin senkronizmi hilafına neticelere yol açtığını tebarüz ettirmek icap etmektedir.
II. FASL-I SANİ: Maddiyyun Mezhebi dalaletinin safahatı tarihiyesini beyan eder
Materyalizmin tarihi gelişimini üç safhaya ayırmak kaabildir: Mekanizm öncesi dönem, mekanizm dönemi ve mekanizm sonrası dönem. Bu tasnifin, dünyevi ilimlerin - hassaten fiziğin - gelişme seyrine paralel bir tasnif olduğu, hatta fizikalist bir tasnif olduğu söylenebilir ki kısmı azamı itibariyle doğrudur. Zira materyalist düşünce, ağırlıklı olarak fizikalist karakterdedir: Her şeyi, her türlü varlık ve oluş'u son safhada "phusis"e irca eden bir düşünce sistemi için bunu tabii addetmek icap eder.
II.1: Birinci safha: Mekanizm öncesi: Materyalizmin spekülatif dönemi. Materyalizmin en uzun çağıdır; klasik fiziğin, mekanist çağın tesisine kadar olan dönemi kapsar. Yunan felsefesi öncesinde dini doktrinler şeklinde arzı endam eden materyalist tavırları şimdilik nazarı itibare almayacak olursak felsefi materyalizmin Yunan-ı kadim ile başladığını söyleyebiliriz. Bu uzun peryodda felsefi materyalizmin en belirgin özelliği spekülatif oluşudur: İnsanlığın bilgi birikimi itibariyle henüz emeklemekte olduğu bu çocukluk çağında başka türlüsünü beklemek de zaten muhale talip olmak olacaktır. Ancak şunu da teslim etmek gerekir ki, diğerleriyle birlikte materyalist felsefi problemlerin çoğu da bu dönemde temellendirilmiştir.
Bu babda zikre şayan en bariz ekoller olarak oluşçu Milet (İyonya) ekolü ve Atomistler ele alınabilir. (Aslında kadim Yunan'ın alel-ekser düşünce tavırlarında materyalizmin izlerini tesbit etmek mümkündür; öyle ki Yunani teoloji bile antropomorfist yani materyalist karakterlidir). Bu arada "idealist diyalektikçi" Herakleitos ve realist Aristoteles'i de bu fasılda anmak gerekir. Bu felsefi cereyanların etkileri İslam dünyasında Dehriyyun, kısmen de (kısmen; zira bunlar deist'tir) Tabiiyyun'a kadar uzanır.
İmdi; bu dönemin en önemli problemleri hulasaten şu şekildedir:
a) Arke (mebde') problemi: Alem'in "ibtidası" konusudur. Milet ekolü'nden Thales için bu arke su, Aneximandros için Apeiron (ne olduğu belirsiz) ve Aneximenes için ise hava'dır. Herakleitos bunun ateş olduğunu söyler; ama ona göre aslında alemin başı-sonu olmayıp ateşle başlayıp ateşle biten bir sonsuz çevrim söz konusudur. Atomistler bir ibtida kabul etmezler.
b) Boşluk-Doluluk ve Hareket problemi: En önemli problemlerdendir. Bu konuda tesirleri bugüne kadar ulaşan iki temel görüşü zikretmek gerekir. Birincisi: Alemde her şey maddedir, binaenaleyh boşluk yoktur. Boşluk gibi görünen şey, aslında esir ile doludur ki esir de şeffaf ve latif bir madde'dir, hatta maddi cisimlerin temel elemanları olan anasır-ı erbaa (toprak, su, hava, ateş)'nın özüdür. Bu fikir oldukça yaygındır ve Milet ekolü, Herakleitos, hatta tam materyalist sayılamayacak Pisagor ekolü ve Aristoteles tarafından savunulmuştur. İkincisi: Alemde her şey maddedir, ancak dop-dolu (masif) bir kozmos'da "hareket" izah edilemez. Binaenaleyh doluluk ile birlikte boşluk da zaruridir. Bu ise Atomistlerin (proto-atomist Empedokles, Anaxagoras ve Abdera'lı Leukippos ve Democritos) ortak görüşüdür. Dolu, masif, pür-maddi bir kainat tasavvuru materyalist monizm noktai nazarından tutarlı olmakla beraber "hareket" fenomeninin rasyonel bir izahını yapmakda çok büyük sıkıntılara yolaçmaktaydı. Böyle bir durumda ya bazı tutarsızlıklara katlanılacak ya da Elea okulu gibi hareket toptan reddedilecekti. Nitekim bu konuda - tam bir maddeci olduğunu söylemek imkansız olan - Aristoteles'in hareketi izahı çok girift, muğlak ve müphem kalmıştır. (Aynı şey, ondan binlerce yıl sonra, bir anti-materyalist olan, ancak, materyal bir kozmos tablosu çizen Descartes için de variddir; onun masif bir ortamda hareketi izah etmek için vaz'ettiği Girdaplar Teorisi bir hilkat garibesidir.).
Materyalist felsefenin - hatta bütün felsefelerin ve fiziğin - karşılaştığı en zorlu problemlerden birisi olan işbu doluluk ve boşluk problemi materyalist monizm için büyük bir tehdit oluşturmakla kalmamış, bugüne kadar da çözülemeyen bir antinomi olarak kalmaya devam etmiştir.
