Artık bu yazının sonuna düğüm atmaya yaklaşmaktayız. Bu maksatla, şu sualler üzerinde tefekkür etmemiz icap etmektedir:
1: Bu yazıdan, Türk Milliyetçiliği'nin siyasileşmemesi gerektiği gibi bir netice-i elime mi hasıl olmaktadır?
2: Bu iflas bundan sonrası için siyasileşme yolunda kesin bir son mudur, veya olmalı mıdır; yani: STM için siyasileşme yolu kapanmış mıdır, ya da kapanmalı mıdır;
3: İflas zaruri midir, arızi mi; konjonktürel midir, strüktürel mi, prensipal mi?
***
Önce birincisine eğilelim:
Türk Milliyetçiliği siyasileşmemeli mi idi?
Bu sorunun cevabı, hiç tereddütsüz, kestirmeden ve kat'i bir cevap olarak "kesinlikle hayır!"dır. Evet: Elbette ve muhakkak, Türk Milliyetçiliği siyasileşmeli idi; prensip olarak, doğrusu budur.
Çünkü, bilinmesi mutlaka elzemdir ki, hemen-hemen her türlü içtimai ve beşeri faaliyet, doğrudan veya dolaylı, aleni veya zımni, aktif veya pasif, mutlaka birşekilde veya muhtelif şekillerde, aynı zamanda siyasi bir karakter de taşır; Kültürel Faaliyetler ve binnetice Kültürel Milliyetçilik dahi öyledir. Ve keza taşımalıdır da; çünkü, meseleye en geniş kontekstte eğilindiğinde, görülecektir ki, her türlü faaliyet, istense de istenmese de mutlaka ve behemehal bir cemiyet içerisinde icra edilmektedir; "cemiyet içerisinde olmak" ise - Cemiyet demek, en basitinden en karmaşığına dek, Siyaset demek olduğuna binaen - yine birşekilde veya muhtelif şekillerde "siyaset içerisinde olmak" demektir. Bu sebeptendir ki, sistematik felsefenin en büyük isimleri olan Platon ve Aristoteles, İnsan'ı, "siyasi hayvan" (Zoon Politikon) olarak tanımlamışlardır. Ve dahi yine bu sebeptendir ki, Siyaset Felsefesi'nin en önemli düsturlarından birisi de, ezcümle, şudur: Siyaset yapmamak da bir tür siyaset yapmaktır ve fakat siyaset yapmanın en kötü şeklidir. Beri yandan, meseleye daha dar ve özel kontekstte eğilindiğinde ise görülmezlik edilmeyecektir ki, bahusus, "Milliyetçilik", doğrudan ya da dolaylı, aleni veya zımni, aktif veya pasif, bütün tür ve cinsleri ile, Siyaset'tir. Ancak, Milliyetçilik idesinin Siyaset vadisindeki en kötü şekilleri, "bilinçli olarak Siyaset'ten mutlak bir şekilde uzak durmak veya durmaya çalışmak" ve diğer yandan da "kötü siyaset yapmak"tır.
İmdi; bilinçli olarak Siyaset'ten mutlak bir şekilde uzak durmak veya durmaya çalışmak, Molière'in Monsieur Jourdain'inin bilmeden nesir yapması gibi, bilmeden siyaset yapmaktır. Fakat en dehşet verici olanı, bilinçli olarak siyaset yaparken "kötü siyaset" yapmaktır.
Nasıl ki Hakikat'e, Doğru'ya, İyi'ye, Güzel'e vasıl olmanın birden ziyade yolu bulunabilirse, benzer şekilde, Yanlış'a, Eğri'ye, Kötü'ye ve Çirkin'e vasıl olmanın da birden ziyade yolu bulunabilir; benzer şekilde, İyi Siyaset'in olduğu gibi Kötü Siyaset'in de muhtelif yolları vardır. Fakat biz bugün burada buna temas etmeyi tehir ederek Türk Milliyetçiliği'nin siyasileşmekle hata edip-etmediğini ele alacak, ve, bu konuda, bugün dahi yine hemen-hemen tamamının altına imzamı atmakta tereddüt etmeyeceğimiz bir makalemizi burada büyük nisbette iktibaslarda bulunarak mükerreren neşredecek ve netice olarak diyeceğiz ki:
1: Türk Milliyetçiliği'nin siyasileşmesi bir zaruret idi ve bugün de böyledir;
2: Binaenaleyh, Türk Milliyetçiliği siyasileşmekle prensip itibariyle hatalı veya yanlış değil, doğru bir tercihte bulunmuştur; prensip doğrudur, terkedilmemelidir.
