Batı'dan, ama hassaten Avrupa Birliği denen eşkıyalar koalisyonundan darbe üstüne darbe almasına, hakaret üstüne hakaret görmesine rağmen, hala aptalca aynı "batılılık" kavalını çalmaya devam etmekte bir beis görmeyen Türkiye, bütün kompklekslerinden arınmış bir şekilde, soğukkanlılıkla "Batı nedir ve Batılı olmak ne demektir?" sualini ele almaya yanaşmamaktadır.
Yukarıda sormuş olduğum iki soru, üzerinde en ziyade durulması iktiza ettiği halde en az durulan sorulardır. İki asırdan beri inatçı ve ısrarlı bir şekilde batılı olmayı, kendisine bir milli hedef olarak, hükumetler üstü bir devlet politikası haline getirmiş bir ülke olmasına rağmen, Türkiye, bu denli hayati bir mevzuda inanılmaz derecede büyük bir bilgi ve düşünce sığlığı içerisinde bulunmaktadır. Bu sığlığın en büyük göstergesi, hemen-hemen her kesimde, Batı ve Batılılık kavramlarının kafi nisbette bilindiğinin vehmedilmesi gibi dehşetli bir yanılsamadır. Garip ama gerçek: Hemen-hemen herkesin zihninde, bu iki kavram hakkında çok net olduğuna inanılan cevaplar vardır; fakat bu cevaplar ciddi bir biçimde irdelenmeye, sorgulanmaya, deşilmeye kalkıldığında, çok ince, çok zayıf, çok dayanıksız bir zar tabakasından başka bir şey görülmemektedir. Bir ülke, nasıl olur da bu kadar kötü bir fikirsizlik cehennemine dönüşebilir?
Biz bugün bu sütunun bütün imkanlarını zorlayarak bu netameli konuyu ele almaya çalışacağız.
***
Öncelikle belirtilmesi gereken husus, "Batı" kavramındaki vuzuhsuzluktur.
Batı kavramı hakkında ilk elde bilinmesi gereken şey, bu kavramın bazan birbiriyle hem ilintili bazan da ilintisiz olmak üzere, iki ayrı anlam taşımasıdır ki bunlardan biri coğrafi anlamdır, diğeri ise kültürel anlamı. Birinci anlamıyla Batı, yani Coğrafi Batı, bir kavram olarak bir konvansiyondan ibarettir; zira, kürevi bir arz üzerinde Doğu ve Batı gibi isimlendirmeler izafi olacağından, mutlak bir değer ve anlam taşıyamaz. Bu sebeple, çok kesin ve katı olmamakla beraber, hayli eski zamanlardan beri, bir konvansiyon (uzlaşma) olarak, takriben Anadolu platosunun batısı Coğrafi Batı, doğusu da Coğrafi Doğu olarak anlaşılagelmiştir. İkinci anlamıyla Batı, yani Kültür ve Medeniyet Batısı ise, yine bu coğrafya ile ilintili olmakla beraber, onun sadece çok dar ve hususi bir kesrini ifade etmektedir ki bugün de "Batı" denince asıl olarak akla gelen budur. İşbu Kültür ve Medeniyet Batısı, coğrafi olarak ilk planda Avrupa'yı ve akabinde Amerika'yı tedai ettirmekte ise de o da o kadar kesin olmayıp Avrupa kıt'asında Rusya'nın ve Amerika kıt'asında ise Latin Amerika'nın bu kavramın ne derece altına konabileceği tartışmalıdır.
İmdi; bu hale göre, coğrafi olarak, mesela Cezayir ve Fransa aynı derecede batılı oldukları halde, ayrıca izaha hacet yoktur ki, kültür ve medeniyet dünyası nokta-i nazarından Cezayir Doğulu'dur, Fransa ise Batılı.