Maddi kainatın temel yapı-taşları olan bu bölünemez partiküller (Empedokles: morion, Anaxagoras: spermata, Democritos: atoma olarak isimlendiriyor) ve bu partiküllerden müteşekkil cisimlerin boşluk'da yer değiştirmesi hareket'i hasıl eder. Bu, oldukça tatminkar görünen açıklama çözülmesi pek zor olan şu problemi vaz'etmektedir: "Boşluk" denen şey gerçekden "boş" ise bu "yokluk" demektir ki o zaman "varlık'ın yokluk içinde olduğu" gibi paradoksal bir hükme varılması kaçınılmaz olur. Bundan olacak ki Ortaçağ filozofları bu bağlamdaki bir mutlak boşluk için "horror vacui = ürkütücü boşluk" deyimini kullanmışlardır. Ayrıca böylesi bir boşluk fikri, alemin madde'den ibaret olduğu şeklindeki materyalist monizm'i de paramparça edecektir; alem monist değil düalist olmak durumundadır. Aslolan "gayri maddi boşluk" olup, maddi nesneler bu boşluk okyanusu içinde serpiştirilmiş seyrek adacıklardır. Bu sıkıntıdan kurtulmanın yolu, boşluk'u esir ile doldurmakdır. Esir, katıksız, halisüddem bir spekülasyondur; kimse onun ne olduğunu tam olarak tasvir edemez. "Oyleler oyle olur": Boşluğu doldurur, ama harekete mani olmaz, ışığı geçirir, ağırlığı, rengi, tadı, kokusu vs. de yoktur. Adeta külliyen yoktur; ancak vardır ve boşluğu doldurur. Temelleri kadim Yunan'dan da kadim olan bu acaip esir tasavvuru, ancak 19'ncu asrın sonlarında fizik ilminin gündeminden çıkarılmıştır (Lenin bu tasarımı materyalizm ve Ampiryokritisizm'de, fiziğin ilmen materyal bir esir kavramını reddetmesinden sonra da savunmaya devam etmiştir.)
c) Kozmogoni problemi: Kozmogoni (evren-doğum) problemi, iki farklı şekilde ele alınmıştır: Birincisinde, kaos'u düzenleyerek bir kozmos'a dönüştüren "ilk illet", "ilk hareket ettirici" kabul edilmiştir. Anaxagoras'da bu "nous"dur, Herakleitos'da - biraz farklı bir şekilde "logos". Aristoteles'in "ilk muharrik" kavramı dahi bu sınıfa dahildir. İkincisinde, kozmos için bir "başlatıcı" kabul edilmemiştir. Democritos bu kanaattadır. Buradaki fundamental problem maddenin ataletinden kaynaklanmaktadır. Hareket maddenin ayrılmaz bir vasfı mıdır, yoksa bir arazı mıdır? Maddenin, kendiliğinden hareket etme kabiliyetine sahip olup olmadığı çok tartışılmıştır ve bedihi olan husus, maddenin atalete sonsuz bir meyli oluşu ve hareketin illetinin maddenin dışında olmasıdır. İmdi, topyekun kozmosu ele alırsak; bütün olarak harekete bir defa başladıktan sonrasını izah etmek bir dereceye kadar kolay, ancak o "ilk tahrik" nereden, nasıl, kimden geldi sorusu cevapsız kalmaktadır. Ya bir "ilk muharrik" kabul edilir - ki metafiziği meşru kılar - veya kestirme bir cevap verilir: ne bir ilk hareket vardır, ne de bir ilk muharrik! Madde - yani tüm maddi dünya - ezelden beri hareket halindedir, zira ünik ve monist materyal dünya aynı zamanda kadim'dir.
Böylece, kozmogoni problemi, alemin kıdem'i problemine dönüşmüş olmaktadır.
d) Alemin Kıdem'i problemi: Kadim Yunani kozmolojinin iki bariz karakteristigi vardır. Birincisi, Yunan'ın kafasının mücerret'i kavramakta zorlanmasıdır. Yunan adamı müşahhas'a itibar eder; bunun içindir ki Yunani teoloji dahi antropomorfisttir ve yine Yunan'da matematik güdük kalmıştır. İkincisi de, birincinin sonucu olarak, "yaratma" fikrinin yokluğudur. Yunan adamı, "hilkat"ı kavrayamamıştır. Bunu Parmenides prensip haline getirmiştir: Hiçbir şey olmadan bir şey çıkmaz. "Halık Tanrı" kadim Yunan'ın en keskin zekalı filozoflarının bile kafasına sığmayacak kadar büyük bir fikirdir. Bu sebeple, aleme kıdem atfedilmiş, yani ezeli kabul edilmiştir. Burada yeri gelmişken şunu da belirtmek isterim: "İlk muharrik" kavramı bir "yaratan Tanrı" gibi algılanmamalıdır; O, olsa-olsa bir hareket ettirici, düzenleyici, ezelden beri mevcut ancak muattal ve dağınık, formsuz olan maddi kaos'u hareket ettiren bir muharrik, düzenleyen, imar eden bir mimar (Demiorgus) olup bütün işi kaos'u kozmosa dönüştürmekten ibarettir.
Materyalist felsefenin kendi iç-tutarlılığı açısından aleme kıdem (ezeliyet) atfetmesi makul bir davranış olarak addedilmek icap eder. Böylece "yaratma" ve "yaratılış" problemi de ortadan kalkmakta veya en azından "imar" problemine indirgenmektedir. Böylece uzay ve zaman'ın da bizatihi sonsuz olduğu kabul edilmiş olmaktadır. Filhakika o çağların ilmi birikimi açısından alemin ne kadim ve ne de hadis olduğunun kanıtlanması mümkündür; ilmi olarak her ikisi de eşit değerde yahut eşit derecede muallaktadır. Ancak ünik ve monist maddi alemin kadim ve kendinden bir varlık oluşu, ondaki çok sıkı rasyonel düzeni açıklamak hususunda yetersiz kalmış ve bu konu, maddiyyun mezhebinin en eski baş ağrılarından birisi olagelmiştir.
