KADRO PROBLEMİ ve HATM-İ KELAM
Muhalif'in bu nüshası ile birlikte onüçüncü sıra numarasına ulaşan bu yazı serisini, daha önce bu seriye dahil etmeyi tasarlamış olduğum "Kadro Problemi"ne şimdilik kısaca ile temas ettikten sonra neticeye vararak burada noktalamak istiyorum.
MHP'nin seçimler ile birlikte Real Politik ile yüz-yüze gelmesinde karşılaştığı sıkıntıların ve tıkanmaların kaynaklarından birisi de, hükumet tecrübesinden mahrum, hazırlıksız siyasi kadrosu olmuştur. Siyasi Milliyetçiliği "devlet-merkezli" bir doktrin düzlemine oturtan MHP'nin, uzun yıllar boyunca en umumi manada siyaseti bir nevi' "Ocakçılık" bağlamında algılaması ve öyle icra etmesi, bir de fikri zaafiyet ile malul siyasi kadronun hep iktidarın dışında kalmış olmasının getirmiş olduğu hükumet tecrübesi noksanlığı ile birleşince, ne kadar halis bir niyet olursa olsun, temsil etmekte olduğu siyasi milliyetçiliği iflasa sürüklemesini kaçınılmaz kılmıştır.
Nitekim, daha henüz Hükumet teşkilinde, Seçim'de tahminlerin de üstünde, herkesi ve hatta kendi kurmaylarını dahi hayret ve şaşkınlıklara gark eden büyük bir oy patlaması yaparak birinci DSP'den çok az bir farkla ikinci büyük parti konumuna yükselmesine rağmen, Maliye ve Enerji gibi stratejik bakanlıklarının her ikisini birden, seçim meydanından mağlubiyetle ayrılan ve baraj sınırına yaklaşacak kadar gerileyen ve bu bakanlıklarda sabıkalı olan ANAP'a; ayrıca, Kültür ve Milli Eğitim gibi hayati bakanlıkların her ikisini birden kendisinden ancak bir at başı önde bulunan ve yine bu hususlarda sabıkalı olan DSP'ye kaptıran - daha doğrusu, hediye eden - MHP'nin bu garip ve acemice tavrı tam bir siyasi kadro zaafiyeti örneğidir. Seneler senesi iktidara talip olan MHP'nin bu tecrübesizliği, "Züğürt Ağa" filminin unutulmaz kahramanlarından Abdo Ağa'nın yaşına-başına, haline-etvarına bakmadan, haddini-hududunu bilmeden, ikide bir elini kulağına götürerek "laf aramızda ben karı istiyem" diye tutturup, sonra da onsekizlik civan kız ile gerdeğe girdiğinde de lisebebin mine'l-esbab, fücceten rahmet-i rahmana kavuşmasını andırmaktadır. Nitekim, "laf aramızda ben iktidar istiyem!"in geldiği nokta budur: İktidar gerdeğinde İflas!
Siyasi kadro zaafiyetinin, untulması gayri mümkün, tarih çapındaki en feci örneklerinden birisi de Rahşan Ecevit'in daha Hükumet kurulmadan önceki tehditleri ve resti karşısındaki yanlış, tutarsız ve zikzaklar çizen taktiklerdir. O günleri bir hatırlayalım: Başlangıç ne kadar da güzel görünüyordu. 18 Nisan akşamı Türkiye Sağlı ve Sollu güçlü bir "milliyetçilik dalgası" ile sarsılmıştı ve belki de en mühimi, ortaya Sağ ve Sol Milliyetçilik şeklinde çok kavi bir akımın çıkmış olması idi; bunun, Türkiye için ap-ayrı bir kazanç oması mükün idi. İlk günlerde siyaset ve medya ortamına hakim olan genel temayül, fevkalade rahatlatıcı bir iyimserlikti. Görünüşe göre, tansiyon düşüyor ve Türkiye bir "detant" (yumuşama) sürecine giriyordu. Ülkenin en büyükleri konumuna yükselen iki milliyetçi partiden birisi olan (veya öyle gözüken) DSP ile MHP arasındaki tebrikleşmeler, Medya'da sağ ve sol kalemlerin, aydınların önemlice bir kısmının umutlandırıcı, 'soft ve light' beyanatları ve yazıları ilaahir... Hasılı; uzun ve bunaltıcı bir kışın ardından mükemmel bir bahar güneşi aniden bulutların arasından sıyrılarak, hayat saçan altın renkli kursu ile içimizi ısıtmaya, bir gecede çiçeklerle bezenen dallarda kuşlar ötüşmeye başlamıştı. Her şey iyi gidiyordu vesselam; sormayın gitsin.
