REAL POLİTİK
Alman siyaset tarihinin dünya literatürüne bir hediyesi olan Real Politik, teknik bir terim olarak ilk defa von Rochau tarafından 1853 yılında kullanılmış olup, Siyaset konusunda "olması gereken"e, yani İdeal'e değil "olması mümkün olan"a, yani Real'e yönelmeyi ifade etmektedir. Her ne kadar teknik bir terim olarak mazisi bu kadar kısa olsa da, Real Politik'in, hem fikir ve hem de tatbikat olarak kökenleri çok eskiye dayanmaktadır ve hatta bütün tarih boyunca ondan başka bir fiili siyaset de olmamıştır. Bu konuda siyasi düşünce tarihinde sadece üç örnek dahi yeterli olabilir: İdeal'e göre siyaset yapmayı telkin eden Platon ile Real'e göre siyaset yapmayı telkin eden Machiavelli. İbn Haldun ise, Real Politik'in İslam dünyasındaki en büyük ismi olarak göze çarpmaktadır. Fiili siyaset tarihindeki en önemli iki örneği de yakın tarihimizden verelim: Dokuz yılda bir imparatorluğu hak ile yeksan eden, Türk'ün köküne kıran getiren fındık beyinli, düşünme özürlü idealist siyasetçi Enver Paşa ile, gücünün sınırlarını bilen ve o sınırı zorlayarak zaten bitme noktasına gelmiş bir milleti maceralı risklere atmayan Mustafa Kemal Paşa.
Real Politik, asıl ve gerçek politikadır ve onun haricindekiler realiteler dünyasında "edğas-u ahlam" kabilinden fasa-fiso şeyler olmaya mahkumdur. Tabiatiyle böyle iddiada bulunmak, İdeal'in değerini küçümsemeyi ve kaba ve basit bir realizm savunmasını meşrulaştırmak demek değildir; ancak, bilinmelidir ki, Siyaset, nihai safhada, elle tutulan müşahhas ve mücessem bir neticedir ve dahi "en iyi siyaset" demek, "en ideal siyaset" değil, "en başarılı siyaset" demektir. Başarı! Siyaset budur efendiler! .. ve dahi, başarı ise ancak realiteye uygunluk ile kaabildir. Ondan ötesi, mütefekkirlerin, mütefelsiflerin, felasifenin çok değerli, mücerret zihni tartışmalarıdır.
Siyaset'te başarının her zaman için ideal olan yerine real olana yönelmekle elde edilebileceğini anlamak için fazla derin bir bilgiye ve fazla keskin bir zekaya da pek o kadar ihtiyaç yoktur: Zihni bulanmamış "vasat" ve "herhangi" birisi olmak yeter.
***
Bir kere daha ve vurgu ile: Siyaset, adına "başarı" denen pahalı bir gıda ile beslenen dehşetengiz bir canavardır; eğer bu canavarın bu pahalı gıdası ez-kaza kesilecek olursa, ilk işi sahibini yemek olur.
***
İmdi: MHP'nin iktidar oluncaya kadar siyaset ile ilgisini konumuz itibariyle iki ana başlık altında toparlayabiliriz:
1: Komünizm ve Siyasi Kürtçülük başta olmak üzere Devlet, Millet ve Vatan aleyhtarı, bölücü ve yıkıcı fikir ve akımlara karşı, tepkici milliyetçilik refleksinin harekete geçirilmesi. Bu anlayış, MHP milliyetçiliğinin Devlet'e hem gönül ve hem de eylem açısından yakınlaşması sonucunu hasıl etmiştir ki bütün milliyetçilik tarihimizin en belirgin özelliği olan Devlet müdafaasının bir devlet fetişizimine dönüştüğü ve Devletçi Milliyetçilik'in yükseldiği kırılma noktası da burada ortaya çıkmaktadır.
