Birkaç gün önce ailemizin en küçüğü, İktisat talebesi oğlum Kürşad ile sohbet ederken, bundan takriben otuzyedi yıl kadar öncesinde lise me'zunu olma aşamasında, bıyıkları yeni-yeni terleyen bir genç iken ülkem ve milletim için ne kadar büyük bir heyecan ile dolu olduğumu, önümdeki yıllardan ne kadar da çok şeyler beklediğimi düşündüm. Gerçekten de ne günlerdi o günler! 2000'e girmiş bir Türkiye'yi tahayyül ederken ne kadar da büyük hülyalarım vardı: Türkiye o tarihte henüz çok gençti; mesela Kaanuni Sultan Süleyman'ın 46 yıllık saltanatı kadar bir ömre dahi ulaşmamıştı; önünde çok güzel bir gelecek vardı; büyüyecekti, serpilecekti, bir cihan devleti olacaktı; Türkler yeniden tarihi azametlerine yaraşır bir biçimde sahneye çıkacaklardı...
O tarihte Alamanya Gurbetçiliği henüz yeni başlamıştı, bu hoşumuza gitmiyordu, ama Türkiye de yatırım yapan bir ülke idi; birkaç yıla kalmaz bu işi hallederiz diyorduk! O tarihte Türkiye, İtalya ve İspanya ile aynı seviyedeydi, o tarihte Kore, henüz Mehmetçik'in eliyle hürriyeti hediye edilmiş sıradan bir Uzak-Doğu ülkesi idi. Gerçekten ümitli idik: Sıkıntılarımızın şöyle bir omuz vermekle aşılabileceğine, Türkiye'nin önünde "nurlu ufuklar" görünmekte olduğuna samimiyetle inanmakta idik. Vakıa henüz 27 Mayıs'ın acıları taptaze idi; ama yine de bunları aşabilecek gücü ve enerjiyi kendimizde buluyorduk.
Şimdi bir de bugüne bakıyorum: Heyhat! Bu güzel tasavvurların hiçbirisi gerçekleşemedi; yanına bile yaklaşamadık. Ne hazin!
***
Türkiye üzerinde dışarıdan çok oyunlar oynandı, ama bu memlekete en büyük zarar kendi içinden geldi. Bu ülkeyi ilk önce ve en derinden, içten 27 Mayıs'ın kanlı hatırası sarstı; Devlet ile Millet arasına, hala silinmeyen kara bir gölge düştü; dıştan ise, saldırgan Sovyet yayılmacılığı ağır bir darbe indirdi; bütün bir ülke, 60'ların sonlarında başlayan ve 12 Eylül'e kadar devam eden, adı konmamış bir iç savaş yaşadı. 12 Eylül darbesi ile belirli bir geleneği oluşmuş olan siyaset çöktü, köksüz siyaset dönemi başladı. Arkasından, 15 yıl süren PKK isyanı yeni bir darbe daha indirdi; bunu, yükselen hesapsız-kitapsız siyasi İslamcılığın Devlet'e yönelmesinin sonunda birkaç fare için bütün samanlığı ateşe vermeye kalkışan 28 Şubat süreci takip etti. Bu müddet zarfında, 1950'de DP ile başlayan merkez-sağ iktidarların en büyük ihtiraslı hedefi olan "üretim", "yatırım", "sınaileşme" öldü. Görgüsüz, kaba bir tüketim dalgası, Türkiye'yi kapladı; üretmeden tüketmek, bol-bol tüketmek, deliler gibi tüketmek isteyen, faiz ve rant batağına gömülen bir Türkiye ortaya çıkmaya başladı.
Hasılı bütün bu kötü süreç Türkiye'yi usul-usul çürüttü. Köksüz ve görgüsüz siyasetçilerin, zıpçıktı medya züppelerinin hayatlarını model alan toplum çürümeye başladı; PKK isyanı ekonominin belini kırdı, başka tür bir çürümeye sebebiyet verdi; aşırı abartılı hedeflere yönelen 28 Şubat politikaları mütedeyyin insanlarda, yani bu ülkenin omurgasında, "vatan", "devlet", "bayrak" gibi en kutlu kavramların aşınmasına sebebiyet verdi; bu da başka bir çürümeye yol açtı: Vatan-sevmezlik demek olan Kozmopolitizm bir çığ gibi büyüdü; değerler skalası alak-bullak oldu.
