Ankara'da, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından tertip edilen ve geçtiğimiz hafta sonu [24-25 Kasım; Cuma-Cumartesi] üst-üste iki gün devam eden, "Dilimiz Kimliğimizdir" başlıklı panel ve sempozyumun sempozyum bölümüne davetli tebliğci olarak iştirak ettim. İlk gün siyasetçilerin katılmış bulunduğu toplantının Panel bölümünden sonra, ikinci gün, bilimsel tebliğlerin sunulduğu Sempozyum, dört ana oturum halinde hazırlanmıştı. Burada, bir giriş olmak üzere, önemli tebliğlerin sunulduğu Sempozyum'a katılan tebliğcilerin ve tebliğlerinin isimlerini, sadece kendi akademik ünvanımı silerek, aynen veriyorum:
Panel: 24 Kasım (Cuma) Saat: 14.00.,
Panel Yöneticisi: Prof. Dr. Bahaeddin YEDİYILDIZ., Konuşmacılar: Müjdat KAYAYERLİ (MHP); Bülent ARINÇ (FP); Bülent AKARCALI (ANAP); Meral AKŞENER (DYP); Pakize AYTAÇ (BBP).
Sempozyum: 25 Kasım (Cumartesi):
Açılış Konuşması (10.00 - 10.15);
1. Oturum: (10.15 -12.30); Oturum Başkanı: Doç Dr. Ahmet Turan ALKAN; 1. Konuşmacı: Doç. Dr. Hakan Poyraz (Dil ve Kimlik Bağı); 2. Konuşmacı: Prof. Dr. Şahin UÇAR (Benlik - Dil ve Felsefe); 3. Konuşmacı: D. Mehmet DOĞAN (Sözlük Maceramız); 4. Konıışnıacı: Yard. Doç. Dr. Murat ÖZBAY (Kültür Aktarımı Açısından Türkçe Öğretimi).
2. Oturum: (14.00 - 16.00):
Oturum Başkanı: Prof. Dr. A. Bican ERCİLASUN; 1. Konuşmacı: Doç Dr. A. Turan ALKAN (Dil İle Dünya Görüşü Arasındaki İlişkilere Dair); 2. Konuşmacı: Durmuş HOCAOĞLU (Öztürkçecilik ve Türkçe'de Yarattığı Domino Etkisi); 3. Konuşmacı: Prof. Dr. Naci BOSTANCI (Dil ve İdeoloji); 4. Konuşmacı: Yard. Doç. Dr. Ertuğrul YAMAN (Yabancılaşan Biz miyiz, Dilimiz mi?).
3.Oturum: (16.30 -18.30):
Oturum Başkanı: D.Mehmet DOĞAN; 1. Konuşmacı: Prof. Dr. Yılmaz ÖZAKPINAR (Türk Dili ve Türk Düşüncesi); 2. Konuşmacı: Dr. Fahri TEMİZYÜREK (Yabancı Dille Eğitimin Sakıncaları Üzerine); 3. Konuşmacı: Alev ALATLI (Türkçe'nin içinde Bulunduğu Tehlikelerden Biri: "Afazi")
4. Konuşmacı: Hayati TEK (Fors Net) (İnternet ve Türkçe).
Sempozyum Değerlendirmesi: Prof. Dr. A. Bican ERCİLASUN
***
Takdir olunacağı üzere, bu sütunda bütün tebliğlerin bir özetini vermeye teşebbüs etmek dahi, uzunca bir yazı dizisi anlamına gelecektir. Bu itibarla, bu sütunda, bundan sarf-ı nazar ederek, "Öztürkçecilik ve Türkçe'de Yarattığı Domino Etkisi" başlıklı tebliğimdeki tezimi dile getirmemin yadırganmamasını istirham edeceğim.
I. "Dil"e Dair Muhtasar Bir Prolog
I.I. Umumi Olarak "Dil"
Evvela, çok kalın çizgilerle "Dil"in üzerinde duralım.