2: Millet ve Milliyetçilik kavramları üzerine odaklanmış idealist ve romantik bir politika.Daha önce de sözü edildiği üzere, Türklük kavramının Anadolu'nun daracık hudutları içesine sıkışarak boğulmasını önlemesi ve Dünya Türklüğü'nün bütünselliğini siyasi (ve kültürel) olarak gündeme getirmesi bakımından Milliyetçi Hareket Partisi'nin ve Ülkücü Hareket'in, herşeye rağmen, bir hizmet ve başarı fonksiyonu sahibi olduğu açıktır. Fakat yine bu sütunlarda da müteaddit kereler dile getirildiği gibi, bu hususta egemen olan karakteristik vasıf, "realist" olmaktan ziyade "ütopik bir idealizm"dir. Üstelik, fikri alt-yapısı çok zayıf, felsefi açıdan bir "sefalet" içerisinde olan bir "idealizm". Nitekim Sovyetler'in dağılmasından sonraki dönemde gayet vazıhan ve sarahaten görülmüştür ki, Türk milliyetçilerinin en fazla gündemde tutmaya çalıştığı hususlardan olan "Esir Türkler" konusundaki bütün iddiaları çocukçadır: Son derece samimi ve fakat bir o kadar da içi boş, hayallerle örülmüş bir milliyetçiliktir bu. Bu naiflik konusundaki en sıcak ve taze misal, daha birkaç hafta önce MHP'li bakan Abdülhalık Çay'ın, henüz on yıl öncesinin "esir Türk illeri" olan beş Türk Cumhuriyeti'nin (Türk mü Türki mi; o bile hala belirsizdir!) büyükelçileri ile akdetmiş olduğu bir toplantının akabinde medyaya yaptığı, "bizim bu konuda hiçbir ciddi bilgimiz bulunmadığını şimdi açıkça anlamış bulunmaktayız" şeklindeki itiraftır. Fakat Çay'ın bu itiraftan sonraki sözleri şu tüyler ürpertici metafordur: "Anladık ki Leyla da o kadar güzel değilmiş". Politik nezaket kaideleri açısından tam manasıyla bir pot olan - çünkü bu, düpe-düz "siz de bir matah değilmişsiniz" demekten başka bir anlam taşımaz - bu garabet cümlenin vehametini telafi edebilmek için müşarünileyhin hemen akabinde eklediği "... ve Mecnun da o kadar yakışıklı değilmiş" ibaresine rağmen fecaatin setredilmesi mümkün değil: Bir "Türklük pofesörü" olan ve bu vadide isim yapmış bulunan bu zatın bu müthiş "idrak ve feraset" (?!) noktasına varabilmesi için bunca zamanın heder olmasının ve iktidar mevkıine gelmesinin icap etmesi, Siyasi (ve hatta Kültürel) Türk Milliyetçiliği için kelimenin tam ve teknik manasıyla muhteşem bir skandaldan başka birşey değildir.
Evet; doğru-doğru, dos-doğru: Türk Milliyetçiliği, hep samimi, hep ihlaslı, hep fedakar, hep idealist; ama hep tepkici ve fikri bakımından da hep "çocuk" olmuştur! Hep buluğa ermemiş, saf bir çocuk; hep derinliksiz, hep sathi, hep hayalci! Bunun için de her zaman istismara, kullanılmaya ve dahi kullanıldıktan sonra da bir kenara atılmaya açık, elverişli; bunun için de başarısızlığa mahkum. O, başlangıcından beri hep böyledir; böyle gelmiştir, el'an dahi böyledir ve böyle gitmekte, bu hal ve gidişini değiştirmek için bir irade göstermekte değildir.
İşte bu naif milliyetçilik, en sıkı imtihanını iktidar ortaklığı ortaklığı döneminde vermiş; hayaller ile beslediği başı Realite'nin sert kayasına çarpmıştır.
MHP, Real Politik - ya da diğer adıyla Gerçek Politika ile - ancak 18 Nisan'dan sonra yüz-yüze gelmiştir. Gelmiştir amma, dostlar, açıkça görülmektedir ki, fikri yetersizlik, bu gerçeklikten gerekli derslerin istihracına hala ciddi manada bir mani teşkil etmektedir. Burada "gerçeklik" aynı zamanda Devlet'in "gerçek" - veya "derin" - yüzü anlamındadır da.
Fakat fazla haksızlık da etmeyelim: Bütün mazisi boyunca bu konuda hiçbir ciddi ön hazırlığı olmayan romantik bir siyaset anlayışının başarı kazanması beklenemez.
Şimdi, MHP'nin işbu Real Politik'in ağırlığı altında nasıl ezildiğinin, kendisini çok bariz bir şekilde gösterdiği birkaç mühim alandan söz etmek isterim:
1: Harici Siyaset: Dış Türkler, Kıbrıs, Ermeni Meselesi ve Avrupa Birliği konuları.
2: Dahili Siyaset: Kürt Meselesi ve Hukuk Devleti ve bunun bir uzantısı olarak Başörtüsü meselesi.
