Konumuzun daha iyi anlaşılabilmesi açısından, Dil hakkındaki şu üç teoriden de yine çok muhtasaran söz etmemiz faydalı olacaktır: Konvansiyonel Pozitivist Teori, Mekanisist Teori ve Organisist Teori. Bu teorilerin en ilginç özelliği, hep birlikte ve bir arada ele alındıkları takdirde Dil Gerçeği'ni kısmen izaha muvaffak olabilmelerine mukabil, tek başlarına ele alındıklarında bu konuda yetersiz kalmaları ve hatta gerçeği saptırmalarıdır diyebiliriz. Burada sadece ana çizgileriyle temas edeceğimiz bu üç teorinin, konumuzu ilgilendirdiği kadarıyla kritiği birlikte yapılacaktır.
1: Konvansiyonel Pozitivist Teori
Bu teoriye göre, Dil, esas olarak kelimelerden ibarettir; kelimeler ise, belirli bir somut nesneyi veya soyut bir fikri işaret etmeye yarayan birtakım sembollerdir. Ne var ki bu semboller herhangi semboller değildirler; kelimeler, o dili kullanan insanların, söz konusu kelimeler tarafından işaret edilen anlamlar üzerinde "uzlaşma" (konvansiyon) sağladıkları ve bir "mutabakat"a (konsensus) vardıkları sembollerdir. Dil'i bütünüyle "kelime" üzerine dayandırması bakımından Mekanisist Teori ile paralellik arzeden bu teori, kelime'yi üzerinde konvansiyon te'min edilen bir sembol, bir işaret telakki etmesi hasebiyle, Dil, kelimelerden oluşan bir "İşaretler Sistemi"ne tahvil etmiş olmaktadır. Rosenthal ve Yudin'in kaleme aldıkları "Materyalist Felsefe Sözlüğü"ndeki dil maddesi, bu işaret sistemi anlayışı için güzel bir örnektir:
"Dil, insan faaliyetleri sırasında, insanların birbirleriyle anlaşma ve haberleşmelerini sağlayan ve fiziksel, maddi bir yapısı olan bir işaretleşme sistemidir."
2: Mekanisist Teori
Mekanisist Teori, adından da anlaşılabileceği üzere, özü itibariyle Dil olgusuna "mekaniksel" modelli bir açıklama getirmekte olup, Newton ve Galilei tarafından 17nci asırda temellendirilen Mekanistik Fizik'in müteakip asırlardaki terakki ve tekamülünün ve elde ettiği azametli başarılarının bir sonucu olarak zamanla yayılan ve yaygınlaşan Mekanistik Felsefe'nin Dil sahasındaki bir uzantısıdır. Mekanistik Felsefe, bütün Evren'i basit bir mekaniksel cihaza, bir "makina"ya, çarkları muntazaman çalışan bir "mekaniksel saat"e indirgeyen ve bu cihazın bu muntazam çalışmasını açıklamakta çok ileri seviyede bir muvaffakıyyet elde eden Mekanistik Fizik'in Fiziksel Varlık Alanı'ndaki bu başarısını bütün var-oluş alanlarına teşmil eden bir felsefedir. Bu bakımdan, Mekanistik Felsefe, bir bilim dalı olan Mekanistik Fizik'in asli gayesini de aşmaya; bu bilimi bir enstümana tahvil edip kullanarak onun vasıtasıyla bütün tazammun ve şumulü ile, hem cansız tabiat, hem canlı tabiat, hem de ruhi ve içtimai varlık alanlarını mekaniksel prensiplere irca ederek, "külli", "total" ve hatta bir bakıma da, Doğru ve Hakikat'i ise suret-i mutlakada kendi tekeline almakla "totaliter" bir açıklama modeli getirmeye yönelmiş bir felsefedir.
İşte, Mekanisist Dil Teorisi, böyle bir felsefi zemin üzerine oturmakta ve Dil vakıasını, bütünüyle mekaniksel prensiplere irca etmeye teveccüh etmektedir.
Buna göre; Dil, esas itibariyle, mekaniksel birer araç olan "kelimeler"den müteşekkil bir vasıta, bir manada bir "kelimeler yığını" olmaktadır: Ruhsuz, maneviyatsız bir yığın! İmdi; madem ki, Dil, bir mekaniksel araç olan kelimelerden mürekkep bir yığındır; o halde, bu mekaniksel araçlar üzerinde istenildiği gibi manüplasyona bulunma imkanı doğmaktadır. Zira, birer mekaniksel araç haline dönüştürülen kelimelerin arka-planındaki bütün ruhi ve manevi dünya silinmekte ve bütün kelimeler, "mekaniksel araç" olmak nokta-i nazarından birbiriyle eş-değer olmaktadırlar.
