DEVLET PROBLEMİ: II
Bir önceki sayıda Devlet Problemi'ni ana hatlarıyla maddeler halinde sıralamaya başlamıştık. Bundan önceki üç madde, Varlık Problemi, Meşruiyet Problemi ve Değer Problemi idi. Şimdi dördüncüsünü görelim.
4: "Büyüklük ve Nüfuz" Problemi
Tarafımdan "büyüklük" terimi ile kastedilen şey, alelumum manada anlaşılageldiği şekliyle Devlet'in iktisadi ve askeri gücünün büyüklüğü ve topraklarının genişliği manasında değil, Toplum'un hayatında kapladığı yer manasında kullanılmıştır. Bu sebeple, terimi daha sahih kılabilmek ve diğer manasıyla karışmasını önleyebilmek için, "nüfuz" terimi eklenerek daha sarih bir şekle kavuşturulmaya çalışılmıştır. Şimdi tarifi tekrar ele alacak olursak, "Büyüklük ve Nüfuz" kombine terimi ile kastetmiş olduğum şey, Devlet'in Toplum hayatında kapladığı yer ve Toplum üzerine nüfuzu, müessiriyetidir. Bu tarife göre, bir devlet toplumu üzerinde ne kadar yönlendirici, ne kadar müdahaleci, ne kadar emredici ise o derece büyük ve nüfuzludur. Mesela Devlet'in iktisadi hayatta en büyük belirleyici güç, diğer bir tabirle en büyük patron olması; Halk'tan onay almamış bir ideolojisinin bulunması; toplumsal değişim ve dönüşümlerde öncü olması; uygun ve doğru bulduğu düşünme ve yaşama tarzlarını vatandaşlarına zorla empoze edebilmesi, dayatabilmesi; hasılı, vatandaşlarının ferdi ve içtimai hayatlarına müdahale edebilmesi büyüdükçe, Devlet, o denli büyük ve nüfuzlu bir devlettir.
İşte, "Devletçi" (Statism/Étatism) adıyla anılan ve Devlet'in güç ve nüfuz alanının büyümesini müdafaa eden siyaset doktrinlerin özeti kısaca bundan ibarettir.
Bu noktada Devlet ve Hürriyet arasındaki münasebete ilişkin şu prensibi hatırlamak faydalı olacaktır: "Devlet ne kadar büyürse hürriyet de o kadar azalır". Bu prensibi aynen bu ifadesiyle vaz' eden filozof, Rousseau'dur. Devlet'in Büyümesi kavramını esas olarak fiziki büyüme şeklinde ele alan ve Antik Çağ Yunan devlet geleneği ve felsefesinin tesiriyle fiziki güç ve arazi büyümesini hürriyetler açısından mahzurlu bulan ve bu sebeple de en ideal hürriyet ortamının Teritoryal Devlet'te değil de bir tür Site Devleti'nde yaşanabileceği fikrinde olan Rousseau, "Toplum Sözleşmesi"nin III. kitabının I. bölümünde, "Devlet ne kadar büyürse hürriyet de o kadar azalır" dedikten sonra, devletin büyümesinin getireceği neticeleri ise şu şekilde ifade etmektedir: "Devletin büyümesi, devlet gücünü ellerinde tutanlara daha çok kötülük eğilimi verdiği için, onlara, güçlerini kötüye kullanma araçları sağlar."
Aynı konu tarafımdan ilk önce Türk Ocakları'nın tertiplediği bir panelde (13.06.1998, Ankara) tebliğ olarak ele alınmış ve daha sonra da Muhalif'te (sayı: 30., tarih: 11-17 ağustos 2000) "Hürriyetlerin Korunumu Kaanunu" başlıklı makalemde daha açık ve net bir ifadeye kavuşturulmuştur.
Konunun özü şudur: İnsanların, milletlerin, ümmetlerin yaşaması, tekamülü, huzuru, emniyeti, hakları ve hürriyetleri için en ziyade lüzumlu ve zaruri olan müessese, Devlet'tir. Fakat "dikensiz gül olmaz" misali, bu en ziyade mühim müessesenin de bazı dikenleri vardır. Bu dikenler, başka birşeyden değil, doğrudan doğruya toplumsal hayatın zaruretlerinden ve Devlet'ten, yani hariçten değil dahilden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki: Bu kadar zaruri olan bir müessese, bir yandan insanların hürriyetleri için bir te'minat olurken diğer yandan da yine aynı hürriyetler için bir mania olmaktadır.
