Felsefesizliğin ve ideolojizmin hoyratlığına kurban edildiği takdirde, Tarih hakkında bir "sanal gerçeklik" duygusu hasıl olmakta; Tarih, kendi gerçekliğinden koparılıp, yeniden ve yapay olarak inşa edilerek bir Yapay ve Sanal Tarih yaratılmakta ve bunun sonucunda da Kutsanmış Tarih ve Lanetlenmiş Tarih anlayışları zuhur etmektedir. Bunların her ikisinin de birer "tarih paranoyası" olduğunu söyleyebiliriz.
Kutsanmış ve Lanetlenmiş Tarih, birbirinin simetriği, fakat yanlışlıkta eşdeğer olan iki paranoyadır. Tarih, Kutsanmış Tarih anlayışına göre, dokunulamaz bir kutsallık alanı, bir tabu, bir fetiş; Lanetlenmiş Tarih anlayışına göre de taşlanası bir şeytan, bir hakaret objesidir.
Mesela Türk ve İslam tarihi, genellikle, sağ ideolojilerce kutsanmakta, sol ideolojilerce lanetlenmektedir.
Bu konuda olağanüstü derecede bol olan örneklerden, sadece birisine ve çok kısaca değinmek isterim: Türk intelijansiyasındaki Kutsanmış Tarih anlayışı noktai nazarından "ahlak".
Yaygın ve genel kanaate göre, Türk toplumunda "ahlaki bir yozlaşma"nın bulunduğu tartışılmaz bir aksiyom (belit, mütearife) olarak alınmakta, sonra da bu aksiyom bütün alanlara yaygınlaştırılmakta ve eskilerin ne kadar ahlaklı olduğuna dair sonu gelmez hikayeler anlatılmaktadır.
Bu tezin temel dayanakları, çok kısa bir özetle, Zerdüştlük-Manicilik geleneğinden etkilenen Hristiyanlık ve, sistematik olarak da, Augustinusçu Çizgisel Tarih Felsefesi geleneğidir. Buna göre, İnsanlık, kaçınılmaz olarak fenalığa ve düşüşe, ve, Tarih de bu fenalığın ve düşüşün neticesi olarak nihai safhada, aynı şekilde kaçınılamaz bir zaruret ile bir "tarihi kader"e (fatum historicum) gitmeye mahkumdur.
Bir nevi "tarihe kaçış" olarak da isimlendirilebilecek olan bu Tarih Paranoyası, sistematik bir tarih felsefesi şeklinde işlenmemiş naif şekillerinde dahi, "daha eskinin daha iyi olduğu" fikrine adeta imani bir katılık ile sarılmakta, İnsanlık denen büyük varlığın her gününün bir öncesinden daha kötü olduğu, her geçen gün dejenerasyona uğradığı tezini savunmaktadır. Birçok ahlakiyatçı hep, "eskilerin daha ahlaklı" olduğunda sabit bir fikir sahibi olup, insanlara, eskinin ahlakına dönmelerini tavsiye etmektedirler. Nitekim, çivi yazılı tabletlerde dahi, "eskiye hasret" duygusu ile, yeni neslin ahlaken çöktüğü anlatılmakta ve eskiye ağıt yakılmaktadır.
İşbu "tarihe kaçış", özellikle, bizim gibi, potansiyel olarak irtifa kaybetmiş toplumlarda daha yaygın ve geniş bir hal almaktadır ki onun da en büyük gıdalanma kaynaklarından birisinin, bu irtifa kaybından ileri gelen eziklik ve aşağılık duygusu olduğu aşikardır. Tarihimizin halimizden daha ihtişamlı oluşu, maalesef, bizlerde böyle bir kompleks yaratmaktadır.
İmdi, "ahlak" kavramını en geniş ve kuşatıcı anlamıyla ele aldığımızda, şahsi kanaatime göre, Türk toplumunun ahlaki bir yozlaşma ile malul olduğu tezi kabul edilebilir nitelikte olmadığı gibi, ahlaki de değildir; zira, topluma aşağılık duygusu pompalamaktadır.
Hele siyasi ahlak! Kimse kimseyi aldatmasın. Siyaset ne zaman ahlaklı, ne zaman temiz olmuştur?
900 sene önce Gazzali şunu diyordu: Ey Oğul! Siyasetçinin sofrasına oturma, yediği haramdır; sohbetinde bulunma, söylediği yalandır!
|