Türkiye'nin haysiyeti aşındı; içeride hak aramasını bilmeyen mazlum insanlar karşısında haydalanan, kabadayılık yapan, dişlerinden kan damlayan erkek arslanlar gibi kükreyenlerin dışarıda süklüm-püklüm durduğu, milletler-arası ortamlarda bir itibarı, bir ağırlığı kalmayan, teftiş ve murakabe edilen, emir ve komuta ile yönetilen, gönüllü kolonileşme süreci yaşayan bir ülke ortaya çıktı.
***
Şimdi büyük bir tahassür ile yad ettiğim o ümit ve heyecan dolu gençlik yıllarımı herşeyden ziyade kötü siyaset ve kötü siyasetçi utanmaz bir hovardalıkla bitirdi; o günlerin siyasetçilerinin birkısmı hala muhtelif şekillerde siyasette ve şimdi de aynı utanmaz hovardalıkla bugünkü gençliği bitirmeye devam ediyorlar; yeni yetişen siyasetçi nesil ise eskilerden daha da beter. Bu noktada, bir müddetten bende ürperti uyandıran, bizzat canlı şahidi olduğum bir gelişmeye dikkat çekmek istiyorum: Talebelerimde birkaç yıldan beri, ciddi bir biçimde artan bir soğuma gözlemliyorum; derslere alaka her sene biraz daha azazlıyor. Diğer birçok meslekdaşımın da te'yid ettiği bu keyfiyet, birçok sebebe bağlı olmakla beraber, kendi imkanlarımla yaptığım araştırmalardan elde ettiğim neticelere göre en önemli bulduğum sebep, gençlerin, Ülke'nin ve dolayısıyla da kendilerinin geleceğinden her geçen gün biraz daha az ümit beslemekte oldukları. Gençlerdeki ortak kanaat şu merkezde: "Biz yönetilenler, 'aşağıdakiler', ne yaparsak yapalım, yönetenler, 'yukarıdakiler' her şeyi mahvediyor. Bu Ülkede ne denli güzel şeyler yaparsanız yapınız, git-gide çirkefe dönüşen siyaset temizlenmediği müddetçe hiçbir sonuç alınması mümkün değil. Siyaset, ele aldığı herşeyi öğüterek bitiren, elinin değdiği herşeyi kirleten, ifsad eden en dejenere bir müesseseye dönüşmüş vazıyette. Onun için, öğrenip de ne yapacağız; bu memlekette artık en iyi ile en kötü aynı kapıya çıkıyor; binaenaleyh, bize geçerli bir not verin de siz de kurtulun biz de!"
Daha hayatının başındaki bu fidanlardaki bu bedbinlik, bu yılgınlık hayra alamet değil; ama haksız da sayılmazlar ki! Onlar, önünü göremez hale gelen, otuz sene sonrasını hesaplayamayan bir ülkenin çocukları.
***
Acı ama hakikat bu: İşler her geçen gün daha kötüye gidiyor. Kötü, tam ve hakiki manasıyla "kötü" siyasetçinin elinde, bu ülke tam bir felakete sürükleniyor.
Şahsi kanaatim odur ki, Türkiye şu anda, fiili olarak gerçek anlamda bir "bağımsız devlet" olma hüviyetini kaybediyor. Amerika'dan, AB'den gelen talimatlar ve/ya tavsiye ve telkinler doğrultusunda kaanunlar çıkartılan, kendi varlığını Avrupa Birliği'nin varlığının potasında eritmeyi, kendi varlığına kendi eliyle son vermeyi, kendi eliyle kendisini feshetmeyi içine sindiren bir ülkenin bağımsızlığı diye bir şey bahse mevzu olabilir mi?
Türkiye hiç bu kadar kötü bir vazıyete düşmemişti ve siyaset hiç bu kadar kirlenmemişti. Nitekim, siyaset gerçekten de o kadar kirlenmiş bulunuyor ki, bütün bu skandallara karşılık, daha henüz bir hafta kadar önce yapılan bir anketin sonuçlarına göre, saygıdeğer milletvekillerinin (%35'i "çok" olmak üzere) cem'an %70'i halinden memnun, %50'sinin en büyük ümidi ise bakanlık koltuğuna oturmak. O saygıdeğer milletvekilleri ki, onların eliyle TBMM'nin iradesi AB Parlamentosu'na teslim ediliyor; o saygıdeğer milletvekilleri ki, onların elbirliği ile dayanışmamalarının neticesinde ucu hep siyasete uzanan büyük yolsuzlukların, tüyü bitmemiş yetimlerden çalınan paraların siyaset ile olan bağlantıları deşifre edilemiyor; ama yine saygıdeğer milletvekillerimizde işbu hallerinden çok memnunlar!