Dikkat edilecek olursa hemencecik farkedilebilecektir ki, başı Realite'nin ve Derin Devlet'in kayasına çarpan MHP'nin bu konularda elle tutulur ciddi bir tezi yoktur: Başka mahfiller veya Devlet - veya "Derin Devlet" - tarafından tarafından hazırlanıp kotarılarak sahneye getirilen tezler karşısında MHP şaşkın bir konumda durmakta ve çoğunda da, tahmin edilenin aksine kolaylıkla ikna edilebilmektedir. Dış Türkler konusundaki skandala yukarıda kısaca temas ettik. Gelelim diğerlerine. Bu konularda, daha önce "altıyüz profesörün rahle-i tedrisatından" - buradaki "tedrisat" kelimesinin gülünçlüğü şu anda bakanlık koltuğunda oturan bir MHP'li zata aittir - geçirilmiş olan MHP'nin bu hassas mevzularda ne gibi bir tezi bulunduğunu bilen var mı? Sadece, en fazlasından, bir zamanlar Necdet Calp'in "Sattırmam Efendim!"ini hatırlatan "Olmaz Efendim!" den başka! Pek ala; olmaz, tamam! Ama ne olur? Bilen varsa beri gelsin! Dış Türkler gibi bir mevzuda bir tezi olmayan MHP'nin Kıbrıs'taki, Ermeni meselesindeki, Avrupa Birliği konusundaki, iler-tutar, adına "milliyetçi" denebilecek ve "milliyetçilik farkını farkettirebilecek" tezleri nelerdir?
Gelelim dahili siyasette ele aldığımız mevzulara. Kürt Meselesi ve Başörtüsü meselesinde MHP'nin Seçim'den önceki iddiası - ki böyle iddialara "tez" diyemeyiz; Tez kelimesinin bir haysiyeti vardır - "erkeklik raconu"ndan başka ne idi? Evet ne idi ve ne oldu?
Altında MHP'nin de imzası bulunan Hükumet-i Hazıra tarafından Apo'nun idamı konusunda 12 Ocak tarihinde alınan meş'um kararın unutulmadığını ümid ederek, bu konuda yazdığım "Kara Çarşamba" başlıklı bir gazete fıkrasından burada bir miktar aktarmakla yetineceğim. [Ayyıldız; 17 Ocak 2000, Pazartesi]:
"12 Ocak 2000, çarşamba günü, tarihimize bir utanç lekesi olarak geçecektir; bir kara leke; bir kara gün.
"12 Ocak 2000 tarihini, Kara Çarşamba olarak nitelendiriyorum.
- "12 Ocak 2000, "Kara Çarşamba"dır. Çünkü; ilk önce ve herşeyden önce ve herşeyden mühim olarak; özgürlük ve bağımsızlık bilinci örselenmesinin, bir virüs gibi, hiç akla-hayale gelmeyecek bir yere; özgürlük ve bağımsızlık uğruna, seve-seve ateşe dalan pervaneler gibi, kendisini gözünü kırpmadan ateşe atan, genç göğsünü kızıl mermilere siper etmekte bir an bile tereddüd etmeyen bir neslin - ki onlar bir zamanlar "zamane sahabeleri" diye anılırdı - siyasi temsilcisi olduğu sanılan; özgürlük ve bağımsızlık bilincinin somutlaşmış, teşahhus ve tecessüm etmiş, el ile tutulur hale gelmiş şekli demek olarak da tarif edilebilecek olan Ülkücü-Milliyetçi camiaya da - en azından birkısmına - sıçramış olduğunun tescil edildiği tarihtir.
"Bu ifade kesmedi; Hayır! Hayır. Şöyle demeliyim: Birçok hususta eleştirdiğim, yerden yere çarparak eleştirdiğim; ama, herkes gibi benim de vatan-devlet-millet perverlikte, bağımsızlık ve özgürlük bilincinde son sınır olarak kabul ettiğim; hepsini "kaya" gibi sandığımız, hepsini "zamane sahabesi" kabul ettiğimiz o camianın aslında tamamının hiç de öyle mono-blok olmadığının; en azından birkısmının, iktidara gelince, iktidarın tadını alınca, iktidar denen şehvetin tadı damağına deyince, "ötekiler"den pek de farklı olmayabileceklerinin, ikna odalarında nasıl da ikna edilebileceklerinin; onların da pekala, öğleyin şehit cenazesinde gösteri yapıp, akşama, "bilmediğimiz şeyler varmış, söylendi, ikna edildik" diyebileceklerinin bilfiil tescil edildiği tarihtir.