e) Alemin hudutları problemi: Alemin hudutlarını zaman ve mekan itiariyle iki kısımda mütalea etmek icap eder. Alemin zamanda mahdut (sınırlı) olup-olmadığı, "kıdem" problemidir ki biraz önce temas edilmişti. İkinci hususa, yani alemin mekan itibariyle mahdut olup-olmadığına gelince: Kadim maddecilerin bir kısmı sınırlı bir alem tasavvur etmiş (Miletliler), bir kısmı ise aleme bir hudut çekmemiştir (Atomistler). Sınırlı alem tarafdarlarının daha ziyade, kürrevi bir kozmolojiye mütemayil oldukları ve ekseriyet itibariyle de arzı kozmosun merkezine yerleştirdikleri göze çarpmaktadır. Kürrevi bir kozmoloji tasavvuru Yunan'ın geometrizminden mülhemdir; zira kürre, en ideal geometrik form olarak bilinir. Dünyanın kozmosun merkezinde addedilmesi (Geo-Centrism) ise iptidai astronomik gözlemlerin tabii bir neticesidir. Astronomi ve fiziğin bu çocukluk çağında, bütün yıldızların ve güneşin muntazaman dünyanın etrafında deveran ettiğinin sanılması yadırganmamalıdır. Hatta kürrevi bir kozmos telakkisi bile bununla ilintilidir. Arz ise ekseriyetle kendi etrafında dönmeyen bir küre olarak kabul edilmiştir. Ancak Thales'in evren tablosunun yuvarlak bir gök kubbe altında düzlemsel bir toprak arzdan, Anaximandros'un ise kürevi kozmosun merkezinde silindirik bir arzdan oluştuğunu belirtelim.
Sınırsız kozmos modeli, açık bir kozmosdur: böyle bir kozmosun hudutları olmadığı için, haliyle merkezi de mevzuu bahs olmayacaktır. Ancak böyle bir kozmosda dahi güneş dünyanın etrafında deveran etmektedir. Sınırsız kozmos modeli, sınırlı modelin getirmiş olduğu "sınırın ötesi" problemini radikal olarak ortadan kaldırdığı için materyalist düşünce açısından daha tutarlıdır.
Antik düşüncede sınırlı kozmos modelinin şahikası - hakiki manada materyalist bir düşünce temsilcisi sayılamayacak olan - muallimi evvel Aristoteles'inkidir. Bu kozmoloji, arz-merkezli (geo-centric) bir kozmoloji olup, iç-içe geçmiş soğan tabakaları gibi muhtelif mikdarlarda kürelerden oluşmuş, tamamen (masif) dolu, boşluksuz bir materyal dünya anlayışına dayanır. Cisimler arasında boşluk gibi görünen şey, aslında esir ile doludur. En son küre tabakasının "ötesi" zaman ve mekan'ın bittiği yerdir: Orada ne zaman vardır, ne hala ve ne de mala. Bütün mükevvenat, kendisi dönmeyen (sabit) bir küre olan arzın etrafında namütenahi surette deveran eder. Aristo'nun bu kozmolojisi, daha sonra İskenderiyeli Ptalemaios (Batlamyus) tarafından bir mikdar tadil edilmiş haliyle bütün antik (kadim) çağ ve Ortaçağ boyunca şark ve garp dünyasına hakim olmuş, hatta Yeni Çağ'ı da bir miktar atlayarak Copernicus ve Kepler'e kadar uzanmıştır.
Ancak Aristo'nun çok yıkıcı bir etkisini burada anmadan geçmek hatalı olur: Üstad, işbu kürrevi kozmos'u bünyevi olarak "ay-altı" ve "ay-üstü" olmak üzere iki ayrı parçaya ayırmak suretiyle fiziki dünya'ya bir düalizm getirmiştir. Bu iki ayrı alem müşterek bir kozmos'u teşkil etmekle beraber kanunları ve işleyiş mekanizmaları farklıdır. Bu düalist evren tablosunun yıkılarak fiziki dünyanın monizminin sağlanması, yani "yer fiziği" ile "gök fiziği"nin birleştirilmesi ilmi planda Copernicus, Brache, Kepler ve Galilei'nin mesaileriyle mümkün olabilmiş ve felsefi planda da Descartes tarafından meşrulaştırılmıştır.
II. 2. Mekanizm dönemi: Materyalizmin ilmileşmesi:
Miladi onaltıncı asırdan itibaren garb dünyasında tomurcuklanmaya başlayan, serpilip gelişerek yirminci asıra kadar ulaşan çağ bilim tarihinde "klasik fizik dönemi" veya "mekanizm dönemi" olarak anılır. Bunun sebebi, bu dönemin hakim ilmi karakterinin mekanik anlayış olmasıdır ki temelleri onaltıncı asırda atılmaya başlanmakta birlikte olgun şeklini onyedinci asırda almıştır.
Miladi 571'de felsefe mekteplerinin resmen kapatılmasıyla garbda yerini "theosophie"ye terketmeye başlayan "philosophie" beşeri tefekkürü ilerletmekden ziyade kilise doktrinini meşrulaştırmaya uğraşmıştır. İmdi: Renaissance ile "yeniden doğan" ve kilisenin taktığı bin yıllık at gözlüklerini çıkarıp eşyaya yalınkat gözlerle bakan garp mütefekkirinin alemde ilk fark ettiği şey mihaniki davranmış olmuştur: "Bu cihan, koca bir mekaniksel saatden ibarettir." İşte yeni at gözlüğü: MEKANİZM!
Aslında, garbın bu yeni at gözlüğünü takmasını bir bakıma normal ve tabii bir vetire olarak kabul etmek mümkündür; filhakika, O, ilmi ve felsefi düşüncenin gelişmesinin iptida döneminde yakalandığı bir "çocukluk hastalığı"dır. Bunun en bariz sebeplerini ikiye indirgemek kabildir. Birincisi, insan müdrikesinin müşahhas olanı kavramaktaki yatkınlığıdır. Nasıl ki fert olarak insanın müşahhasdan mücerrete yükselmesi onun zihni ve ilmi terakkisine paralel ise, insanlığın müşahhasdan mücerrete yükselmesi de beşeriyyetin zihni ve ilmi terakkisiyle alakalıdır. İlmi bilginin henüz alt basamaklarında bulunan insanlığın fenomenleri "açıklarken" - ki ilim budur - müşahhas olan'a meyletmesi tabii bir davranıştır. İkincisi de, bütün fıziki fenomenler içinde en "bariz" olanların "mekaniksel" karakterdekiler oluşudur. Nitekim, mekanist doktrinin açıklamakda nefesinin tıkanmasına sebep olan öteki fiziki fenomenler (mesela elektriki, magnetik, atomistik, kuantik, relativistik fenomenler) ile yüzyüze gelinebilmesi için henüz vakit erkendir. "Şu anda" en göze çapranlar çok katı mekaniksel fenomenlerdir. Bu durum, hakiki mahiyeti itibariyle mekaniksel olmayan fenomenlerin dahi mekanizm'e irca edilmek suretiyle izahına çalışılmasına yol açmıştır.