Bunun yanında, Batı ve Batılılık gibi kavramların üçüncü bir anlamının daha bulunduğunu söylemeliyim. Bu üçüncü anlamıyla Batılılık, ilk ikisinden farklı olarak, belirli bir coğrafyaya ve kültür ve medeniyet havzasına münhasır kılınamayacak derecede kapsamlı, evrensel bir içerik ve değer taşımaktadır. Bu anlamıyla Batılılık'ın detaylandırmaya teşebbüs etmeksizin, çok kabaca, şu asli temel niteliklerinin bulunduğunu söyleyebiliriz: 1: Kültür ve Medeniyet Batısı tarafından te'sis edilen ve günümüzde hala, kaabil-i tatbik, müşahhas bir alternatifi bulunmayan tek "modernite"dir. 2: Her ne kadar Batı kültür ve medeniyetinin bir ürünü ise de, bütün insanlık için, geçerli, ortak olan evrensel unsurlar, elemanlar, normlar ve değerler taşımaktadır. 3: Her modernite ancak bir başka modernite işle aşılabileceği için, diğer modernitelerin yaratılabilmesi için geçilmesi şart olan zaruri bir süreçtir.
Bu sıralamış olduğum sebeplere binaen, ıstılahlar seviyesinde birbirinden dikkatle ayırdedebilmek maksadıyla, birincisine Batı, ikincisine de Garp adını vermeyi uygun bulmaktayım.
Bu konuyu ayrıca başka bir yazımda biraz daha mufassalan tahlil etmek üzere şimdilik burada üzerinde durmayacak ve kestirmeden giderek şunu söyleyeceğim: Evrensel Batılılık, veya Garplılık, bizim asli hedefimiz olmalıdır; zira, o, kendi modernitemizin inşaı için zarur1i bir süreç hükmündedir. Batı'nın bu bağlamdaki rakipsizliği ve alternatifsizliği, ona karşı mutaassıbane reddiyeci bir vazıyet takınılması halinde tehlikeli bir tahribata yol açmaktadır. Bunu şu şekilde özetlemekte olduğumu söyleyebilirim: Şark'a giden yol Garp'dan geçmektedir; binanealeyh, şayet Şark'a gitmek istiyorsak Garp'dan geçmeye mecbur olduğumuzu idrak ve teslim etmeliyiz. Fakat, yine de bütün bunlara rağmen, Garp'ın yani Evrensel Batı'nın da, kendi modernitesini te'sis etmek isteyen her toplum için yeniden üretilmesi gerektiğini ayrıca vurgulayarak belirtmem gerekmektedir. Yani, Garp'dan geçerek Şark'a doğru yapılacak bu kaçınılmaz yürüyüş esnasında her cemiyetin kendi garplılığını kendisine göre sentezleyerek üretmesi şarttır; o sebeple de buna Sentetik Batılılık demekteyim.
***
İmdi: Yukarıda yapılan tanımlamalar çerçevesinde, Weber'in terimlerini kullanacak olursak, Batılılık, "verilen, fıtri bir nitelik"tir, Garplılık ise "kazanılan bir nitelik", daha doğru bir ifade ile, "kazanılabilir bir nitelik". Batılılık, yalnız Batılılar için, Garplılık ise bütün dünya için geçerli, cihan-şumul (evrensel) olan, veyahut, en azından, olabilme istidad ve potansiyeli taşıyan, sadece ve yalnız Avrupa'ya, Amerika'ya, Hristiyan dünyasına has olmayan bir keyfiyettir.
***
İmdi: Anlaşılması şarttır ki bu şartlar muvacehesinde Batılı olunmaz, doğulur; bu bakımdan yine Weber'in terimleri ile, Batılılık'ın kazanılan değilen verilen bir statü olduğunu söyleyeceğiz. Onu, kazanılabilir bir nitelik haline getirmek, yani, Fi'l-asl Batılı değilken Batılı olmak, ancak çok-çok uzun bir tarihsel süreçte, ve şu üç şartın yerine gelmesiyle kaabil olabilir: Beyaz olmak, Hristiyan olmak, Roma ve Yunan kültürü (Greko-Romen kültür) ile pişmek; yani, hulasaten, 'Avrupalı' veya 'Avrupa kökenli' olmak. Bunların bir tekinin sağlanamaması dahi 'Batılı' olunamaması için yeterlidir.