Acaba, diyorum, bu çok saygıdeğer milletvekillerimizin, hiç kendi-kendilerine "Türkiye'ye ve Türklere neler oluyor?" ve "bugün bu vatan ve bu millet için ne yaptım?" diye sual tevcih ettikleri vaki' oluyor mu?
***
Türkler, zengin kaynakların fakir bekçisi olmaya devam ediyor. Bu ne büyük bir skandaldır: Bor, daha şimdiden 21nci asrın en büyük enerji kaynağı olarak kabul ediliyor; dünyada Bor saltanatı başlayacak; bizim için de tam zamanı! Çünkü bütün dünya Bor rezervlerinin %70'i Türkiye'de. Ama bakın şu talihsiz memlekete ki, elimizden malımızı çalmak için en iğrenç kumpaslar kuruluyor ve bu kumpasçıların suç ortağı da yine siyasetçi çıkıyor.
Bu ne büyük bir gaflet ve dalalettir ki: Enerji gibi birinci dereceden stratejik önemi haiz ekonomik bir değer, bütünüyle dışarıya bağımlı ve bağlı hale getiriliyor; nükleer santral kurulmasını engelleyerek milletlerarası enerji mafyasına hizmet etmek için bu konuda tabu oluşturuluyor; sularımız boşa akıyor; var olan santraller çalıştırılmıyor, yenisi yapılmıyor; dışarıdan "tüketim garantili" doğal gaz alınıyor ve bizler de her sene git-gide biraz daha batağa saplanıyoruz.
Ve dahi, yine bu ne büyük bir ayıptır ki: Doğal gazın ithal fiyatı hala bilinmiyor ve hiçbir zaman da bilinmeyecek.
Ama bu skandallar karşısında saltanatlarından fevkalhad memnun saygıdeğer milletvekillerimizin sesi-soluğu çıkmıyor. Onlar, hallerinden pek memnun!
Türkiye ekonomide kriz üstüne kriz yaşıyor; topluma açıklanan enflasyon rakamları sahte; reel ekonomiye, üretime, yatırıma gitmeyen büyük miktarlardaki bir serseri para ranttan ranta koşuyor; beri yandan milyonlarca insan işini kaybetti; ama krizden çıkış yolu dışarıdan gelecek olan paralardan bekleniyor.
Memuruna 200 milyon doları vermeyen devlet, boşa akıtılan suya her yıl 200 milyon dolar veriyor; dört sene sürekli ödenmiş daha onbir senesi var.
Türkiye'nin omurgası kırılıyor; ahli bir çürümeye gebeyiz; "ecnebi damadlar saltanatı" yaşanıyor, Şanlı Diyanetimiz de bu utanca çanak tutuyor.
Türkiye'nin omurgası kırılıyor; dışa karşı boynumuz eğrildikçe eğrildi, Bayan Fogg'un kendi evimizde hakaret etmediği kişi ve kurum kalmadı; herkes üç maymunu oynuyor.
Ama herşeye rağmen altanatlarından fevkalhad memnun saygıdeğer milletvekillerimizin sesi-soluğu çıkmıyor. Onlar, hallerinden pek memnun!
***
Acaba, bu çok saygıdeğer milletvekillerimizin, hiç kendi-kendilerine "Türkiye'ye ve Türklere neler oluyor?", "bugün bu vatan ve bu millet için ne yaptım ve yarın ne yapabilirim ?" diye sual tevcih ettikleri vaki' oluyor mu diye soramlı mıyım?
Hayır! O zaman, bu ülkenin kurtuluşunu, onu batıranlardan beklemiş olurum!
***
Ama herşeye rağmen ümitliyim:
"Göz yumma güneşten ne kadar nuru kararsa
Sürmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır."
Evet herşeye rağmen yine de ümitliyim; hala ve henüz onyedi yaşındaymışçasına! Ama ümidim siyasetçide değil. Bir ülkenin kurtuluşu o ülkeyi batıranlardan beklenemez.
Bence, artık Türklerin vazıyetten vazife çıkararak siyasete el koymaları vakti gelmiş bulunmaktadır.
|