Garb'da binyıldan daha ziyade süren Hristiyani akaidin hakimiyet döneminde kadim düşüncelerin kısmı azamı küllenmiş, yalnız Aristoteles fizik anlayışı ve tadilata uğramış kozmolojisi onaltıncı asra kadar ulaşmıştır. Bu kozmolojiye karşı ilk şiddetli taarruz Nicolaus Copernicus'dan geldi. Onun yaptığı radikal semavi inkılap dünyayı mukaddes tahtından indirip onun yerine güneş'i mükevvenatın merkezine oturtmak ve Aristoteles'in bütün feleklerini silip atmak olmuştur, yalnız bütün alemin sınırı olan son felek'e (felek'-ül eflak) dokunulmamış ve kozmos'un kürrevi şeklini muhafaza etmesine müsaade buyrulmuştur. Copernicus'un bu güneş-merkezli (Helio-Centric), kürevi kozmos tasviri ana hatları itibariyle Aristotelien kozmolojinin izlerini taşıyor olmakla beraber hakiki bir inkılab karakterinde olup, kendisini de aşarak tam bir "semavi ihtilal" hüviyetine sahip olacak olan Kepler kozmolojisini de hazırlamıştır. Tyeho Brache ve talebesi ve muakibi Jonannes Kepler'in işbu semavi ihtilaline gelince: Onun öncülleri veya mürşidleri üç tanedir. Birincisi, Copernicus'un Aristotelien kozmolojiyi sarsması, ikincisi Türkistanlı şair, matematikçi ve astronom, Timuroğulları hükümdarı Muhammed Taragay'ın (Uluğ Bey) astro-fızik hesap ve gözlemlerinin verdiği ilmi birikim ve nihayet üçüncüsü İtalya diyarından Giordano Bruno'nun Aristotelien kozmolojiyi filozofik olarak çökerten şiddetli radikalizmi. Bruno, bir fızikçi değil fılozofdu ve Copernicus'u da aşarak sınırlı, kürevi kozmos tablosunu paramparça etmiş ve sonsuz, ne bir merkezi ve ne de bir hududu olan yeni bir kozmos tasvirini gerçekleştirmişti: Bu, öylesine bir sonsuzluktu ki sonsuzluk itibariyle Tanrı'ya muadildi. (Bilahare kilisenin gazabının verdiği korku ile bu iddialarını te'vile teşebbüs etmişse de ilhadı sabit görülerek 1600 yılının şubat ayında Roma'da diri-diri yakılmıştır.) Bütün bu alt-yapı'nın üstüne "kendisini" de ekleyen Kepler bütün semavatın mekanizmasına ait önemli ipuçları elde etmeyi başardı: Ucu-bucağı olmayan, sonsuz kozmos güneş gibi yıldızlardan mürekkep sistemlerden oluşuyordu. Böylece etrafında gezegenlerin dönendiği yıldız sistemleri ortaya çıkmıştı. O, aynı zamanda güneşin de kendi gezegenlerinden ibaret minik bir sistem oluşturduğunu bulmakla kalmadı ve fakat bu sistemin çalışma mekanizmasını da ilk defa başarılı bir şekilde formüle etmeye muvaffak oldu. Artık onyedinci asrı miladideyiz: Renaissance'ın romantizmi sona ermekte, garb tefekkürünün ayakları yere değmeye başlamaktadır. (Şarkda ise tefekkür, maalesef, maateessüf ve dahi heyhat ki sönen bir mum gibidir).
Bu meyanda iki filozofu zikretmeden geçemeyiz: Rasyonalizmin üstad-ı azamı, modern Evropa felasifesinin pederi meşhuru Renei Descartes ile empirizmin ve indüktiv metodun piri Francıs Bacon. Her ikisinin ortak özelliği, garp irfanının dikkat nazarlarını "bu dünya"ya çevirmesi olmuştur; Descartes ilme matematik düşünce'yi, Bacon deney'i tavsiye ve teklif etmiştir (hakikat halde fızik-dünya bilimleri bu iki metodu da kullanmıştır). Descartes'in en büyük hizmetlerinden birisi de fizik-dünyanın monizminin felsefi meşruiyetini saglamak olmuştur. Bu ona gelinceye kadar girişilen teşebbüslerin en mükemmelidir: Bu cihan, bu kozmos, ucu-bucağı olmayan sonsuz ve sınırsız, tamamen mekaniki ve monizmi meşrulaştırılmış bir dünyadır.
Ok bir defa yayından çıkmıştır artık: Bundan sonra Galileo Galilei ve Isaac Newton'ın omuzlarında Klasik Fizik bütün ihtişamıyla yükselecektir.
İmdi burada işbu "mekanik" tabirini kısaca açalım. "Mekanik" kelimesi Grekçe "mechanicos"dan gelir ki lugat anlamı "makina"dır: Bilinçle alakasız, çalışan bir ünite. Klasik fizik de bize, bu fizikdünyanın materyal ve bilinçsiz, kendi kendine çalışan bir makina olduğunu göstermiştir. Fakat kelimenin terim olarak anlamı, klasik fizigin etkisiyle, olması gerekenden daha dar bir muhtevaya sahip olmuş ve klasik fizikle sınırlanmıştır.