- İfade, Bilgi için en temelli, en asli bir kriterdir. Zira, "ifade" demek, "eser" demektir. Ortaya bir ifadenin konması, o ifadenin arka-planında bulunan Geist'ın (Ruh'un) manifeste edilmesidir. İmdi: İfade, bir üründür; üretilen birşeydir; bir müessir, bir fail tarafından ortaya konmuş olan şeydir ki bu da, kısaca söylendikte, "eser"dir. İfade, en genel halde Müessir'in, özel halde ise İnsan'ın, kendisini Eser'inde objektive ve manifeste etmesi demek olmaktadır.
- "İfade" kavramının tanımını biraz daha genişletmek suretiyle şu sonuca varabiliriz: Her ifade, kendisini bir kalıp ile ortaya kor ki bu kalıp, çok genel bir ifade ile, "dil" olarak adlandırılabilir.
- Yalnız, şuna dikkat edilmelidir: İfade (Expression) kelimesine burada yüklenen anlam, sadece "dil" - burada "dil" kelimesinin birisi "language" (lisan) ve diğeri de "tongue" (ağız içindeki biyolojik organ) olmak üzere çifte anlamına dikkat edilmelidir - ile yapılan sözcül ifadeler (verbal expressions) değil, her türlü insani manifestation'dur.
- Yani: Dil bir ifadedir ve kendisini "eser" ile ortaya kor. Fakat Dil, aynı zamanda kendisi de bir "eser"dir.
- Dil (Lisan, Language), herşeyden önce, dar ve özel anlamıyla, sadece ve yalnız İnsan'a hastır; zira, Dil, "Ruh"un kendisini dışlaştırması, kendisini ifade etmesidir. Yani, Dil'in arka-plannda bulunan şey "Ruh"tan başkası değildir. Burada istimal ettiğimiz "ruh" kelimesi, bir terim olarak Gazzali ve - bazı bakımlardan O'nun Garp düşüncesindeki muakibi ve adeta tilmizi gibi duran - Descartes tarafından dikkat çekici bir müştereklikle "canlılık ruhu" ve/ya "hayvani ruh" olarak adlandırılan ve ontik olarak kökeni madde ve dahi kendisi de maddi olan, doğumla başlayan, ölümle biten, bu-dünya'ya ait olan "psüke" (can; soluk; nefes; et-öz) değil; "hakiki ruh" olarak adlandırılan ve ontik olarak hiçbir suretle maddi bir referansı bulunmayan, İsra suresinin 85'inci ayetinde ["Ve yes'eluneke ani'r-ruh. Quli'r-ruhu min emri rabbi ve ma utitum mine'l-ılmi illa qalila."(Sana ruhdan-ruhun hakikatından sual ederler. Onlara de ki: Ruh, Rabbimin emrindedir ve size ilimden - ruhun bilgisinden - ancak az bir şey verilmiştir)] bahse mevzu edilen ve menşei "Emr" (Emr Alemi; Metafizik Dünya) olup ve yine o aleme avdet edecek olan "spirit" (ısık-öz) olmaktadır.
- Dil ile İfade arasındaki bağı Düşünce alanına sirayet ettirdiğimizde karşımıza şu üç netice çıkmaktadır:
1: En umumi manada Eser, yani İfade, Bilgi için en temelli bir kriterdir; yani, "bilmek, ifade etmektir" [Croce]; gerisi şöhret-i kaziblerin içi boş iddialarından, kuruntularından ve yalanlarından ibarettir. Bu babda, Ziya Paşa'nın şu meşhur beytini hatırlamak gerektir: "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde". Bu mütefelsifane beyit demek ister ki: Kişinin aklının rütbesi (derecesi) onun 'eserinde' - yani, 'ifadesinde' - görülebilir; Eser, Akıl'ın, yani Geist'ın teşahhus ve tecessüm etmiş şeklidir.
2: Dil, İnsan dünyasının sınırlarını gösterir; dili zengin olanların dünyası da zengindir; yani: "Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır" [Wittgenstein]
3: Dil, aynı zamanda asıl insanın kendisini manifeste ettiği saha olan Tefekkür'ün de bir bir kıstasıdır. Binaenaleyh, Dil ile ifade edilemeyen şey, düşünülemeyen şeydir; yani: "Dil'de olmayan, Düşünce'de yoktur" (Aristoteles)
- Dil, kesinlikle Cemiyet'e aittir; zira, İnsan cemiyete aittir, bir cemiyet mahsulüdür; bu sebepledir ki, hiçbir zaman "tek kişilik dil" olmaz; hiç olmamıştır; hiç de olamaz.
