Türkiye'nin iki ayı aşkın bir müddetten beri içinde bulunduğu krizin, aslında "bugün" birden ve aniden, can yakıcı bir şekilde satha çıkmış olmasına rağmen, asla "bugüne ait" ve "muvakkat" değil, köklerinin ve beslenme kaynaklarının çok derin; esas olarak, asırlardan beri birikmiş olan ve kat'i ve sıhhatli bir hal tarzına kavuşturulamadığı için de katlanarak gelen büyük ve çok geniş çaplı bir medeniyet krizinin günümüzdeki uzantısı olup bu tarih çapındaki büyük musibetin en başta gelen müsebbiblerinden birisinin de, çağını, toplumunu ve dünyayı okumak ve tefsir etmekte yetersiz kalan ve kendi milleti ile mukavele akdetmeye yanaşmayan, onunla gerginlikler yaratmaktan ve sık-sık çatışmaya girmekten ve git-gide bu gerginlikleri tırmandırmaktan çekinmeyen 'aklını kaybetmiş' bir devlet yönetiminin olduğuna dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu, telaffuzundan dahi hoşlanmadığım, ama, bil-mecburiye zikretmekliğim icap eden ayıplı vazıyet, maalesef, hergünkü gelişmelerle biraz daha kendisini açıkça izhar etmeye devam etmektedir. Filhakika, Türkiye'yi yönetenler, aklı başında bir devlet yönetiminin asla yapmaması gereken en büyük kötülüğü alenen işliyor, Şüheda armağanı bu CENNET vatanı git-gide yaşanmaz bir CEHENNEM'e dönüştürmek hususunda ellerinden geleni ardlarına koymuyor, bu hususta bütün maharetlerini sergileyerek var güçleriyle çalışıyorlar. İşte, bu kötülüklerden birisi de, bu memleketin ezici ekseriyetini teşkil eden samimi mü'minleri mütemadiyen inançları ile devletleri arasına sıkıştırmak, onları İnanç ve Devlet arasında sun'i bir tercih yapmaya zorlamak şeklinde tecelli etmektedir
Nitekim, en nihayet, Hükumet'in, "milliyetçilik" gibi kutlu bir ideali kendisine alem yapan ve fakat İktidar'a gelince de O'nu iflasa sürükleyerek seçmeni olan ve olmayan herkesi şaşkınlıklara ve öfkelere garkeden MHP'nin de büyük katkılarıyla, İstiklal Harbi'mizin, hürriyet ve istiklalimizin sembolü ve her Türk vatandaşının en büyük ortak paydalarından birisi olan İstiklal Marşı'nı başı örtülü hanımlara resmen yasak hale getirmesi herşeyin üstüne tuz-biber ekti. Vakıa bu vahim hatadan kısa zamanda rücu edildi; buna dahi şükretmek gerektir; lakin, önce bir yara açıp sonra tedavi etmek veya etmeye çalışmak, yaranın izini ortadan kaldırmaz.
Hangi akıla hizmet ettikleri belli olmayan devlet gemisinin dümencileri, durmadan bu kutlu gemiyi kayadan kayaya çarptırıyorlar; affedilmez büyük vebal!
Zaten hemen her gün meş'um bir haberle sarsılmaktan şeameti dahi kanıksar hale gelen Türkiye bu mevzuda son anda kısmen ve bir nebze de olsa akılların başlara rücu etmesiyle kısmen ve bir nebze de olsa "kabz" halinden "bast" haline geçmiş bulunmaktadır. Tahayyülü dahi bir fecaat olan bu ayıplı karar hangi sivri zekanın veya hangi ard niyetli karanlık elin mahsulü idi acaba; bir tasavvur buyurunuz: Bundan böyle mütesettire hanımlar başlarındaki örtü ile İstiklal Marşı'nı dinleyemeyeceklerdi: Ya Baş-Örtüsü ya da İstiklal Marşı! Fakat "Cephe" bu kadar daracık değil; o hanımların ebeveynleri var, kocaları, çocukları, yakınları var; başı açık olduğu halde vicdan sahibi olduğu için onları gönülden destekleyenler var, vesaire; yani bu ülkenin neredeyse tamamı var ve binaenaleyh, Cephe bu ülkenin neredeyse tamamı! Bravo muhterem yöneticiler! Sizler, şimdilik bu hatadan kısmen ve bir nebze de olsa dönmüş bulunuyorsunuz; ama sadece kısmen ve bir nebze! Fakat vahim hatalarınız devam ediyor; böyle gitmeye devam edecek olursanız, yarınlarda, Tarih mahkemesinde, "bilinçli olarak ve kasten", Devlet ile Millet arasında gerginlik yaratmak ve çatışma çıkarmak, Millet nezdinde Devlet'in itibarını ayaklar altına almak, Devlet-severliği, Vatan-severliği yokedip, Devlet ve Vatan düşmanlığını, Kozmopolitizm zehirini yaygınlaştırmak cürümlerinden sanık sandalyesine oturtulacaksınız! Şimdiden müdafaanamelerinizi hazırlayınız ve kefenlerinizin arasına koyunuz: Hiçbir işe yarayacağına inanmıyorum, ama, birgün sizlere hesap sormaya gelecek olan öfkeli kahramanlara karşı belki lazım olacaktır!