3: Ancak, bu konuda teori ve strateji itibariyle büyük hatalar işlenmiş ve bu da İktidar'a gelince İflas'a sebebiyet vermiştir.
***
Bir zamanlar bu camiada erbabına malum muhtelif esbaba binaen fellik-fellik dönüp-duran, sonra buralarda istikbal göremeyince reddeden ve bunu da ekseriyetle nezaketsizce yapan ve hatta oturup bir de reddiyeler yazan; dahası, merhumun kabrini ziyaret etme gibi masumane bir teklifi dahi "ben o adamın mezarına gitmem" diye kabaca geri çeviren; sonra, "rant" gözükünce yine erbabına malum muhtelif esbaba binaen tekrar fellik-fellik dönüp-durmaya başlayan samimiyet katsayısı sıfır birkısımlarının yaptığının aksine; öğünmek ve enaniyet kastiyle söylemekte ise Cenab-ı Bari'nin kıblesini döndüresi, bu satırların naçiz müellifi; Ülkücü ve gönül MHP'lisi olmuş ama hiçbir zaman "partili" olmamış ve şimdi ise defaatle deklare ettiği gibi "partisiz" olan ve bunu kesin bir hayat prensibi ittihaz edinen bu satırların naçiz müellifi, tam ve kat'i bir samimiyetle açıkça deklare eder ki: Türkiye'de Türk Milliyetçiliği'nin a-politik, safi bir kültür hareketi olmaktan çıkarılıp siyasileştirilmesinde en büyük emek ve şeref payı, her ne suretle tenkid edilirse edilsin, "Sezar'ın hakkı Sezar'a" hükmü muktezasınca, kabul ve teslim edilmelidir ki, hiç şüphesiz, akım olarak Ülkücülük Hareketi'ne, siyasi kurum olarak MHP'ye ve lider olarak da Alparslan Türkeş'e aittir. Ne var ki; düşünce tarihinde olduğu gibi siyaset tarihinde de birçok örneğinde görüldüğü üzere, bazan bir fikre büyük hizmet eden kişi ve/ya müesseseler, zamanla, aynı fikrin gelişmesinin önünün tıkayarak zarar da verebilmektedirler. Ve yine düşünce alanında olduğu gibi siyaset alanında da bu zararın önlenmesinin veya hafifletilmesinin en birinci yolu, eleştiri kanallarının açık tutulmasıdır.