- Dil, yine, aynı zamanda İnsan (İnsanlık) başarılarının bütününün bir ifadesi ve bir ürünüdür.
- Dil'in bir başka özelliği de, "verilen bir değer" oluşudur. Yani, hiçbir dil teorisi ile, Dil'in "kazanılmış bir değer" olduğu, daha açık bir ifade ile, İnsan'ın kendisine Dil verilmeden konuışmasının imkanı bulunduğu izah edilemez. Bu hususta varılan son durak, "we allemehu'l Ademe bi-esma-i külleha"dan ibarettir.
- Öyleyse, İnsan ve/ya Tabiat, hiçbir şekilde ve hiçbir surette bizzat Dil'in yaratıcısı değildir.
- Şu halde, Dil, İnsanlık ile birlikte vardır; başka bir deyişle, İnsanlık Dil ile birlikte vardır; ya da şöyle diyelim: İnsan(lık) ancak Dil ile birlikte İnsan olmuştur.
- Buradan şu sonuç da çıkmaktadır: Dil, İnsan (İnsanlık) başarılarının bütününün bir ifadesi ve bir ürünüdür; hatta bir bakıma kendisidir; ama bizzat kendisi olarak değil. Zira, Dil'in kendisi, bizzat kendisi, bir insan başarısı değildir.
- Dil, insan var-oluşunun en önemli yanıdır; onsuz İnsan(lık), "insan olarak anılmaya değmez" birşeydir ["İnsan" suresinin ilk ayetinin buna bir atıf olabileceğine dikkat edilmesi...].
- Dil'in (Language'ın) maddeler dünyasındaki en önemli temsilcileri, Kant'ın deyimiyle, Beyin'in dış-dünyadaki uzantıları olan "Dil" (Tongue) ve "El"dir.
- Dil, bir tarihi varlık alanıdır; menşe' itibariyle bizzat bir insan ürünü değilse de, süreç olarak tarih içerisinde oluşan bir insanlık ürünüdür.
- Dil, statik dğil, dinamiktir; hiçbir zaman olduğu gibi kalmaz; mütemadiyen değişir.
I.II. "Dil" ve "Saf Dil"
- Dil, bir tarih mahsulü ve bir tarihi varlık olmakla, asla statik kalmayıp mütehavvil olmakla, asla saf kalamaz. Hiçbir dil "saf değildir; yani, "Öz Dil" diye birşey olamaz. Her dil mutlaka ve behemehal, başka dillerden sesler, kelimeler, terkipler alır; hatta Dil'in en sert kısmı olan Gramer'inde dahi az ya da çok etkilenmeler olur. Ancak, bütün bu alıntılar, şayet Dil sıhhatli ise, o dilin potasında eritilir; eritilir de o dilin bir parçası olur. [Bu noktada, Croce'nin Pota teorisi göz önünde tutulmalıdır].
- Hiçbir dil "saf" değildir; "Öz Dil" diye birşey olamaz ve buna ilaveten, Saf Dil veya Öz Dil aramak, bir yandan buluğa ermemiş çocuksu bir zihnin, diğer yandan da daha tehlikeli ve ve dehşet uyandıran bir başka şeyin dışlaşması (objektivasyonu) olmaktadır: Irkçılık! Zira, bu anlayış, bidayetinde Tanrı Teala tarafından sadece ve yalnız belirli bir cemiyete özel paket içerisinde inzal edilmiş, başka dillerden bütünüyle farklı ve onlarla hiçbir suretle karışmamış ütopik bir ütopik"sterilize dil" anlayışına dayanır ki bu da, gayri kaabil-i içtinab bir zaruret ile, bidayetinde Tanrı Teala tarafından, sadece ve yalnız "belirli" bir cemiyet olarak özel paket içerisinde halk edilmiş, başka cemiyetlerden bütünüyle farklı ütopik bir "sterilize soy" anlayışına varır ki bu da "sterilize ırk"tan başkası değildir. Öyleyse, Öz Dilcilik'in gerçek adı Irkçılık'tan başkası olamaz. Yani, Saf Dil / Öz Dil aramak, Saf Irk aramakla suret-i mutlakada ve tam ve hakiki manasıyla eş-değerdir.
