Bundan önceki yazımıza şu sorularla giriş yapmıştık:
1: Bu yazıdan, Türk Milliyetçiliği'nin siyasileşmemesi gerektiği gibi bir netice-i elime mi hasıl olmaktadır?
2: Bu iflas bundan sonrası için siyasileşme yolunda kesin bir son mudur, veya olmalı mıdır; yani: STM (Siyasi Türk Milliyetçiliği) için siyasileşme yolu kapanmış mıdır, ya da kapanmalı mıdır;
3: İflas zaruri midir, arızi mi; konjonktürel midir, strüktürel mi, prensipal mi?
Bundan sonra da, Türk Yurdu dergisinde yayınlanan bir yazımızdan geniş bir iktibasta bulunarak şu sonuca ulaşacağımızı söylemiştik:
1: Türk Milliyetçiliği'nin siyasileşmesi bir zaruret idi ve bugün de böyledir;
2: Binaenaleyh, Türk Milliyetçiliği siyasileşmekle prensip itibariyle hatalı veya yanlış değil, doğru bir tercihte bulunmuştur; prensip doğrudur, terkedilmemelidir.
3: Ancak, bu konuda teori ve strateji itibariyle büyük hatalar işlenmiş ve bu da İktidar'a gelince İflas'a sebebiyet vermiştir.
Bu son üç maddedede cem edilen sonuçlar, birinci maddedeki "Bu yazıdan, Türk Milliyetçiliği'nin siyasileşmemesi gerektiği gibi bir netice-i elime mi hasıl olmaktadır?" sorusunun cevabı idi. Şimdi diğerlerine geçelim:
1: Sual: Bu iflas bundan sonrası için siyasileşme yolunda kesin bir son mudur, veya olmalı mıdır; yani: STM (Siyasi Türk Milliyetçiliği) için siyasileşme yolu kapanmış mıdır, ya da kapanmalı mıdır;
Cevap: Bu iflas, bundan sonrası için siyasileşme yolunda kesin bir son olamaz; zira, bu, Anderson'un mealen ifade etmiş olduğu gibi, "tabiatı icabı muazzam bir potansiyel güç sahibi olan" Milliyetçilik ile bağdaşılabilir değildir. Yan, STM için siyasileşme yolu kapanmış değildir; kapatılamaz da.
MHP Tecrübesi'nin bu noktada iki ayrı türde değerlendirilebilmesi kaabildir:
a: Birisi menfi bir neticedir: MHP Tecrübesi'nin yol açmış olduğu iflas bundan sonrası için bir "su-i misal" teşkil edecek ve büyük sıkıntılar ve ümit kırıcı kötü neticeler hasıl edecektir. Bundan sonraki her STM Tecrübesi'nin ilk olarak halletmesi gereken mesele, bu kara lekeyi temizlemek olacaktır.
b: Diğeri de müsbet bir neticedir: MHP Tecrübesi, bizlere, bu vadide yapılmaması gerekenleri - en azından büyükçe birkısmını - bittecrübe göstermiş bulunmaktadır. Bu bakımdan, MHP Tecrübesi'nin yine de herşeye rağmen tarihi bir hizmet olduğu dahi düşünülebilir; hiçbir peşin hükme saplanmadan hataların kritize edilebilmesi kayıt ve şartı ile.
2: Sual: İflas zaruri midir, arızi mi; konjonktürel midir, strüktürel mi, prensipal mi?
Cevap: İflas, genel kontekstte Siyasi Milliyetçilik için prensipal, cevheri ve zaruri değil arızi ve konjonktüreldir; fakat, STM'nin kendisine özgü gelişme çizgisi açısından büyük ölçekte zaruri, strüktürel ve prensipaldir. Daha açık bir ifade ile, Siyasi Türk Milliyetçiliğin İflası, salt Milliyetçilik'ten, mutlak manada Milliyetçilik idesinden dolayı değil, ama kendi milliyetçilik anlayışından ve tarihi gelişiminden kaynaklanan kaçınılamaz bir sonuç olmak durumundadır.