Herşeyden önce, Batı ve Batılılık konusunda bir "ırk problemi" mevcuttur; zira, 'beyaz' olmak bir ırk problemidir ve beyaz olunmadan, Batılı olunamaz. Bu açıdan mesela, Uzak-Doğulu Hristiyan Filipinliler, Hristiyan Habeşliler, Güney Afrikalı Hristiyan zenciler, Hristiyan olmalarına rağmen, Batılı olabilme şansları hiç olmayacak olan toplumlardır. Hristiyanlık sonradan kazanılabilir; fakat, bu yetmez. Nitekim yukarıda zikredilen Habeşliler'in günümüzdeki Avrupalı milletlerin birçoğuna nazaran çok daha kıdemli Hristiyan olması, onları Batılı yapmaya asla kifayet etmemektedir: Habeşliler Afrikalı'dırlar ve Afrikalı kalacaklardır. Greko-Romen kültürü ise, Avrupalı veya Avrupa kökenli olmaksızın, ancak yüzeyden taklid veya sentez edilebilir ve tam sahip olunulması, yine yukarıdaki şartlarla birlikte bir anlam kazanabilir.
Biz'im Batı'daki yerimizi sorgulamadan önce, hiç unutmamalıyız ki, Batı'ya ait olan her şey Yunan, Roma ve Hristiyanlık ile başlar ve yine unutmamalıyız ki, Yunan'a, Roma'ya ve Hristiyanlık'a zarar vermiş olan herkes Batı'nın amansız düşmanıdır. Bu konuda sadece, birisi bir düşünüre ait olan "Batı kültür tarihinin her bölümü Yunanlılarla başlar" [Étienne Gilson., Tanrı ve Felsefe., Çev.: Mehmet Aydın, Dokuz Eylül Üniversitesi Yay., İzmir 1986., s.15] ve diğeri de bir siyasetçiye ait olan "Avrupa, Hristiyan imanının ve Hristiyan ahlakının çeşmesidir" [Winston Churchill., Zürich Üniversitesi'ndeki konuşması; 19 Eylül 1946] şeklindeki iki önemli tesbiti hatırlatmak dahi yeterli olacaktır ki özü-özeti şu selbi formülasyonla ifade edilebilir: "Ben Batılıyım", veya "Batılı olmak istiyorum" demekle, ya da Avrupa'da yaşıyor olmakla, ne Avrupalı olunur ve ne de Batılı.
Şimdi gelelim Biz'e: Biz vakıa 'beyaz'ız; ama hepsi o kadar. Evvela, Hristiyan değiliz; kolay-kolay da olmayız, olamayız. Farz-ı muhal, olsak bile, Batı ile aramızda dağ gibi bir 'sabıka dosyamız'ın varlığını asla hatırdan çıkaramamız lazım gelmektedir. Bu dosya, öyle-böyle değil, tamı-tamına 1600 yıllık ve çok kabarık. Şöyle bir der-hatır edelim: Batı Roma'yı temellerine kadar sarsan, Doğu Roma'yı haritadan ve tarihten silen kim? Bin seneden daha uzunca bir zamandır Haçlılar ile gırtlak gırtlağa boğuşan; Hristiyanlığın Asya'ya uzanan eli demek olan "Küçük Asya"yı bileğinden kesip koparan; Helenizm'i, "Hristiyan Birliği"ni budayan kim? Ve dahi, sonra da Avrupa kıt'asına atlayıp kükremiş bir sel gibi asırlar boyunca ta içlerine kadar akan, ta ortasına kadar ilerleyen ve bütün Batılı müttefikleri asırlarca mağlubiyetten mağlubiyete sürekleyen kim? Onların krallarına "Françe vilayeti kralı Françesko" diyerek yukarıdan bakan, imparatorlarını protokolde Sadrazam'a denk tutan kim? Avrupa'nın, Viyana önlerinden Edirne'ye ancak iki asırda ve kan-ter içinde ve de beşi-onu biraraya gelerek zor-bela geri çektirdiği o dehşetli harp makinası kimin? Bugün hala Viyana'da 141 metre yükselikteki çan kulesindeki gözcülerin ufuktan tarassut ettiği ordular kimin? Ya şu anda yaptığımıza bir bakar mısınız; affedilir şey mi: Avrupalı'nın gözünün içine baka-baka hala bu toprakları, İstanbul'u, Ayasofya'yı, Boğazlar'ı, Anadolu'yu elimizde tuttukça bu kin, bu adavet, bu husumet, bu kavga biter mi? Bitmez! Bin kere vallahi, asla bitmez! Günümüzde Avrupa Birliği'nin fikir babalarından olan Denis de Rougemont'un "Türkler onsekizinci asra kadar Avrupa için Öcü rolünü üstlenmişlerdir" demesi [Europe Unites., p.4] neyi ifade etmektedir sizce? Bence şunu: Aralarında bu denli derin, bu denli köklü bir kan davası bulunan hiçbir millet asla dost olamaz. Öyleyse şunu da soralım: Efendiler! Bu millete nasıl olur da "akıl" denen şey böylesine buharlaşır?