***
İmdi; Devlet'in gücünü elinde tutanların, bu ülkenin, "kan" başta olmak üzere her türlü fedakarlık lazım olduğunda hemen ilk elde müracaat edilen ve edilecek olan, hemen ilk elde kanı ve parası istenen ve istenecek olan sadık vatandaşları, temiz insanları karşısındaki bu kaba ve kışkırtıcı tavırları, geleneğinde "sivil itaatsizlik" bulunmayan; henüz aydınlanmamış; henüz kendisini ve gücünü keşfedememiş, örgütlü sivil mücadeleyi öğrenememiş, bu bakımdan ciddi bir tecrübesizlik, zaaf, yetmezlik ve kötülük ile malul bulunan mazlumları dolaylı yollardan reflektif müdafaa mekanizmaları geliştirmeye sevk etmekte. İşte bu mekanizmalardan birisi de "Hicret"!
Bundan önce muhtelif yerlerde müteaddit kereler yazdım, yine de yazacağım: Türkiye'de, tehlikeli bir Kozmopolitizm gelişmesi var! Evet: Kozmopolitizm; yani Vatansızlık ideolojisi! Ve şimdi de bir de Kozmopolitizm'i hem besleyen ve besleyecek olan, hem de ondan beslenen ve beslenecek olan bir Hicret çıkıyor karşımıza! Vurgu ile belirtmeyi bir farz-ı ayn telakki etmekteyim: Henüz hangi mertebe ve safhada, hangi seviyede olduğuna dair, elimizde çok fazla sağlam ve sıhhatli istatistiki bilgi ve belge olmamasına rağmen, ekseriyeti şahsi gözlemlere dayanmakta olsa da, birbiriyle yakın bir bağlantı içerisinde olan, Kozmopolitizm ve Hicret gibi iki olgusal gerçeklikten söz edilebileceği tartışma götürmez. Gerçi bazı rakamları hem mübalağalı ve hem de yanlış bilgilendirmeli bulduğumu söyleyebilirim; bence henüz bu safhada bu mevzu iddia edildiği derecede kritik bir noktaya varmış sayılmayabilir; söz gelimi, hergün İstanbul'dan Amerika'ya altı uçak dolusu insanın gittiği ve bunların yarısının boş geldiği ileri sürülüyor; ne kadar doğru bilemiyorum, ihtiyatla karşılamak lazımdır. Yeğenim bundan bir ay önce, akademik bir araştırma için gidip de bir yıldan daha uzunca bir müddet kaldığı Amerika'dan avdet etmek istediğinde, Türkiye'ye gelen uçaklarda bilet bulmakta zorlandığı için dönüş tarihini birkaç gün sonraya te'hir etmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu itibarla konunun birden abartılı bir trajediye dönüştürülmesini aceleci bir değerlendirme bularak tasvib etmediğim gibi, bu gibi tahrirat ve tebligatın maksadını mütecaviz başka tür bir tahrike yol açabilmesinden de endişe ediyorum. Kaldı ki Amerika'ya veya başka bir yere çalışmak için gitmek isteyenlerin kaffesini birden vatan küskünü ve kozmopolitik temayüllü kategolerine sokmaya kalkışmak da yanlış olur; seneler boyunca Anadolu köylüleri çalışmak için "Alamanya"ya gitmek üzere İş ve İşçi Bulma Kurumu şubeleri önünde kuyruklar oluşturdu; ama hiçbirisi de ne vatan küskünü idi ve ne de kozmopolit. Şimdi de aynı şekilde, kaç kişinin hangi maksatla dışarıya gitmeye çalıştığını tam olarak bilebilmekte olduğumuz kanaatinde değilim.
Fakat, yine de herşeye rağmen konu ciddi, hem de çok ciddi!
İçlerinde dünyaları yıkılan birçok dürüst insanımızın, Şair'in dediği gibi, "Hayatımdan muazzezken Vatan'dan infisal ettim" düşüncesiyle, yüreği kan ağlayarak bu toprakları terkettiğini anlamak için derin bir ilim gerekmiyor.
***
Yerine göre Hicret de bir çözümdür; ama hangi yere göre? Bazı yazarların söz konusu bu hicret üzerine yazdıklarında bir ölçüsüzlük gözlemlemekte olduğumu söyleyebilirim: Hicret'in bereket getireceğine dair aşırı bir romantizm ve iyi niyetle de olsa bir tahrik bunlardan bazıları.
İmdi: Dışarıya gitmek, çalışmak, kariyer, bilgi, görgü artırmak, ticaret ve buna mümasil sebeplere binaen vuku' bulmakta ise, bu, anlaşılabilir birşeydir ve endişeye mahal olacak birşeyler aramak da yanlışlık demek olur. Ama, bu gidiş, çaresizliğin getirdiği sessiz bir protesto ise, bir yandan Ülke açısından ap-açık bir tehlikeye işaret demek olacağı gibi, diğer yandan "gidenler" açısından da "Hicret" değil, ancak bir "Kaçış" olur! Öncelikle, bu kaçış ile, zaten o kaçışı isteyenlerin ekmeklerine yağ sürülmüş olacaktır. Şayet, iddia edildiği gibi böyle bir niyet ile böyle azim bir muhacerete teşebbüs edilmekte ise: Muhacirin, Hicret'e sebebiyet verenlerin, arkalarından göz yaşı döküp ağlamak, özür dilemek ve yaptıklarından nedamet getirmek yerine "gittiler de kurtulduk" diye sevineceklerini, böylece bu kutlu vatan topraklarının "kendilerine kalacağını" düşüneceklerini; hatta belki de kasten böyle bir hesabın içinde olabileceklerini; dahası, kendilerinin de hicret etmekle neler kazanıp neler kaybedeceklerini, acaba, yeterince ve olanca derinliği ile tefekkür ediyor mu?
***
Acaba bu "hicret", bazılarının ilişkilendirdikleri Hz. Peygamber'in Hicreti ile ne gibi benzerlikler veya farklılıklar arzetmektedir? Bunu da haftaya ele alalım.
|