Şimdi buna eğilmeye çalışalım.
***
Bundan önceki yazımızda, Türk Yurdu dergisinde 1997 yılında yayınlanan "Alparslan Türkeş ve Ülkücülük" serlevhalı yazımızı iktibas etmek suretiyle,"Ülkücülük Hareketi"nin, yakın dönem Türk tarihindeki rolü ve katkıları"nı şu şekilde özetlemiştik:
- Türk Milleti'nin ufku açılmış, tarihi ve coğrafi sığlık izale edilmiştir.
- Türkiye'nin bir "Türk devleti" olduğu fikri kitlelere yayılmış, kitleselleşmiştir.
- Türk Milliyetçiliği Siyasileştirilmiştir.
- Ülkücü Hareket, Ulus-Devlet'in oluşma sürecinin hızlanmasına katkıda bulunmuştur.
- Ülkücü Hareket, kendisine özgü bir milliyetçilik geliştirmiştir.
- Ülkücü Hareket, Türkiye'nin Afganistanlaşmasını önlemiştir.
***
Buradan da görüldüğü gibi, siyasi parti olarak MHP'nin ve lider olarak da merhum Alparslan Türkeş'in, Türk Milliyetçiliği açısından, reddi gayri kaabil, son derece önemli hizmetlerinin bulunduğu bir hakikattir. Fakat, bu hizmetlere rağmen, çok mühim zararlara da sebebiyet verilmiştir ki ben burada bunları iki temel başlık altında dercedeceğim:
1: 1960'ların ortalarına dek yavaş-yavaş ve yetersiz de olsa belirli bir gelişme göstermeye başlayan partisiz, parti-bağımsız, entellektüel bir Türk Milliyetçiliği akımı, MHP'nin bütün milliyetçileri temsil iddiasıyla sahne-i siyasete çıkması ve bir bakıma Milliyetçilik Tekeli ihdas etmesi ile akaamete uğramıştır: Bu tarihten itibaren, git-gide partili veya parti-merkezli bir hale dönüşmeye başlayan Türk Milliyetçiliği, zamanla zaten çok zayıf olan entellektüel yeteneğini de sıfırlama noktasına gelmiş ve bir nevi' bir "siyasi cemaat" kimliği kazanmıştır.
2: Türk Milliyetçiliği hemen-hemen bütünüyle "diğeri"ne endeksli, tepkilere bağlı, tepkilerle ayakta durabilen bir hale gelmiş ve aynı zamanda Devlet üzerine kilitlenmiş, Devlet ile paralelleşmiş, devletçi bir karakter kazanmış ve bir Devlet Fetişizmi yaratmıştır.
***
Bunlar Siyaset doktrininde işlenen hatalardır ve bu hataların uzantısı bugün de devam etmektedir. Bunlardan birincisi çok farklı bir entellektüel problem olduğu olduğu için burada ele almayacak ve ikinicisini açmaya çalışacağım.