Şu halde; birbiriyle eş-değer hale getirilen bu kelime denen mekanik cihazlar, bir başkası ile yer değiştirilme işlemine tabi tutulabilrler. Zira, nasıl ki, birer cihaz olmaları hasebiyle kullandığımız herhangi bir cihazı (buzdolabı, çamaşır makinası, otomobil v.s.) aynı fonskiyonu ifa edebilecek bir başkası ile değiştirmenin bir zararı mevzu-u bahs olamazsa, kullandığımız herhangi bir kelimeyi de bir yenisi ile değiştirebiliriz; hatta bu düşünce, bir milletin dilinin bütün kelimelerinin - Dil, neticeten "kelime" denen ruhsuz, maneviyatsız, mekaniksel cihazlardan oluşmuş bir yığın olduğu için - kaffeten ve kamilen "yenileri" ile değiştirilebilmesine, yani o milletin dilinin kaffeten ve kamilen bir "yenilenebilmesine"; veya, o dilin "bir başka dil" haline dönüştürülebilmesine imkan ve meşruiyet vermektedir. Tabiatiyle bu teorinin bu aşırı hadde varması durumunda, ortaya çıkacak olan Yeni Dil, eskisinin herhangi bir surette bir devamı, bir mütekamili değil, onun bütünüyle tağayyür etmiş (gayrileşmiş; bir başkası olmuş; transmutasyon geçirmiş) şekli, daha doğrusu, bambaşka bir dil olacaktır.
3: Organisist Teori
Tarih ve Toplum gibi birçok beşeri varlık alanını izah edebilmek gayesiyle te'sis edilen organizmacı teorilerden birisi de Dil'e müteallık olanıdır. Bu teoriye göre, Dil bir organizmadır; canlıdır, hayatiyeti vardır. Tabiatiyle, her canlı gibi, canlıların tabi olduğu süreçleri takip eder: Doğar, yaşar, gelişir, hastalanır, yaşlanır ve nihayet ölür. Yani, her canlı gibi Dil'in de muayyen bir ömrü vardır; bu ömrün, tabii veya arızi sebeplerle bir gün nihayete ermesi ve Dil denen bu organik varlığın ortadan kalkması kaçınılmaz ve zaruri bir akıbet olmaktadır.
Dil'i bir organizmaya irca eden Organisist Teori, bu telakkisi ile, Dil'i kelime denen mekaniksel, ruhsuz ve maneviyatsız araçlardan müteşekkil bir yığın telakki eden Mekanisist Teori'nin içine düştüğü yanlışlıklara bazı bakımlardan eş-değer, bazı bakımlardan da analog olabilecek yanlışlıklara duçar olmaktadır.
İmdi: Nasıl ki Mekanisist Teori Dil'i basit ses yığınlarına dönüştürerek O'nu, taşlar ve tuğlalardan mürekkep bir bina gibi bir kompozisyon ya da bir strüktüre tahvil ederek maddileştirmekte ise, Organisist Teori de, Dil'i "tarihilik" vasfından kopararak "uzvileştirmekte", organik bir hale dönüştürmektedir. Buradan çıkacak olan netice şudur: Dil, "Tarihi Varlık Alanı"na (Res Gestae) değil, "Tabii Varlık Alanı"na (Res Naturalis, veya, Res Extensia) ait olmaktadır; zira, canlılık, Tarih'e değil, Tabiat'a ait bir vakıadır. Bu ise, Dil'in "İnsani Varlık Alanı"ndan (Res Humanis) tard edilmesi demek olacaktır. Zira, İnsani Varlık Alanı ile ilişkilendirilebilecek olan, Tabii Varlık Alanı değil, yani Tabiat değil, Tarihi Varlık Alanı'dır. Halbuki Dil, Tabiat'ın değil Tarih'in mahsulüdür; bir önceki yazıda da kısaca söz konusu ettiğimiz gibi; orijini, yani bir varlık alanı olarak ortaya çıkışı itibariyle İnsan'ın bir ürünü, zatı itibariyle (ontik olarak) bir insan başarısı ürünü olmayıp, verilen bir kaabiliyet olan Dil, tekamülü itibariyle İnsan'a aittir; insani başarı ürünüdür. Bu