Klasik fiziğin temel dayanakları şunlardır: Evren (kozmos) mekan itibariyle sonsuz olup doluluk yanında boşluk da vardır (ancak boşluk ne olduğu tam bilinmeyen, fakat behemehal maddi olması icap eden esir ile doludur). Bu "esir ile dolu" olan boşluk "uzay" dır. Uzay (feza), üç boyutlu olup, bizatihi ve mutlak bir varlıktır. Maddi nesneler bu uzay içinde serpiştirilmiş olup bunların davranışları, Newton'un Hareket Kanunları ve Üniversal Gravitasyon kanununa uyar. Bu kozmosdaki her şey öylesine maddidir ki ışık dahi mini-minnacık maddi partiküllerden ibarettir. Zaman sonsuz bir nehirdir ve kainatın zamanda da bir başlangıcı ve nihayeti yoktur. Zaman da uzay gibi, bizatihi ve mutlak bir objektiv varlık sahibidir. (Mutlak terimi, bu iki temel fiziki kategorinin her türlü referans sistemi için aynı, yani sabit olmasını ifade eder). Fizik- dünyanın geometrisi Euclidien'dir. Uzay, zaman ve maddi kütleler yaratılmadığı, gibi yok da edilemezler. Bu "koca makina"nın, çalışmak için hiç bir süper-natürel, transandantal mercie ihtiyacı yoktur: O, tamamiyle kendi-kendine yeterli bir kapalı sistemdir. Ancak, yine de "çalışmasına başladığı ilk an" problemi halledilememiştir. Newton, kendi kanunlarının sadece bir düzenin çalışmasını izah edebildiğini, fakat bu çalışma düzeninin nasıl kurulduğunu izah etmekten uzak olduğunu kabul etmiş, Laplace, Tanrı'nın yaratıcı olduğunun kabule şayan olmakla beraber evrenin başlangıçdan beri çalışmakta olduğunu ileri sürmüştür. Eğer bu böyle ise, Tanrı'nın yapacağı hiç bir iş yoktu ve Tanrı inancı sadece bir zihin lüksünden ibaret kalıyordu. Descartes'in, 'Tanrının zaman ve mekan, yani bütün "varlık sferini" her an, sürekli, yaşatıp-yok ettiğini öneren Creation Continue (daimi yaratma) ilkesi pek etki bırakmamıştı. Deney (deney derken gözlem'in de dahil olduğunu hatırlatalım) ve matematikden beslenen fizik, tabii olarak metafizik hakikatleri gündemine alamayacaktı.
Mekanizm, bu suretle, "Fizikalizm"e yol açmıştır. Şöyle ki: Descartes, monist varlık sferini parçalayarak ona ruh ve madde diye ap-ayrı iki kısımdan müteşekkil düalist bir veche vermiş, sonra maddi dünya'nın - yani kozmosun - monizmini sağlamıştır. Descartes felsefesinde ilk anda aykırı gibi görünen monizm ve düalizm budur. Descartes-sonrası garp felsefesi, bu varlık sferinin topyekun monizmini yeniden kurmaya girişmiştir: İdealistler "idealist monizm", materyalistler "materyalist monizm" peşinde koşmuştur. İmdi bu materyalist monizm, ruhi ve maddi dünyaları sadece maddi olan'a irca etmeye çalışmış olup, maddi olan her şeyi de "fiziki olan"a irca etmekle, topyekun varlık ve oluş mecmuası'nı "fiziki fenomenler"e irca etmiş olmakta idi: Fizikalizm - yani fizikicilik - kısaca budur.
Böylece materyalist düşünce, saglam bir ilmi baza oturmuş oluyordu. Madem her türlü varlık ve oluş "fizikal"dir ve fizikal olan (yani maddi olan) her şey ise ilmen bilinebilir, o halde "materyalizm" artık spekülatif bir iman degil, "ilmi" dir, hatta "ilmin kendisidir".
Bütün mekanist dönem, materyalist düşüncenin de aynı zamanda en güçlü dönemidir. Ve Hegel'in idealizmi de Kant'ın kritisizmi de güçlü yapılarına mukabil muteryalizmde radikal bir sarsıntıya yol açamamıştır. Hatta Hegel idealizmi, daha kavi, yeni bir materyalist ekole, diyalektik materyalizme bir nevi menba olmuştur.
Mekanizm çağı'nda bütün materyalist ekolleri aynı çatı altında toplamak şüphesiz imkan haricidir. Bu, materyalist felsefenin felsefi düalizmi'dir: Mekanist Materyalizm ve Diyalektik Materyalizm.
Bu iki mektep arasındaki fark ontolojik olmaktan daha ziyade epistemolojik ve metodiktir.
Ontolojik olarak her felsefe mektebi de ünik ve monist bir maddi varlık (ve oluş) fikrindedir. Bu mekteplerin her ikisi de madde'yi asli sübstans (cevher) olarak kabul etmekle sübstansiyel felsefe olmaktadırlar. Maddi dünyanın temel kategorileri olan uzay ve zaman, kendinden ve bizatihi mevcut olup sonsuzdurlar. Ancak bu konuda ayırım noktası, mekanist materyalizm açısından boş uzay ve zaman'ın ve maddenin mutlak sükunetinin imkanının kabulü, ve buna karşılık diyalektik materyalizmin bunları reddetmesidir. Ancak, "boş uzay" ifadesinden mutlak boşluk'un kastedildiğini, onun yine bir nevi madde olan esir ile dolu bulunduğunun farzedildiği unutulmamalıdır. Diyalektik maddiyyun, zaman'ın bizatihi mevcudiyetini tasdik etmekle beraber onu hareket'ten bağımsız olarak mütalaa etmemekte ve hareketin bir kriteri olarak kabul etmektedir. Hareket ise maddenin ayrılmaz bir vasfıdır; madde için asıl olan harekettir, sükunet izafidir. Halbuki mekanist maddeci okul maddenin, mutlak bir varlık olan uzay'a nisbetle hareketsiz kalmasını, yani mutlak sükunet halini kabul etmiştir.