Mezkur yazının kaleme alındığı tarihte, merhum Türkeş'in henüz mezarının toprağı dahi kurumuş olmadığı için, eleştiri cihetine gidilmesi yersiz ve zamansız bulunmuş, bunun için zamanın geçmesi ve yüreklerin soğuması beklenmiştir. İşte, şimdi, kanaatimce, bu dönem artık gelmiştir. Aziz hatırası önünde her zaman saygıyla eğildiğim ve kendisine Allah'tan rahmet ve mağfiret dilediğim bu yüce insan da dahil olmak üzere, herkesin kritik edilmesinin şart olduğunu bir kere daha tekrar edecek ve şimdi sizlere, bu noktadan itibaren bu haftaki yerimizin sonuna kadar, yeni birşeyler katmadan, Türk Milliyetçiliği'nin siyasileşmesi, cisimleşmesi hakkındaki genel kanaatlerimin bir hulasası olmak üzere, söz konusu bu makalemin büyükçe bir kısmını iktibas ederek sunacağım ["Alparslan Türkeş ve Ülkücülük"., Türk Yurdu., Haziran 1997, 7. Devre, Cilt: 17 (49), Sayı: 118 (479)., Dosya Başlığı: "Alparslan Türkeş" (Özel Sayı)., s.12-15]:
Ülkücülük, Türk Milliyetçiliği'nin çok özel ve en etkili, en önemli bir versiyonudur. Hatta, bir adım daha ileri gidilerek denebilir ki, kelimenin tam ve gerçek anlamında hakiki Türk Milliyetçiliği, Ülkücülük'ten başkası değildir. Şurası muhakkaktır ki Ülkücülük boşlukta vücut bulmuş değildir; temelleri çok eskiye dayanmaktadır. Ancak bu hale gelişinde en büyük şeref payı, merhum Alparslan Türkeş'e aittir. Günümüzdeki şekli ve hali ile, Ülkücülük'ün kurucusu Alparslan Türkeş ve Baba Ocağı da MHP'dir. Ancak, burada bir tesbitte daha bulunmak gerekmektedir ki bu tesbiti belirtmemek, gerçeği yarım ifade etmek demek olacaktır: Ülkücülük, ilginç bir "gelişme" göstererek kurucusunu aşmış ve bu sebeple de baba ocağına sığmaz olmuştur. Ülkücülük, Türkeş'in şahsından da, MHP'den de daha büyük ve daha önemlidir. Bu hususun vurgulanması şu açıdan da hayati bir ehemmiyeti haizdir: Bir ideyi, bir ideolojiyi, bir siyasi parti ile ve/veya bir şahıs ile özdeşleştirmek, siyasi bir kabilecilik ya da adam fetişizmi demektir ki böyle bir davranış, o ideye veya ideolojiye dışarıdan yapılacak her türlü aleyhte müdahaleden daha yıkıcı neticeler doğurur.
Ülkücülüğün, kurucusunu da, baba ocağını da aşmasını bir sıhhat alameti olarak telakki etmek icap eder. Artık, "farklı içtihadlara sahip ülkücülükler", daha açık bir deyimle, tekil bir "Ülkücülük" yerine aynı öze bağlı, ama farklı içtihadlara dayalı çoğul "Ülkücülükler", gözü kapalı reddedilmesi mümkün olmayan fiili bir vakıa, bir realitedir. Bu durum, yani özde birlik fakat içtihadda farklılık, bir sapma, dalalet ve hele "hıyanet" olarak değil, tam tersine, sıhhat alameti, Ülkücülük'ün gelişmesi olarak yorumlanmalı; İçtihad'ı teşvik eden, hatta, hatalı içtihadı dahi "sevap" addeden temel akaaid düsturu unutulmamalıdır."
***
Bu kısa yazıda, Alparslan Türkeş'e hamasi bir ağıt yakmaya değil, kısa ve öz olarak bu büyük adamın kurucusu, babası olduğu Ülkücülük'ün, diğer adıyla, "Ülkücülük Hareketi"nin, yakın dönem Türk tarihindeki rolü, katkıları ve kazanımları özetlenmeye çalışılacaktır. Ülkücü Hareket'e eleştirel bir yaklaşım başka bir yazıya konu edilmek üzere burada tehir edilecektir."
***
"Ülkücülük Hareketi"nin, yakın dönem Türk tarihindeki rolü ve katkıları
....
· Türk Milleti'nin ufku açılmış, tarihi ve coğrafi sığlık izale edilmiştir.
Birinci Harp'ten sonra ülkemizde alevlenen milliyetçi düşünceler sıhhatli bir milliyetçilik akımı halini alamamış, kısa bir süre sonra ise batılılaşma yönündeki bilinçsizce davranışlar, Türk Millyetçiliği'nin beslenme damarlarını tıkamaya başlamıştır. Özellikle Atatürk'ün ölümünden sonraki CHP istibdadı döneminde hakim bir hale gelmeye başlayan sol düşünce, milli olan herşeye karşı sırt çevirmeye başlamıştır./...