"Hürriyetlerin Korunumu Kaanunu"nda şunu söylemiştik:
"Bir toplumdaki Toplam Hürriyet miktarı arttırılamayacağı gibi, yok da edilemez; ancak, kişiler, sosyal gruplar ve Devlet arasında paylaşılabilir. Devlet'in hürriyeti artarsa fertlerin ve sosyal grupların, fertlerin ve sosyal grupların hürriyetleri artarsa Devlet'in hürriyeti daralır; her ikisinde birden arttrılamaz. Ferdin hürriyeti maksimum değerine Robinson yalnızlığı, minimum değerine de Firavun despotizmi örneğinde ulaşır. Ferdin hürriyetini bir cemiyet içerisinde maksimum değerine ulaştırmak isteyen düşünürlerin Anarşizm (düzensizlik) ütopyasına saplanmaları bundandır: Hem bir cemiyet olmalı ve hem de fertleri bağlayan hiçbir bağ olmamalı. Lakin, böylesine bir sınırsız hürriyet talebinin Bu-Dünya'da değil ancak Öte-Dünya'da mümkün olduğunu bu işlerden anlayan herkes bilir.../.../...Bu-Dünya'da işler böyle yürüyor; bir kişinin hürriyeti bir başkası veya başkaları tarafından tahdit edilmekte; zira, toplam hürriyet miktarı sabittir. Ama en üst düzeyde hürriyet sınırlandırıcı güç, en üstün Güç olan Devlet'tir."
"Bu vazıyete göre; kapalı ve izole bir toplumsal sistemde hem Toplum'un ve hem de Devlet'in hürriyetlerinin toplamı muayyen ve mahdut olmakla, Toplum'un hürriyetinin arttırılabilmesi, Devlet'in hürriyetinin azaltılması ile kaabil olabilecektir. Her ikisini birden aynı nisbette arttırmayı düşünmek, Yok'tan Madde veya Enerji yaratmayı düşünmek kadar akıl-dışı ve saçmadır; çünkü böyle birşey, "Yok'tan Hürriyet yaratmak" demektir. Öyleyse, artık diyebilmek durumundayız ki: Bireysel Hürriyet Toplum ve Devlet aleyhine, topyekun Toplumsal Hürriyet de, ancak Birey ve Devlet aleyhine elde edilebilir; yani, daha açık bir ifade ile, Bireysel Hürriyet Talepleri Toplum-karşıtı ve Devlet-karşıtı ve Toplumsal Hürriyet talepleri de, aslında, Birey-karşıtı ve Devlet-karşıtı taleplerdir."
"Fakat burada iki şeye dikkat edilmesi gerekir: Önce, "Devlet-karşıtlığı" ile "Devlet-aleyhtarlığı" arasındaki derin fark dikkatle ayrılmalıdır; ve bilahare de fehm ve idrak edilmelidir ki, bireysel ve toplumsal hürriyet taleplerinde limit noktalara doğru varılmak istendiğinde Toplum-karşıtlığı Toplum-aleyhtarlığı'na, yani Toplum-düşmanlığı'na ve Devlet-karşıtlığı da Devlet-aleyhtarlığı'na, yani Devlet düşmanlığı'na münkalib olur; bu ise, hürriyetlerimizin zemininin toptan ifna olmasından başka bir anlam taşımaz. Zira, böyle bir ahvalde ipliği kopmuş bir tesbihin taşlarının dağılması gibi Devlet ve Toplum dağılır; o zaman istenecek bir hak ve hürriyet dahi kalmaz. Yahut da alel-ekser vaki olduğu üzere, ya izole kapalı sistem delinerek başka bir harici devletin veya yine Sistem'in kendi içinden çıkan Total veya Feodal üstün güçlerin boyunduruğuna düşülür. Zira, Devlet, bir ihtiyaçtır; ortadan kalkması veya kaldırılması halinde hasıl olan vakum mutlaka aynı fonksiyonu ifa eden başka üstün güçlerce doldurulur."
"Şu halde; asıl gaye, bir Leviathan olan - veya her zaman olma istidadı taşıyan - Devlet denen o ürkütücü cihazın hürriyetinin, yani Toplum üzerinde hükmetme imkanının, belirli bir limitin altına düşmesine izin vermeden ayakta kalmasını; yani, "Hakimu'l Millet" değil "Hadimü'l Millet" olmasını temin etmektir."
Şu hale göre: Devlet bir yandan hürriyetlerimiz için gayri kaabil-i içtinab bir zaruret olarak müsbet bir veçhe taşırken diğer yandan da yine aynı hürriyetlerimiz için hem tahdit edici olan ve hem de tehdit edici olabilen menfi bir veçhe taşımaktadır. Zira, Devlet gücü arttıkça, bu gücü elinde tutanların, yani Devletlular'ın, tahakküm etme, Rousseau'nun deyimiyle, kötülük etme imkan ve eğilimleri artacaktır ki bu ise, Devlet'in hürriyeti genişledikçe Toplum'un ve Fertler'in hürriyetlerinin daralmasındana başka bir şey değildir.