1*: Hatanın en başında geleni, ta bidayetinde, siyasileşmenin, bir tepki olarak ortaya çıkmış olmasıdır ki bu da siyasi milliyetçiliği daima kendisini tarif edeceği "diğeri"ne / "diğerleri"ne ihtiyaç duymak; kendisini zıddı ile kaaim hale getirmek olmuştur. Hatta, biraz abartı ile, Türk Milliyetçiliği'nin, zamanla, varlık sebebi hasımları olan, hasımları ile beslenen bir harekete dönüşmüş olduğu dahi söylenebilir. Aslında, meseleye daha geniş bir perspektiften bakıldığında modern zamanlar Türk Milliyetçiliği'nin bizzat kendisinin, asıl olarak bir tepki ürünü şeklinde ortaya çıkmış olduğunu görmekteyiz. Vakıa, bütün milliyetçilik tarihlerinde görüldüğü üzere, "tepki" ve "diğeri", birer parametre olarak, Milliyetçilik idesinin hem bir kültür ve hem de münhasıran siyaset hareketi olarak vücut bulmasında çok mühim ve belirleyici roller üstlenmektedir. Fakat bu parametrelerin genel olarak Türk Milliyetçiliği ve onun da özel hali olan Ülkücü-Milliyetçilik'teki yeri diğer benzerlerine nisbetle çok daha mühim, birinci dereceden olmuştur. Öyle ki, Ülkücü-Milliyetçilik ve onun siyasileşmiş şekli, adeta zıddına yaslanarak hayat bulmuş, zıddı zayıfladığında o da zayıflamıştır.
Bu da, bu suretle aksiyoner olmaktan ziyade reaksiyoner bir karakter kazanan Siyasi Türk Milliyetçiliği akımının, pozitif bir strateji olan "birşeyler yapmak"tan ziyade negatif bir strateji olan "birşeylerin yapılmasına mani olmak" gibi yanlış bir siyaset stratejisine sahip olmasını intac etmiştir. Nitekim, mesela Anti-Afganist mücadele yıllarında, yani Türkiye'yi Afganistan benzeri bir Sovyet peyki haline getirmeye çalışan Siyasi Komünizm'e karşı en şiddetli mücadelenin verildiği yıllarda şahsi birkaç teşebbüs dışında, en başta gelen "diğeri" olan Komünizm üzerine hemen-hemen hiçbir tahlil yapılmamıştır. Bunda Milliyetçi İntelijansiya'nın fikri zaafiyetinin - hatta buna "sefalet" dahi denebilir - olduğu kadar Milliyetçilik doktrininin de tesiri olduğuna muhakkak nazarıyla bakabiliriz. Bir başka örnek olarak, bir tutku halini alan Esir Türk İlleri'nin hürriyet ve istiklal ümidi için de verebiliriz. Seneler boyunca, hep, Sovyet boyunduruğu altındaki Türk illerinin kurtuluşu hayali ile yanıp tutuşan Türk Milliyetçiliği'nin bu tutkusunun birşeyler yapmaya yönelik yanının nice zayıf olduğu, günümüzde çok acı bir şekilde ortaya çıkmıştır: Esir Türk İlleri, birşekilde ve çok yetersiz de olsa eskiye kıyasla "hür ve müstakil" oldukları söylenebilecek bir noktaya geldikleri halde Türk Milliyetçiliği bu konuda sadece şaşkınca ve hatta aptalca bakınmaktadır; İflas'ın bir başka veçhesi de budur.
2*: Siyasi Türk Milliyetçiliği'nin varlığının sebeb-i hikmeti olan "diğerleri", devlet, vatan ve millet düşmanlarıdır; hassaten "iç düşmanlar". Bu iç düşmanlar ise, ana hatlarıyla iki grupta cem edilebilir: Siyasi Komünizm ve Siyasi Kürtçülük. Bunlar, Türk Milliyetçileri tarafından imal edilmiş sanal düşmanlar değil gerçekten gerçek düşmanlardır; el-hak! Fakat, kendisini reaksiyonerleştiren Siyasi Türk Milliyetçiliği, büyük bir hata işleyerek, hemen-hemen tüm siyaset stratejisini ağırlıklı olarak bu iki düşmanın yapacaklarını önlemeye göre geliştirmiş, diğer bir ifade ile, kendisini ağırlıklı olarak bu iki düşman harekete göre endekslemiştir.