Bu sakat zihniyetin, ana hatlarıyla, şu şekilde tecelli ettiğini söyleyebiliriz:
Türklük bir bütün olarak algılanamamıştır. Bu bütünsüzlük ise iki ayrı vecheye sahiptir: Birincisi, Türk Tarihi'nin parçalanması, ikincisi Türk Coğrafyası'nın parçalanmasıdır. Buna göre, Türk Tarihi, esas itibariyle Anadolu coğrafyası ile sınırlandırılmış, onun öncesi ve dışı adeta reddedilmiştir. Hatta daha da ileri gidilerek, "gerçek Türk Tarihi" Cumhuriyet'e indirgenmek suretiyle, Anadoluculuk fikri ön plana çıkartılmıştır. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti devletinin 1923 yılında bir boşluktan vücut bulduğu şeklindeki paralojik bir anlayış yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu zihniyet sapıklığının sağ ve sol versiyonları aynı kaynaktan beslenmiştir. Özellikle Nurettin Topçu okulunun Sağ Anadoluculuk hareketi, Türk tarihini ve Türkiye'yi İslami olduğu vehmedilen mahalli-kabilevi değerler adına Anadolu'ya hapsetmeye çalışırken, Kübelecilik akımı ile beslenen Sol Anadoluculuk ise Türk Tarihini ve Türkiye'yi bütünüyle Türklerin elinden almaya çalışmıştır./...
/.../ Ülkücü Hareket'in önemi kendisini burada göstermiştir. Ülkücülük, bir yandan Edirne ile Kars arasına sıkıştırılmış bir coğrafi sığlığı, diğer yandan da Anadolu tarihi ile sınırlandırılmış bir tarihi sığlığı reddetmiş ve büyük bir ufuk yaratmış, bir aşılım, bir patlama yapmıştır. Bu patlama, bir yandan Türk Milleti'ne çok geniş bir tarih ve coğrafya ufku açarken, diğer yandan da onun gerçek kimliğini ortaya koymuştur. Türk Milleti'nin bir halklar karmaşası olmadığı tezi, aynı zamanda "mozayik" doktrininin de önünü kesmiş ve parçalanmaların yolunu tıkamıştır.
Böylece, Türklüğün, Anadolu coğrafyası ve Anadolu-Türk tarihi ile sınırlandırılarak dejenere edilmesi önlenmiş, Anadolu'yu da kuşatan çok büyük bir coğrafyası ve Anadolu tarihini de ihata eden çok derin bir tarihsel boyutu olduğu fikri kabul ettirilmiş, bu fikir ancak Ülkücü Hareket sayesinde canlı tutulmuştur.
Bunun sonucu olarak, bütüncül ve kuşatıcı "Dünya Türklüğü" fikri hayatiyet kazanmış; Azeri, Türkmen, Kırgız v.b. gibi isimlerin zamanla ayrı birer millet haline inkılab ederek Dünya Türklüğü'nün parçalanması gibi tarih çapında dehşetli bir felaket önlenmiştir. Bu sebeple, Ülkücü Hareket'in, bütün dünya Türklüğünün kaderi üzerinde derin bir tesir icra etmiş olduğu söylenebilir.
· Türkiye'nin bir "Türk devleti" olduğu fikri kitlelere yayılmış, kitleselleşmiştir.
Cumhuriyet'in başlangıcında güçlenen Türk Milliyetçiliği idesinin zamanla sönmeye ve dejenereye edilmeye yüz tutmasının, Türkiye'nin niteliği ve kimliği üzerinde bir tartışma doğmasına da yol açması kaçınılmaz olmuştu. Bu tartışma, Türk Devleti'nin "kimin devleti" olduğu şekline dönüşmeye başlamıştır ki bu, açıkça, Türk Devleti'nin sinsice Türklerin elinden alınması sonucuna doğru bir gidiş hasıl etmeye başlamıştır. İşte bu noktada Ülkücü Hareket, Türkiye'nin bir "Türk devleti" fikrini gündeme getirmek suretiyle tarih çapında büyük bir misyon ifa etmiş bulunmaktadır.
/....
· Türk Milliyetçiliği Siyasileştirilmiştir.
Türk Milliyetçiliği'nin sadece "entellektüel bir kültür hareketi" olarak kadükleşmesi, boğulması önlenmiş, Türk Milliyetçiliği siyasileştirilmiş, siyasi bir güç olmuştur.