sebeple de aynı zamanda Tarih'in bi rmahsulüdür; binaenaleyh, Tabiat'a ait bir organizm olarak kabul edilebilemez. Bu tarihilik vasfı aynı zamanda O'nun ayrılmaz partnerleri olan ve birbirini bütünleyen Kültür ve Medeniyet parçaları ile sım-sıkı bir bağlantı içerisinde olması anlamına da gelmektedir. Dil, Kültür ve Medeniyet arasında bağ gerçekten de çok kuvvetli bir bütünlük arzetmektedir ve bu bütünlük de Tabiat'ın ürünü ve parçası olan organik bir dil ile açıklanamaz. Şayet insan tabii bir uzuv, bir tabii ürün gibi telakki edilecek olursa, hayvan ile eş-değer addedilmiş olur. Zira, tarihi olmayan ve saf bir şekilde tabiatın mahsulü olan, insan değil hayvandır. Her iki cins varlığın, ses çıkarıyor olmakla birlikte aynı kategoriye konamayacağını, ses çıkarmanın konuşma demek olmadığını ve Dil'in sadece İnsan'a has olduğunu, bundan 2400 sene kadar mukaddem, O'nu bir "siyasi hayvan" (zoon politikon) olarak tanımlayan Aristo şu şekilde anlatmaktadır: [Bkz: Aristo., Politika., Türkçesi: Mete Tunçay., Remzi Yayınevi., Dördüncü Basım., İstanbul, Aralık 1993., s.9-10]
".../ Düpedüz bahtsızlığından değil de doğası gereği, şehri, devleti olmayan bir kimse ya fazla iyidir ya fazla kötü, ya insanlığın altındadır ya üstünde - insanlığın altında olmaya bir örnek, Homeros'un "saygısızlık eder, soyuna, düzene, ocağına" diye kınadığı savaş düşkünü kişidir; böyle bir kimse doğası gereği savaşa düşkün olur, tek başına kalmış bir dama taşı gibi hiçbir işbirliğine girmez. Fakat önümüzdeki, yalnızca bir işbirliği yapıp yapmama sorunu degildir; çünkü besbelli ki, insan arının ya da topluluk içinde (sürü halinde) yaşayan başka herhangi bir hayvanın olmadığı anlamda bir siyasal hayvandır. Çoğu kez dediğimiz gibi, doğa hiçbir şeyi boşuna yapmaz; insanı siyasal bir hayvan yapmak amacıyle de, bütün hayvanlar arasında yalnız ona dili, anlamlı konuşma yetisini vermiştir. Konuşmak ses çıkarmaktan oldukça ayrı bir şeydir; ses çıkarma yetisi öteki hayvanlarda da vardır, bununla duydukları acı ya da hazzı anlatırlar; çünkü gerçekten bazı hayvanların doğal güçleri, onların hem haz ve acı duymalarına, hem de bu duygularını birbirlerine aktarmalarına elverişlidir. Oysa dil, yararlı ve zararlı olanı, doğru ve yanlışı bildirmeye yarar. Çünkü insanla öteki hayvanlar arasındaki gerçek ayrılık, yalnız insanların iyi ile kötüyü, doğru iIe yanlış'ı, haklı ile haksız'ı sezebilmeleridir. İşte bir aile ya da şehri meydana getiren şey de, bu konularda ortak bir görüşü paylaşmaktır."
Nasıl ki Mekanisist Teori üzerinde Mekanistik Fizik'in ve ondan beslenen Mekanistik Felsefe'nin büyük tesirleri olmuşsa, Biyoloji'deki gelişmeler ve hassaten Darwinci Evrim anlayışı da Organizmacı Teori'nin üzerinde hayli önemli tesirler icra etmiştir. Darwin'in Türkçe'ye "İnsanın Türeyişi" adıyla çevrilen "The Descent of Man" isimli meşhur eserinde Dil'i [hem Language anlamındaki dil ve hem de Tongue anlamındaki dil] sadece zamanla tekamül etmiş bir organizma olarak analtması, tipik bir organisizmdir. Darwin'in bu eserinden etkilenen Engels'in dil anlayışı, bu teorilerin tamamının tipik bir nümunesidir.
|