3*: Bu iki düşmanın hedeflerinin ne olduğu açıktır: Türk Devleti'nin varlığına ve Türk Vatanı'nın ve Türk Milleti'nin bütünlüğüne kastetmek. Bu husus, STM'nin Devlet ile karşılaştığı ve örtüştüğü en kritik noktalardan birisini teşkil etmektedir. Zira, kendisini diğerlerine endeksleyen, zıdlarından beslenen Siyasi Türk Milliyetçiliği'nin, açıkça vatan-millet ve devlet düşmanı olan bu iki akıma karşı en yakın müttefik olarak Devlet'i araması tabii olacaktır ki bu ise onun, bu hususta, Devlet ile garip bir tarzda paralelleşmesi ve eklemlenmesi gibi bir sonuç hasıl etmiştir. Bu eklemlenmenin varacağı bir durak, Siyasi Türk Milliyetçiliği'nin, kendisini Devlet'in gayri resmi bir organı, bir nevi' yan kuruluşu gibi telakki etmesi; bir başka ve daha ileri seviyedeki durak ise, "Devlet'e hakim olmak" olduğu gibi, hesabın yanlış tutması durumunda "Devlet tarafından kullanılmak" gibi bir ilişkiler örgüsünün doğması olacaktır.
Burada istimal edilen işbu kullanmak/kullanılmak ibaresi dozu kaçmış ağır bir eleştiri olarak görülebilir; ama, yakın zaman siyasi gelişmelerine bakıldığında böyle bir açıklama modelini kurmanın prensip olarak doğru olacağı teslim edilmelidir. Filhakika Devlet'i sahiplenme konusunda rekabet kabul etmeyen STM'nin hedeflerinden birisinin kendi milliyetçilik ve siyaset anlayışını Devlet'e hakim kılmak olduğu malumdur; "Devlet'e hakim olmak" terimi ile kastettiğim budur ve muayyen bir zamanda ve az dahi olsa belirli bir ölçüde bunun dolaylı olarak gerçekleşmiş olduğu söylenebilir. Fakat asıl olarak tahakkuk eden ikincisi olmuştur: STM hareketi Devlet tarafından zaman-zaman kullanılmş ve yönlendirilmiştir.
Nitekim, vatan, millet, devlet severlikte son sınır demek olan Ülkücü-Milliyetçilik akımının ve onun siyasi kanadının, herkesten ziyade sahiplenmeye hakkı olduğu bu değerleri korumak için Devlet ile organik bir bütünlük içerisinde olmasa dahi bir paralellik içerisinde olmasını biryerde tabii ve normal karşılamak icap eder. Fakat fiiliyatta, bu paralellik, zaman-zaman Devlet'ten STM hareketine yöneltilen tek yönlü bir organizme dönüşmüştür. Yoğun olarak 12 Eylül 1980 öncesinde olmak üzere, bunun birçok emaresi mebzulen mevcuttur. Hatta, 12 Eylül Darbesi'nden sonraki askeri idarenin Ülkücü camiada yaratmış olduğu en büyük kırgınlığın sebebinin, Türkiye'yi bir Afganistan'a dönüştürmek isteyen iç düşmanlara karşı verilen mücadeledeki en büyük müttefik olan Devlet'in Ülkücü-Milliyetçi camiaya karşı olan "karşı" tavrının bir ihanet gibi algılanması olduğu herkesçe ma1umdur. Bu dönemde Ülkücü camiada yaygınlaşan kanaate göre, Devlet, ihtiyacı olduğu için Ülkücüleri kullanmış ve sonra da işi bitince ondan kurtulmak istemişti.