Hareket konusundaki bu ayrılık, temelde evren'i idrak etmedeki, evren'e bakıştaki "metod" farkından ileri gelmektedir. İmdi; klasik fiziğin "madde" tanımındaki üç eleman - ki her iki mektep de bunları kabul eder - şöyledir: Her cisim uzay ve zamandadır, her cismin kütlesi vardır ve kainattaki toplam madde mikdarı sabittir (yani, madde, yaratılamaz ve yok edilemez, kadim ve layemut'dur). Bundan sonra Newtonist hareket konunları vaz edilir ki özü şudur: Madde ataletsiz'dir. Yani maddenin hareketinin "illeti" kendi dışındadır. Mekanistlerin kabul, diyalektikçilerin reddettiği; Lenin'in Newton'a "kafasız" demesine sebep olan; bu apriori ilke'dir. Esasen militan bir filozof olan Lenin'i bu derece öfkelendiren şey, bu prensibin metafiziğe, yani Tanrı fikrine açık kapı bırakmasıdır. Filhakika maddenin kendi hareketinin illetinin kendisinin dışında oluşu böyle bir fikri zaruri kılar; fakat ne yazık ki yapacak pek fazla bir şey de yoktur. Bu a priori ilke sayısız deneyle a pasteriorik olarak tasdik edilmiş, diyalektikçiler ise bütün iddialarına karşılık maddenin hareket illetinin kendisinden kaynaklandığını filozofik spekülasyondan maada ne bir ilmi a priori ilke haline getirebilmişler ve ne de tecrübi bir delil gösterebilmişlerdir.
Epistemolojik olarak materyalist mektepler arasındaki fark bilginin mahiyeti konusundan kaynaklanmaktadır ki bu ayrım, aynı zamanda ontolojik bir anlayış farkına da tekabül eder. Her iki ekol de "madde"yi, "ben'in dışında, onun idrak ve tasavvurundan bağımsız olarak, yani kendinde ve varlığı zaruri yani kendinden olarak mevcut olan ve bize duyumlarla verilen tek objektiv realite" şeklinde tanımlanmış, ancak problem "ben" konusunda çıkmıştır. Mekanist materyalizm "ben"in, yani ruh'un da bir maddi ürün olmakla kalmayıp kendisinin de maddi ve hatta madde oldugunda ısrarlıdır. Democritos anlayışının ihyası demek olan bu görüş ruhi olan'ı da menşe ve mahiyet itibariyle maddi olan'a irca etmekle alemin maddi monizmini muhafaza etmekle beraber, maddi olan'ı yine maddi olan'la tarif etmek suretiyle bir totoloji'ye saplanıyordu ki bu da epistemolojik ve ontolojik olarak şuur'un ve madde'nin müphemiyetine yol açıyordu. Diyalektik materyalizm bu totoloji'yi aşıp müphemiyeti gidermek için ruh'un (şuur'un) menşe itibariyle maddi fakat mahiyet itibariyle gayri maddi olduğunu, yani rengi, kokusu, kütlesi bulunmadığını, böyle olduğunu zanneden mekanist mektebin zavallı, safdil ve bönce davrandığını söylemiştir. Özellikle Lenin, bu konuda çok musır ve sabit-karardır. Ancak bu şekilde bir şuur (ben: ruh) tarifi mezkur totolojiyi aşarken kendisi yeni bir totoloji getirmiştir: Madde ve şuur karşılıklı olarak "birbirlerine nisbetle" tarif edilmiş olduklarından bu, matematikde bilinen iki bilinmeyenli tek denkleme müşabih bir totolojidir. Böyle bir tariften madde'nin de şuur'un da "ne idiği" değil, ancak "birbirlerine nisbetle ne idikleri" çıkarılabilir.
Böyle bir madde ve şuur anlayışının materyalist düşünce'de açtığı yara, alemin maddi monizminin parçalanması olmuştur. Gerçi ayrı bir "manevi alem" yoktur, ama keşke olsaydı. Hiç olmazsa en azından Cartesien anlamında bir varlık düalizmine karşılık "bu dünya"nın materyal monizmi korunurdu. Halbuki bir "alem-i misal" yoktur ve gayri maddi şuur/şuurlar işbu "alem-i şuhud"da mukimdir. Binaenaleyh alem-i şuhud, yani bu ünik kozmos, maddi olan ve olmayan'ın bir halitası, yani düalist bir varlık sahnesi olacaktır. Bu da varlık ve oluş'un monizmini temelden sarsacaktır.
Epistemoloji konusunda materyalist gnostisizm açısından her iki mektebin de zaafı, sonlu ve sınırlı beşeri akıl'ın sonsuz ve sınırsız olan'ı nasıl tamamiyle bilebileceği iddiasının tutarsızlığıdır. Madem ki materyal varlık sahnesi sonsuzdur, o halde bilginin obje alanı da sonsuz olacaktır. Sonlu ve sınırlı'nın sonsuz ve sınırsız'ı ihata edemeyeceği ayrıca izah edilmesi gereksiz olan bir bedahattır. Bu da, gnostisizm iddiasının fiili (actuelle) bir değer taşımadığını gösterir. Bu değersizliğin başka kanıtları da vardır: Bu dünya bize beş duyu ile "verilmiştir" Ancak, bu dünyanın exact idraki için bu duyuların kantitativ ve kalitatif olarak yeterli olup-olmadığını bilemeyiz. Yani: Bu dünyanın hakikaten ünik (yegane), monist (birci, yani, safi maddi) ve tam bilinebilen bir dünya olup olmadığı sensualizm'in cevaplayamayacağı kadar ağır sorulardır. Şu pek muhtasar irdeleme dahi materyalizmin ne denli doğmatik ve paradoksal oldugunu göstermeye kifayet edecektir. "Duyularımız alemi tam bilmeye muktedirdir" demek bir dogmadır; "algılanmayan yoktur" demek bir dogmadır; doğrudan algılanamayan uzay'ın var oldugunu söylemek bir paradokstur, bunun sonsuz olduğunu söylemek bir dogmadır (sonsuz algılanamaz) ve bir paradoksdur (hem algılayamıyorum, hem var diyorum, hem de algılayamadığım yoktur diyorum); zaman için de aynı şeyler variddir; beş duyu varlık'ı bilmeye yeter demek dogma'dır, sonsuz ve sınırsız'ı sonlu ve sınırlı akıl ile kalitativ olarak (hakkıyla) ve kantitativ olarak (tamamiyle) bilmek iddiası hem dogmatiktir, hem paradoksaldır. v.s., v.s...