Devlet ve Hürriyet arasındaki bu paradoksun, hiçbir zaman tam olarak halledilebilmesi mümkün olamaz; zira, yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi, paradoks hariçten değil, dahilden kaynaklanmaktadır. O sebeple, ancak, sınır şartları ile kısmi bir çözüme kavuşturulabilecek olan bu paradoksun sınır şartı Devlet'in büyüklüğünün optimal bir limite çekilmesi ve işbu optimal limitin şimdilik bilinen en iyi yolu ise, bir sözleşme (mukavele, kontrat) ile te'sis edilen Sözleşme Devleti ve Halk'ın asıl yöneten güç olduğu bir yönetim mekanizması olan Demokrasi'dir.
***
Şimdi, yukarıda bir kısmını iktibas ettiğimiz "Hürriyetlerin Korunumu Kaanunu" isimli makalemize bir kere daha atf-ı nazar ettiğimiz takdirde, şu sonuçların istihraç edilebileceğini görürüz:
1: Devlet'in büyüklüğü ve nüfuzu arttıkça Toplum'un ve fertlerin hürriyeti azalır;
2: Bireysel Hürriyet Toplum ve Devlet aleyhine, topyekun Toplumsal Hürriyet de, ancak Birey ve Devlet aleyhine elde edilebilir; yani, daha açık bir ifade ile, Bireysel Hürriyet Talepleri Toplum-karşıtı ve Devlet-karşıtı ve Toplumsal Hürriyet talepleri de, aslında, Birey-karşıtı ve Devlet-karşıtı taleplerdir.
3: Fakat burada kullanılan "karşıtlık", umumiyetle zannedilenin aksine, "aleyhtarlık", yani düşmanlık değildir.
4: Zira, hem bireylere, hem Toplum'a ve hem de Devlet'e lüzum vardır; o halde bunlara da hürriyet gereklidir.
***
Birey, Toplum ve Devlet arasında hem an-şart lüzumlu olan ve hem de mahzurlar yaratan kopmaz birlikteliklerin bir sonucu olan "bağlılık ve bağımlılık" ve "karşıtlık" mutlaka en optimal bir tarzda çözümlenmesi ve çözülmesi gereken en birinci sosyal problem olmaktadır.
Bu çözüm ise, mutlaka ve behemehal, Devlet'in güç ve nüfuz alanının daraltılması olmalıdır.
Ülkemizde hala zihinlerde yeterince ibra edilmemiş, yeterince sindirilmemiş bulunan Demokrasi'nin hikmeti de bundan ibarettir: Büyüklük ve nüfuz alanı daralmış bir devlet te'sis etmek. Böylece, transandantal ve kendinden değil enstrümantal ve gayriden bir varlık ve binnetice, yukarıda da zikredildiği veçhiyle, Millet üzerinde hakim değil onun emrinde hadim olan bu devlet modeli, O'nu bu hale getiren en üstün güç olan Halk'ın Gücü, yani Demos-Krasos ile te'sis edilebilir.
***
Şu halde, "Büyüklük ve Nüfuz" Problemi, doğrudan-doğruya bir "Demokrasi Problemi"ne irca edilebilir demektir.
Buradan çıkacak bir başka kaçınılmaz sonuç da şu olacaktır: Devlet'in büyüklük ve nüfuz alanının büyümesi taraftarı olan Devletçi siyasi doktrinler ile bu büyüklük ve nüfuz alanının Toplum ve bireyler lehine optimal bir limite inerek daralması taraftarı olan Demokrat siyasi doktrinler, kısacası, Devletçilik ile Demokrasi arasında bir uyumsuzluk, uzlaşmazlık, aykırılık ve çelişki bulunmaktadır. Bu çelişki, tıpkı "Hürriyetlerin Korunumu Kaanunu"nda Devlet'in hürriyeti genişledikçe Toplum'un, Toplum'un hürriyeti genişledikçe Devlet'in hürriyetinin daralması gibi, Devletçilik (Etatizm) genişledikçe Demokrasi, Demokrasi genişledikçe de Devletçilik daralmaktadır.
***
Bu mülahazalardan, genel olarak Milliyetçilik ve özel olarak da Siyasi Milliyetçilik ve İflası hakkında mühim neticelere varılabilecektir. Çünkü daha önce Devlet Fetişizmi olarak isimlendirdiğimiz kavramın da bir cüzünü teşkil ettiği bu problem alanı, Siyasi Milliyetçiliğin İflası'nın en temel saiklerinden birincisi olmak mevkıınde bulunmaktadır.
|