Fakat, Ülkücü-Milliyetçi hareket bunlara rağmen, hem entellektüel kapasite yetersizliğinin ve hem de hatasını dahi kutsallaştırdığı Devlet anlayışının bir sonucu olarak, tam da bu noktada Devlet ile teorik düzeyde olarak bir hesaplaşmaya girmesi ve sonra da bu hesaplaşmanın neticesinde teorisini, doktrinini ve stratejisini revize ve rektifiye etmesi ve hatta radikal bir değişikliğe gitmesi gerektiği halde bunların hiçbirisini yapmamış ve Kutsal Devlet idesine sarılmaya devam etmiştir: Devlet hata yapmaz; farz-ı muhal, O, yüce ve hep kendisine hizmet edilesi Devlet hata yapmış olsa, hatta kendilerini kullanıp sonra da başından atarak kurtulmaya çalışsa dahi, O'na karşı küskünlük, dargınlık caiz değildir. Hatta yukarıdaki cümlede kullanmış olduğum "hesaplaşmak" terimi dahi, siyasi bir rafızilik, bir delalettir.
4*: Böylece, kendisini Devlet'in gayri resmi bir organı ve müttefiki olarak gören Siyasi Türk Milliyetçiliği'nin Devlet karşısında niçin hep boynunun eğik olacağı da anlaşılabilir bir husus olacaktır ki ben buna "Devlet Fetişizmi" adını veriyorum.
Devlet'i bir fetiş haline getiren siyasi bir doktrin için O'nun karşısında eleştirel bir tavır almak asla mümkün olamaz: Fetişler eleştirilemez; Fetişler'e sadece itaat edilir.
Halbuki, Modernite'de Siyaset, "Devlet'e karşı" bir harekettir. Evet: Devlet'e karşı! Mesela: Yönetim tarzı konusunda Modernite, Devlet'e karşı bir hareket geliştirmiştir: Demokrasi! Mesela, Devlet'in "meşruiyeti" konusunda, Modernite, Devlet'e karşı bir hareket geliştirmiştir: Meşruiyetin menbaı Devlet'in kendisi değil, Millet'tir. Mesela, Haklar ve Hürriyetler konusunda Modernite, Devlet'e karşı bir hareket geliştirmiştir: Modern Devlet, Toplum'un ve Ferd'in haklarının ve hürriyetlerinin genişleyip Devlet'in haklarının ve hürriyetlerinin daraldığı devlettir. Mesela, Hukuk konusunda Modernite, Devlet'e karşı bir hareket geliştirmiştir: Hukuk'u Devlet yapıp Millet'e dayatmaz; Hukuk sivil alanda yapılır. Mesela İdeoloji konusunda Modernite, Devlet'e karşı bir hareket geliştirmiştir: Modern Devletler toplumlarına zorla bir ideolojiyi benimsetmekte değillerdir. Halbuki Devlet'in bir fetiş haline getirildiği toplumlar birer despot devlet modelidir ve bu devletlerde Devlet, meşruiyetini doğrudan kendisinden alır; halkına birşey borçlu değildir; oralarda Demokrasi yoktur; varsa da sadece nominaldir, yani isim olarak vardır, ama cisim olarak yoktur; oralarda haklar ve hürriyetler Devlet lehine genişler, Millet aleyhine daralır; oralarda suçlar mahkemelerce değil müfettişlerce belirlenir; hatta müteselsil suçluluk dahi vardır: Birisinin suçu bir başkasından sorulabilir v.s., v.s.
***
İşte; bu gelenekten gelen ve Devlet'i bir fetiş haline getiren MHP'nin, bütün iyi niyetine rağmen Siyasi Milliyetçiliği iflas noktasına getirmesinin en mühim sebeplerinden birincisi budur: Devlet Fetişizmi, O'nun, bütün elini kolunu bağlamakta; Devlet karşısında savunmasız ve her türlü yönlendirilmeye, kullanılmaya açık ve hatta gönüllü bir hale getirmekte ve kendi ilkelerini dahi kendi ayakları altına aldırabilmektedir.
Bunun içindir ki, bu anlayış ciddi bir biçimde sorgulanıp radikal bir değişikliğe uğratılmadığı takdiğrde, Siyasi Türk Milliyetçiliğin İflası kendi-kendisinin yarattığı bir kader, kendisinden kaynaklanan kaçınılamaz bir sonuç olmaya devam edecektir.
|