***
Bundan maada, biz menşe' ve mebde' olarak da Avrupa coğrafyasından değiliz, öyleyse Avrupalı olamayız. Biz, Asyalı'yız! Kökümüz Asya'da, gövdemiz Asya'da! Ve kezalik hiçbir zaman Avrupalı da olmadık; nitekim el'an dahi Türkiye'nin ve Türk Dünyası'nın ağırlık merkezi hala Asya'da; söyler misiniz lutfen Avrupa'da "kaç tümen" Türk var; ırgatlık için gitmiş olanları saymayacak olursak? Avrupa Devleti olmak ile Avrupalı olmak arasındaki deryalar mertebesindeki farkı ne zaman farkedeceğiz? Evet; Biz, Asyalı'yız! İçimizde bu kimlikten utanan kişiliksizler varsın utansın; biz buyuz: "Asyalı bir millet"! Asyalı olmanın bizatihi utanılacak bir yanı yoktur, bizatihi övünülecek bir yanı olmaması gibi. Böyle şeyler ne boş bir gurur kaynağı olmalıdır, ne de şahsiyetsizce bir utanç kaynağı; ancak, eğer illa ki mutaassıbane bir 'gurur' söz konusu edilecek olursa, o zaman bu satırların yazarı sadece "Asyalı'yım" demekle yetinmez; başını gurur ve azametle ve hatta kibirle dikerek "ne mutlu ki Asyalı'yım" der. Ne mutlu bana ki, bir Asyalı'yım! Ben, bütün büyük dinlerin ve Hikmet'in ana rahmi, ışığın kaynağı olan o en büyük kıt'anın, fatihlerin kıt'asının, Asya'nın çocuğuyum. Batılı ve Avrupalı olmak benim indimde zerre kadar dahi bir mana ve kıymet ifade etmiyor!