- "12 Ocak 2000, "Kara Çarşamba"dır. Çünkü; Gazzali'nin, oğluna vasıyet ederken, mealen, "Ey Oğul! Siyasetçilerden uzak dur! Sofralarına oturma; yedikleri haramdır! Sohbetlerine katılma; söyledikleri yalandır!" diye özetlenebilecek olan tarih çapındaki tavsiyesinin milli-milsiz her siyasetçi için geçerli olabileceğinin tescil edildiği tarihtir.
- "12 Ocak 2000, "Kara Çarşamba"dır. Çünkü; Türkiye'nin, Batı karşısında kendi başına, özgür ve bağımsız olarak bir politika takip etmesinin hemen-hemen bütünüyle imkansızlaştığının tescil edildiği tarihtir.
- "12 Ocak 2000, "Kara Çarşamba"dır. Çünkü; Batı karşısında eğile-eğile doğrulma kaabiliyetinin sıfıra müncer olduğunun, başların artık göğüslere yapıştığının tescil edildiği tarihtir.
- "12 Ocak 2000, "Kara Çarşamba"dır. Çünkü; "sonra Kürtler sizi döver" diyerek, bütün cihanın hala kendisinden korktuğu Türk'ün Kürt ile korkutulduğunun; Kurd'un Kürd'e, Kurt eliyle yedirildiğinin tescil edildiği utanç tarihidir.
- "... ve nihayet, 12 Ocak 2000, "Kara Çarşamba"dır. Çünkü; bu tarih, "Büyük Operasyon'un Birinci Safhası"nın başarı ile tamamlandığının tescil edildiği tarihtir."
Şimdi aynı parti Apo'nun idamını hala Kamuoyu'na karşı bir siyasi propaganda malzemesi olarak kullanmaya devam ediyor; ama, nasıl inanacağız? Biliniz ki bu saatten sonra İmralı Padişahı'nı asmak için artık manda gibi bir yürek sahibi olmak dahi yetmeyecektir.
Gelelim Hukuk Devleti meselesine: Siyasi Milliyetçiliği kendisine şiar edinmiş olan MHP'nin utanç verici "5+5" formülasyonu için takındığı hukuk-dışı tavır ve Meclis'in iradesini kabz ve tevkif etmeye kadar varan despotizmi; ve kezalik, KHK konusundaki hukuk-dışılığı müdafaa etmedeki celadeti ve Hukuk mücadelesi veren Sezer'e karşı cepheleşmesi nasıl bir hak-hukuk anlayışı ile kaabil-i te'lif addedilebilir?
***
İşte bu noktada, daha önce sözünü ettiğimiz şu suali bir kere daha soralım:
Milliyetçilik'i kendisine birincil bir ilke ittihaz edinen siyasi bir hareketten neler beklemekteyiz veya beklemeliyiz? Yani, Türkiye, Türk Milliyetçileri tarafından idare edildiği takdirde, 'diğer', 'herhangi' siyasi iktidarlara olan farkı ne olacaktır?
Hatırlanacağı gibi buna "Milliyetçilik farkı" demiş ve sonra da şöyle bir tarifte bulunmuştuk: SİYASİ MİLLİYETÇİLİK, "SİYASETTE MİLLİYETÇİLİK FARKI" DEMEKTİR.
***
Şimdi, buna göre: Milliyetçilik'i kendisine birincil bir ilke ittihaz edinen MHP'den ne umuldu, ne bulundu? MHP'nin 'diğer', 'herhangi' siyasi iktidarlara olan farkı ne oldu?
Ve tekrar soralım: Böyle bir fark görebiliyormusunuz?
***
Netice-i kelam, herkesin alması gereken mühim bir ders olmaktadır: Tarihi MHP Tecrübesi'nin kör gözlerin dahi farkedebileceği şekilde izhar ettiği üzere, Türk Milliyetçiliği'nin Siyaset alanındaki farkının ne olduğu belirsizdir; çünkü, birçok sebebinden birisi budur: Real Politik'ten mahrum olmak! MHP Tecrübesi, Ütopik ve Devlet-Merkezli bir milliyetçiliğin, Realite'ye ve Devlet'e çarpınca ne gibi hallere duçar olabileceğinin tarihi vesikası hükmündedir.
|