- Şu halde, "Öz Türkçecilik" anlayışı - acaba bu ne kadar gerçek anlamda bir "anlayış"tır? - öncelikle ve behemehal "Öz Türkçülük", yani daha açık ve net ifadesiyle, "Türk Irkçılığı" anlayışını beraberinde getirecektir.
******
Hamiş-i Evvel:
- Bu satırların yazarının bu saçmalıklar yığınında son derece merak ettiği ve cevabını asla bulamadığı birçok sualden birisi de şudur: Çinliler'in dili Çince'dir, Ruslar'ınki Rusça, İngilizler'inki İngilizce, Araplar'ınki Arapça ve ilaahir; febinaen aleykezalik, Türkler'in dili de "Türkçe" olmak iktiza eder.
İmdi: Ey Azizan: Dili işbu "Öz Türkçe" denen lisan olan; onunla konuşan, yazan, çizen, eserler veren, o pek anlı-şanlı "Öz Türkler" kimlerdir; bizler gibi topraktan halkolunmuş, Adem Baba sulbünden gelen ins midirler, yoksa Ateş'ten halkolan cin midirler; nerededirler; hangi tarihte, hangi vakitte, hangi mekanda yaşamışlardır ve/ya yaşamaktadırlar; Yer'de midirler, Gök'te mi; Alem-i Emsal'de midirler, Alem-i Şuhud'da mı; yoksa mekandan ve zamandan münezzeh midirler? Boyları, posları, endamları, sesleri nicedir? O hariku'l-ala ve sadece ilahi zatlarına mahsus lisanları ile gerek ki halk, ibda, ihtira ve icad ile ve dahi gerekse de terkib ve tertib ile yaratmış oldukları eserleri, kütüphanelere sığmaz, raflar çökerten, ulum ve fünuna, felsefe, hikmet ve kelama, şiir ve diğer bilumum san'at ve estetik alanlarına ve dahi bu abd-i acizin tefekkür ve ifade eylemekten aciz kaldığı nice aliyyü'l-ala mevzulara dair eserleri nerededir? Yerin Göğün Halıkı Allah-ı Zü'l-celal aşkına, Alemlerin Rahmeti, adı güzel, kendi güzel Efendimiz Muhammed Mustafa Resulullah aşkına: İçinizde göreniniz, duyanınız, bileniniz; veya, göreni, bileni, duyanı göreniniz, duyanınız, bileniniz varsa söylesin; söylesin amma, şu katmerli cehlimin ve şu haddini bilmez akl-ı cüz'ümün ve nakise ile malul daracık idrakimin hudutlarını da lutfen ve tenezzülen nazar-ı itibare alarak söylesin.
Ve dahi, bu abd-ı hakirin ibad-ı ala'dan ve fırka-i naciye'den Öz Türkler taifesine mensub bir Öz Türk değil de, ibad-ı ednadan ve fırka-i dalle'den Türkler taifesine mensub bir kişi, yani, sadece bir "Türk" olmakla, "Öz Türkçe" tesmiye olunan o Lisan-ı İlahi değil de "Türkçe" tesmiye olunan o garip ve adı anılmaya değmez Lisan-ı Beşer ile söylesin.
Hamiş-i Sani:
Min gayri haddin hatırlatmayı bir vazife telakki ederim ki: Hiç kimse, Öztürkçecilik safsatası ile Milliyetçilik arasında bir bağ kurmaya kalkmamalıdır; zira:
1: Milliyetçilik, ırkçılık demek değildir; her gerçek milliyetçinin mutlak düşman addetmesi gereken zihniyet ve davranış bozukluklarından birisi, bir insanlık ayıbı ve indallahta suç olan, işbu menhus ve mel'un ırkçılık'tır.
2: Milliyetçilik, aptallık demek de değildir. Zira, - evvelemirde yukarıdaki ilk maddeye müracaat edildikten sonra - herşey bir yana, bilinmelidir ki, Öztürkçecilik denen düşünce - daha doğrusu, Descartes'ın tabiriyle "düşünceye benzer (ama düşünce olmayan) düşünce" [Cogito Cogitare] - sadece safiyane bir gayret-i milliye eseri değildir; hatta ekser-i kaahırası itibariyle hiç değildir.
|