...ancak; evet, ancak; bu kadar güzellik, bu kadar hoşluk, hoşnutluk, bu kadar letafet ve şetaret birşeyleri maskeliyor olmasındı? Neden olmasındı? Olabilirdi; oldu da nitekim; filhakika, kırk yıllık Yani'lerin birdenbire Kani olamayacağını söyleyen tarihi tecrübe haklı çıkmakta gecikmedi; çok geçmeden, bu güzel sahnelere rağmen, bir şeylerin içten-içe kaynamakta olduğu sezilmeye başlandı. Sezgiler yanılmamıştı: Açık ve parlak ufuk sür'atle kapanmaya ve kararmaya başladı; tatlı bahar havası kısa sürdü, hem de çok kısa; hemen akabinde, semanın kamilen kararmaya ve buz gibi soğuk rüzgarların ürperti vermeye başlaması gecikmedi: Sol Milliyetçi kanadı temsil eden (veya öyle gözüken) DSP'den Sağ Milliyetçi MHP'ye doğru esmeye başlayan bu rüzgarlar çok kesif "güvensizlik" bulutlarını sürüklüyordu. Atmosferdeki elektrik yükleri kısa bir zamanda arttı, şimşekler çakmaya başladı, ve dolan bulutlar aniden büyük bir gürültü ile boşaldı: Rahşan Ecevit, kadim zamanlardan kalma hırçın bir savaş tanrıçası gibi gökyüzünden Arz'a yıldırımlarını fırlattı. Bir tek "söz", dehşetengiz bir "yıldırım" oldu. Evet, bir adet "söz"! İçi ağu dolu bir söz! Yaraları kaşıyan bir söz! Unutmamalı ki, Dünya, Söz (Kelam; Logos) üzerine kuruludur. Söz (Kelam), hem anlaşmanın aracıdır, hem savaşmanın. Söz vardır ki ağuyu bal eder, söz vardır ki savaş keser; ama, söz de vardır ki baş kestirir. Bayan Ecevit'in sözü bu son türdendi; Kur'an'ın ifadesiyle, Kelimetun Tayyibe değil Kelimetun Habise: Nefret dolu, haşin, kırıcı ve kışkırtıcı: "İçime sindiremiyorum!". "Ne bahasına olursa olsun iktidar istiyem" ilkesini kendisine kendisine şiar edinen MHP, gerçekten de ağular yutmak bahasına da olsa bu sözüne bağlı kaldığını isbat etti! Elbette siyasette icab-ı halinde ağu da yutulur; ama bu ağu öyle bir ağu değildi; adeta MHP'nin mukavemetini ve taviz sınırını ölçme, acaba bu çocuklar nereye kadar geriletilebilir, ne dereceye kadar tavize zorlanabilir sualinin cevabını deneme testi idi ve MHP kadrosu bu testten kötü bir puanla çıktı: Bir kere boyunlar eğilmişti! Ve fakat bunun arkası da geldi: İlk taviz karşılığında elde edilen iktidar sarhoşluğu, sürekli baş eğme alışkanlığı yarattı. Nitekim, şu anda medya rüzgarını arkasına alan ve buna çok güvenen MHP, bu medya desteğinin ancak sürekli baş eğmekle devam ettirilebileceğini ve birgün başın diklenmesi durumunda derhal şedidane bir medya taarruzu ile karşı-karşıya kalacağını hala anlamış gibi görünmüyor; belki de yanılıyorum, çok iyi anladığı için böyle yapıyor olmasın...