Materyalist felsefenin şu özelliği çok calibi dikkattır: Tek-tek elemanlarına ayrıldığında oldukça tutarsız ve zayıf, ancak bir sistem olarak hayli sağlam bir konstrüksiyon. Bu sebeple, materyalist düşünce bu tutarsız, çelişkili yapıya rağmen aldığı tenkidler karşısında ezilmedi. Ancak bu defa, hiç beklenmedik bir yerden ve hiç umulmadık bir saldırı geldi; sistemin temelden sarsılmasına yol açan bu saldırı mekanizmanın çöküşüdür.
II.3 Mekanizm sonrası dönem: Materyalizmin ilmilikden spekülasyona avdeti
Ondokuzuncu asır fizikde ilginç gelişmelere gebe idi. Elektriksel ve magnetik fenomenlerin sayı ve kalite olarak artışı bunun ilki oldu. Alışılageldiği üzere fizikciler bunlara mekanik izahlar göstermeye çalıştılar, ancak bunların yetersizliği karşısında yeni açıklama modellerine, yani teorilere ihtiyaç hasıl oldu ve Newtonian fizik anlayışına karşı ciddi şüpheler oluşmaya başladı. Bu arada asrın sonlarına doğru Michelson ve Morley, kendi adlarıyla anılan ve sonucu bütün bilim ve felsefe dünyasını sarsan bir deney gerçekleştirdiler: Var-olduğuna kesinlikle inanılan ve kendisine çok ümitler bağlanan esir yoktu! Defalarca tekrarlanan deneyin sonucu değişmedi: Materyal anlamda bir esir olamazdı. Lorentz'in te'vili tutmadı. Maxwell, esir'in materyal muhtevasını atarak ona elektro-manyetik bir yorum getirdi. Bu arada, mekanist dönemde Democritos'dan intikal eden atomizmin olgunlaşması ve Dalton tarafından sistemleştirilmesi devam etmiş, maddenin yapı taşları küçüldükçe küçülmüş, atom-altı (sub-atomic) partiküller ortaya çıkmış ve Kozmos'un maddi yapısı sarsıntı geçirmişti. Alem'de her şeyin madde olmadığı, uzay boşluğunda aranan materyal esirin na-mevcudiyeti bu sarsıntının bir vechesi olup, diğeri de maddi kütlelerin iç-kısmının dahi fevkalade boşluklar ile dolu olması idi. Netice çok ümit kırıcı çıktı: Evrende korkunç bir "madde fukaralığı" sözkonusu idi. Eğer ortalama bir yoğunluk istenirse, bu, takriben bir kenarı dünya ile ay arasındaki mesafeye eşit (400.000 kilometre) olan bir küp içinde 64 gram madde demekti!
Bu sarsıntı devam ederken umulmadık bir kozmik felaket vuku buldu: İki cesim, dehhaş göktaşı ilim dünyasına düştü ve tesirleri her yere ulaşan yıkıcı yürüyen deprem dalgaları önüne gelen her şeyi alt-üst etti; ancak Maxwell'in dehası sayesinde elektrodinamiğin masun kalabildiği bu felaketin müsebbibleri olan fiziğin bu yeni Ye'cüc ve Me'cücü Quantum ve Rölativite teorileridir. Artık Klasik Fizigin işi kesinlikle bitmiş ve Mekanist Çağ kapanmıştır.
Maddenin içine nüfuz edildikçe, klasik fiziğin öngördüğü sıkı determinist örgü çözülmeye ve bir belirsizlik baş göstermeye başliyordu: Çekirdek etrafında deveran eden bir elektronun momentumu ve pozisyonu "aynı anda" tesbit edilemiyordu. Bu durum önce arızi sanılıp mekanist ve determinist açıklamasına girişildi, ancak bu teşebbüsün başarısızlığından sonra Heisenberg arızi sanılan bu durumun esas itibariyle bünyevi ve sistematik olduğunu gösterdi. Böylece, yıkılan determinizm'in yerine fizik dünyada indeterminizm kaim oldu. Atom-altı partiküllerin davranışı yeni bir fenomen'in algılanmasına yol açtı; elektronların yörüngeleri "Quantik" idi. Yani elektron yörüngeleri standart idi; bir elektron iki yörünge arasında bir verde olamıyordu. Kesin olan bir şey, mikro-kozmosun Newtonizm'i reddettiği idi. Önce, Aristoteles-vari bir düalizm - makrokozmos ve mikrokozmos fiziğinin farklı oluşu - ihtimali düşünüldü, ancak çok geçmeden bunun aldatıcı olduğu, hakikat halde makrokozmos'da da aynı quantizm'in, indeterminizm'in cari olduğu; ancak makro kozmosda bunun tesbitinin daha zor oldugu anlaşıldı. Quantum fiziğinin doğuşu kısaca böyledir.
Rölativite'ye gelince: Hikayenin başlangıcı, ondokuzuncu asırda Euclidien Geometri yanında Riemann ve Lobaçevski geometrilerinin kuruluşuna dayanır. Bunlar Euclidien geometriyi yıkmamış, ancak, farklı aksiyomlardan kalkarak farklı sistemler inşa etmişlerdir. Şimdi problem, "fizik dünyanın hangi geometriye uyduğu" oldu. O sıralarda Gauss, yaptığı ölçümlerle yeryüzünün Euclidien değil Riemann geometrisine uyduğunu gösterdi. Akabinde Minkowsky, dört boyutlu bir matematiki uzay modeli sundu. Einstein, Minkowsky'in bu uzayına Lorentz'in transformasyonlarını uyguladı. Hasıl olan netice Özel Rölativite Teorisi oldu: Bu kozmos, dört boyutlu idi; üç adet mekan (uzay) boyutu ve bir de zaman. Bunlar önceden de biliniyordu, teorinin yeniliği şu oldu: Cismin bu boyutları ve kütlesi, hızına bağlı olarak değişiyordu. Bunu Genel Rölativite Teorisi takip etti. Bu da şunu gösterdi: 1) Uzay ve zaman birbirinden ayrı, bağımsız değildir. Yani "uzay-zaman" birliği vardır. 2) Bu uzay zaman süreklisi, cisimlerin gravitasyonel alanlarından etkilenir. Yani ne uzayın ve ne de zamanın mutlaklığı söz konusudur. 3) Cisimler arasında çekme yoktur: Kütlesel çekim gibi görünen şey, bir süre-durum değişmesidir.