***
Şimdi gelelim başka bir hususa: Batı'da da her milletin Batılılık katsayısı aynı değildir; "Batı Dünyası" diye, gerek zaman (tarih) ve gerekse de mekan (coğrafya) açısından homojen ve izotrop bir dünyadan söz edilmesi imkansızdır. Uzaktan bakıldığında yekpare, masif, bütüncül bir kütle gibi görünen, kısaca "Batı" olarak anılan bu dünya, yakından bakıldığında bu görüntüsünü kaybetmekte, farklılıklar içinde bir bütünlük kompleksi ortaya çıkmaktadır. Evvelemirde bilinmelidir ki, esas itibariyle "Batı", yani halis batı, "Avrupa"dır. Ancak, her Avrupalı'nın da aynı nisbet ve kıymette Avrupalı ve Batılı sayılabilmesi bütünüyle saçma bir düşüncedir. Nitekim, Avrupa dahi kendi içinde bir bütünlük, izotropluk arz etmemektedir. Şöyle ki: Avrupa'nın da hası, halisi, çekirdeği Roma ve Yunan -bilhassa Roma - olduğu için, Roma'ya, Latin ve Helen ırkına yakınlık; Avrupa'ya ne kadar zaman önce gelerek vekalet'ten asalet'e terfi ettiği, yani muhacir mi yoksa fi'l-asl Avrupalı mı olduğu; Hristiyanlığa intisab tarihi ve hizmet kariyeri gibi hususlar 'Avrupalılık' kriterleridir. Bu itibarla Katolik Latinler baş köşeyi işgal eden en asil Avrupalı'dırlar. Buna karşılık, Germanlar, Macarlar, Slavlar, Kuzey kavimleri gibi sonradan gelmiş ve Roma ile didişip-boğuşmuş, Hristiyanlığa sonradan girmiş olan "barbar soylular" ise tali Avrupa'lıdırlar. Çünkü Avrupa'nın çekirdeğinden, 'arke'sinden değillerdir (İsveç ve Norveç gibi) veya 'sonradan' Avrupa'lı olmuşlardır (Germanlar, Macarlar, Slavlar gibi). Ve dahi, bugünkü Avrupa kültürüne, Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma, Sınaileşme, Modernite süreçlerine katkı Avrupalılık için çok mühim bir kriterdir; bu sebeplerden naşi, her Avrupalı aynı derecede Avrupalı değildir.
Mesela, Almanlar'ın Avrupalılığı hala tartışmalıdır; beyaz, Hristiyan, coğrafi Avrupalı olmalarına rağmen. Çünkü çok büyük bir kusur ile maluldürler: Avrupa'da doğmamışlardır; geç zamanda gelmişler, medeniyet düşmanı barbarlar olarak Medeniyet'in menbaı Roma ile çatışmışlar ve O'na, yani "Senctum Imperium Romanum"a çok zarar vermişlerdir; bu itibarla sabıkalıdırlar. Ve dahi, geç Hristiyanlaşmışlar, Greko-Romeno-Kretiyen kültür dairesine geç girmişlerdir; yani Mukaddes Roma'nın çanağından daha az yalamışlardır. AndréSiegfried,Almanya'dan söz ederken, "tam manasıyla Avrupalıdır demiştik ama, onun için tam manasıyla Batılıdır da diyebilir miyiz?" diye sormakta ["Milletlerin Karakterleri"., Çev.: Semih Tiryakioğlu., Varlık Yay., İstanbul, Şubat 1961., s.110] ve, ilerki sayfalarda, Almanya'nın Fransa ayarında ve kalitesinde Batılı kabul edilemeyeceğini ileri sürmektedir. Bu noktada, hep beraber Siegfried'i dinleyelim:
"Almanya'dan sözedildiği zaman Roma hakimiyetinin haritası hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır; fakat daha az manalı olmayan bir harita daha vardır ki, özellikle Elbe'nin doğusundaki memleketlere bakıldığı zaman göz önünde tutulmak gerektir; bu da Hristiyanlığın kaydettiği ilerlemeleri gösteren haritadır./..../ Böylece Elbe'nin ve özellikle Oder'in doğusunda Almanya'nın hristiyanlaştırılmasının ne kadar yeni olduğunu ölçmek mümkündür. Cermen düşüncesi için bunda bir gençlik kaynağı vardır ki, ikibin yıla yakın bir zamandan beri Romalılaşmış ve hristiyanlaşmış olan Fransa, buna sahip değildir. Tarihsel geçmiş bakımından bizim altımızda iki-üçbin metre derinlikte su var; fakat Doğu Prusya'nın teknesinin altındaki suyun derinliği dört-beşyüz metreden ibarettir".
***
Amerika ise Garp medeniyetine dahil olmakla beraber Avrupa'dan önemli farklılıklara sahiptir: Avrupalılar tarafından kurulmuştur; ama Avrupa'dan giden spartaklar tarafından kurulduğu, bağımsızlığını Avrupa'nın kolonyalist-emperyalist poltikalarına karşı verdiği mücadele neticesinde elde ettiği için, Spartakist bir karakter taşıyan, Avrupa kökenli, ama Avrupa'lı olmayan bir Batı ülkesidir.
|