***
Bir başka vakitte, ayrı bir başlık altında daha mufassalan irdelemek istediğim için burada daha fazla üzerinde fikir beyanını münasip addetmediğim siyasi kadro yetmezliği konusunda şimdilik söyleyeceğim iki şey daha var: Birincisi şu ki, MHP'li milletvekillerinin, hayli zaman karikatürize edilen, Meclis protokollerini dahi bilmeyen "taşralı" tavırları bile, bu iyi niyetli saf "ocaklı" beylerin daha henüz gerçek yüzünü bilmedikleri Umur-u Devlet'i nasıl omuzlanacaklarını zihinlerde ciddi bir sual haline getirmiş olmalıdır. İkincisine gelince: Hem daha henüz seçimler öncesinde "Genel Başkan Seçimi Olayları"nda ve hem de Hükumet olduktan sonraki o pek meşhur ve pek maruf "Sadi Somuncuoğlu Olayı"nda ortaya konan ve "Töre estiren", veya tam ifadesiyle, buram-buram kaba bir "terör" kokan ve Ülkücülük kavramını lekeleyen o tel'in edilesi "Ülkücü Tavır" (?!) MHP'li siyasi kadronun mühimce bir kesiminin hala okul kantininde veya meydanlarda Din ü Devlet, Mülk ü Millet uğruna cenk eden delikanlılar olmaktan sıyrılıp da Hükumet yükünü bütün tazammun ve şumulü ile sırtlanmış gerçek bir siyasi kadro olacak kadar olgunlaşamadığının bedihi bir burhanıdır. Ancak burada da hemen bir itiraz şerhi koymak istiyoyorum: "Ülkücü Tavır" denen şeyin de bir haysiyeti vardır; Gerçek Ülkücü Tavır adam dövmeye yeltenmek değildir, olmamalıdır ve dahi, gerçek Ülkücüler - hiç yapmazlardı ama, ez-kaza, mesela müdafaa-i nefs maksadına matufen - dövseler-dövseler "Moskova yolcularını" ve buna mümasil felan ve fülanı döverlerdi; bir başka ülkücüyü, hele bu vadide kendilerinden daha kıdemli bir muhterem zatı değil; en azından ben öyle hatırlıyorum.
***
Netice-i Kelam:
MHP Tecrübesi, Siyasi Milliyetçiliğin - münhasıran "Devletçi" versiyonunun - Real Politik tezgahından iflas ile çıkmasının adıdır. İmdi, şu iki sual ile hatm-i kelam edelim:
1: Bu iflas, Siyasi Milliyetçilik ebedi bir iflas mıdır?
El-Cevap: Devletçi Versiyon için, evet; Milletçi versiyon için ise hayır; en azından nazari olarak!
2: Bu iflas, siyasi bir parti olarak MHP için bir iflas mıdır?
El-Cevap: Hayır! En azından, şimdilik.
Çünkü, evvelen, bilinmelidir ki, MHP'yi yükselten şartların büyük kısmı el-an devam etmektedir ve mesela, MHP'den kaçacağı düşünülen oyların gideceği adres henüz sarahaten belli değildir. Bir gazeteci dostumun bir toplantıda dediği şu sözü hatırlatmayı gerekli görüyorum: "Seçmenin eli mahkum!". Tamamen olmasa bile büyük ölçekte doğruluk sahibi olan bu fikrin üzerinde düşünmek lazımdır.
Ve saniyen: Katı MHP'li sadık kitle, yani "Taban" için, her ne suretle olursa olsun, kırk yılda bir başa konan Devlet Kuşu kaçırılmamalıdır. Eğriye eğri, doğruya doğru: Fikir olarak - en azından sathen - hiç de yabana atılır gibi olmayan bu siyaset algısı MHP'nin küçülmesini, veya faraza küçülse dahi şok bir düşüşe girmesini önleyecektir.
Ve salisen: MHP, siyasi yelpazedeki yerini ağır-ağır değiştirmekte ve yeni bir taban yaratmakta ve yeni bir seçmen kitlesine yönelmektedir. Yani: MHP bir mutasyon geçirmektedir; O, artık bir "Mutant MHP" olma sürecine girmektedir, veya buna çalışmaktadır. Bu projenin başarı şansı hakkında şimdiden birşeyler söyleyebilmek son derece zor; ama her şeye rağmen, görünen o ki, Mutant MHP'nin, bu ahval ve şerait muvacehesinde küçülmesini beklemek hayal olur.
Bütün bunlar da, siyasetini MHP'nin küçülmesini beklemek üzerine odaklandıran partilere ithaf olunur.
|