Artık Newtonist kozmos tasvirinin tutacak hiç bir dalı kalmamıştır. Zaman ve uzay mutlak hüviyetini kaybetmiş, uzayın içindeki esir boşalmış, mekanik konular gerçeğin ancak kaba bir tasvirini verebilen ampirik değere indirgenmiş, evrenin determinizmi kaybolmuştur.
Bu problemler yetmezmiş gibi, asırlardan beri unutuldugu sanılan önemli bir problem yeniden dehşetli bir şekilde parladı: Alemin kıdemi ve layemutluğu problemi.
Rötativistik denklemler, önemli bir sonuca yol açıyordu: Fizik dünya, alem, cihan, kozmos zaman ve mekan itibariyle sınırsız olamazdı. Yani mutlaka bir hududu olmalı (bir yerde bitmeli) ve zaman'da bir başlangıcı olmalıydı; sınırsız ve kadim değil, sınırlı ve hadis olmalıydı. Einstein kendi denklemlerinin açtığı bu sonuçdan ürkerek onlarda tadilata giriştiyse de sonuç alamadı. Bu sıralarda "göklerde" yeni bir şey keşfedildi: yıldızlar birbirinden uzaklaşıyordu. Hubble'nin buluşu, evren'in gelişmekte olduğunu gösteriyordu.
Kozmos madem genişliyordu, o halde bir "başlangıcı" olmalıydı. Yani, Einstein denkemleri doğru idi; evrenin bir "ilk anı" olmalıydı: Yaratıldığı an.
İmdi, Rölativite'ye göre, uzay ve zaman bir kağıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrı olamayacağı ve maddesiz bir uzay ve zaman (daha doğrusu uzay-zaman) olamayacağı için, bu ilk an, başlangıç konumu, yaradılış anı, sadece maddi nesnelerin değil, topyekün varlık sferinin; yani: önce uzay-zamanın ve sonra da maddenin yaratıldıgı konumdur, andır. Bu yaradılış, yukarıda hulasaten zikredildiği veçhile, "zaman içinde" olmamıştır. Yaradılış'dan "önce", ne uzay, ne zaman, ne madde; hiç biri yoktur. Yani, varlık yoktur.
Bu gelişmeler, bilahare yeni ve değişik kozmolojik teorilerin inşa edilmesiyle devam etmiştir, süreç bitmemiştir ve bitmesi de mümkün olmayacaktır. Bu teoriler iki ana grupda toplanabilir: 1) Genişleyen Evren (Expanding Universe) modeli 2) Durağan Evren (Steady State Universe) modeli. Aslında her ikisi de evren'deki yaratılışı kabul etmekle beraber birinci model, yukarıda anlatılan modeldir ve evrene total bir yaradılış anı getirir. Bu modelin en meşhuru Big Bang teorisi olup, deneysel olarak kanıtlanmıştır (1971). İkincisi ise materyalist bir revizyonizme meyyal olup evrene bir total ilk yaradılış anı getirmemekte, evren'in "steady" olduğunu ileri sürmektedir. Ancak evren'in genişlemekte oluşu öylesine aşikardır ki steady state teorisi bunu izah etmek için evren'de "sürekli olarak madde yaratıldığını" kabul etmek zorunda kalmıştır; aksi halde teori kendi içinde tutarsız olmaya mahkum olurdu.
III. FASL-I SALİS. Hulasatü'1-beyan.
Materyalist felsefinin kısa tarihi hikayesinden alınacak ders ve neticeler şu şekilde hulasa edilebilir.
1) Materyalizm, esas itibariyle siyantist ve fizikalist'dir. Felsefenin üzerine temellendirildiği bu zeminde meydana gelen degişmeler bütün yapıyı sarsmaktadır. Felsefeler ilimden kopuk olmamalı kuşkusuz; ancak ilmin bir fonksiyonu da olmamalı. İlim, devamlı değişir. İlim ile değişmez doğrular elde edilemez. Halbuki felsefe, son analiz safhasında "külli olan"ın peşindedir. Esasen, felsefenin de beşeri bir ürün olduğu hatırlanırsa, cüz'i beşerin külli olan'ı nasıl yakalayabileceğini de düşünmek faydadan hali olmaz; esas felsefe budur.
2) Materyalizm, varlıga a priori yaklaşmakta, sonra bunları matematiksel manada isbat edilmiş gibi sunmaktadır ki bu açık bir totolojidir.
3) Materyalizm, özü "madde" cevheri olan sübstansiyalist bir felsefedir. Sübstans ise bir aksiyom'dur ve bizim dış dünyayı ön yargısız kavramamıza engel olur.
4) Ve, son olarak materyalizm bir inkar felsefesidir: Tanrı'nın inkarı, fikrin çekirdeğidir. Bu da onun bir kriz felsefesi olmasına yol açmıştır.
Hulasanın hulasası, inkarcı, a priorik, sübstansiyel, siyantist ve hele fizikalist olan bu kadim felsefe Siyans'dan ve Fizik'ten yedigi ağır darbelerle bir yol ayrımına gelmiştir: Ciddi bir revizyona girmezse spekülasyona dönmesi kaçınılmaz bir kader gibi görünmektedir.
Quo Vadis Domine, Materialismus?
|