Ülkücü Hareket'in en önemli ve kalıcı başarılarından ve hizmetlerinden birisi de, Türk Milliyetçiliği'nin siyasileştirilmesi olmuştur./..../ Eğer Alpaslan Türkeş ve dava arkadaşlarının bütün ömürlerini heba etmek bahasına Türk Milliyetçiliği idesini siyaset zeminine taşıma mücadelesi olmasa idi, Türk Milliyetçiliği, Hayat ile bağları asgari bir dereceye inmiş, soyut bir ideden başka birşey olmayacaktı./...
Ülkücü Hareket'in bir diğer başarısı da, Türkiye'de "gençliğin siyasete taşınması" ve "siyasetin kitleselleşmesi" hususlarındaki mücadelesinin aldığı sonuçlar olmuştur. Bu itibarla, Ülkücü Hareket'in bu mücadelesinin, Türkiye'ye bu bakımdan büyük ufuklar açmış olduğunu da belirtmek icap etmektedir.
Siyaset'in kitleselleşmesi, Modernite'nin en önemli temellerinden birisidir. Modern toplumlarda siyaset, herkesin işidir. Çağdaş toplumun, yani "Sivil Toplum"un insanı, yani Çağdaş İnsan, aynı zamanda "siyasi insan" demektir. Bu sebepledir ki, Ülkücü Hareket'in, Türkiye'nin sivilleşmesinde de önemli bir katkısı olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Ülkücü Hareket, Türk Milliyetçiliği'nin bütün Türkiye'de çok etkin bir ağırlığa ulaşmasını sağlamıştır./...
· Ülkücü Hareket, Ulus-Devlet'in oluşma sürecinin hızlanmasına katkıda bulunmuştur.
Ülkücü Hareket tarafından geliştirilen Türk Milliyetçiliği fikri, Türkiye'nin Ulus-Devlet sürecinin hızlanmasına da önemli katkılarda bulunmuştur. Modern devlet tipi olan Ulus-Devlet'in dayandığı temellerden birisi de "milliyetçilik"tir. Vakıa, burada söz konusu etmiş olduğumuz Modern Milliyetçilik, kendisini en yetkin bir şekilde, ancak sınaileşmiş toplumlarda ızhar edebilmektedir ve Türkiye bu şartı sağlayabilmiş değildir, yani Ülkücü Hareket'in geliştirmiş olduğu Türk Milliyetçiliği bu itibarla tam anlamıyla Modern Milliyetçilik olarak addedilemez; ancak, bu milliyetçiliğin alt-yapısını hazırlamış olması büyük bir başarıdır ve Türkiye'nin tam anlamıyla modern bir ulus-devlet olma sürecini hızlandırmıştır.
· Ülkücü Hareket, kendisine özgü bir milliyetçilik geliştirmiştir.
Ülkücü Milliyetçilik'de, ırkçı, şoven, saldırgan bir Avrupa Milliyetçiliği veya kompleksli bir Üçüncü Dünya Milliyetçiliği reddedildiği gibi, İslam'dan ve hatta kutsal olan herşeyden arındırılmış bir Profan Milliyetçilik de reddedilmiştir.
Ülkücülük, birçok bakımlardan kendine has bir tezdir. Ülkücü Milliyetçiliği, şu milliyetçilik anlayışlarından önemli ölçüde ayrılmaktadır: Avrupai Milliyetçilik, Üçüncü Dünya Milliyetçiliği, Kemalist Milliyetçilik. Ülkücü Milliyetçiliği, başlangıçta bunların her üçü ile de bazı yakınlıkları ve benzerlikleri bulunmasına karşılık, zaman içerisinde bir tekamül seyri göstererek onlardan ayrılmıştır.
.../
Türk Milliyetçiliği'nin bu gelişme seyrinin, bilinçli bir şekilde daha da ileriye götürülmesi gerekmektedir. Tarih, Türk Milliyetçiliği'nin, onun en olgunu olan Ülkücülük'ün omuzlarına, bütün İslam-Türk tarihinin karşılaşmış olduğu en zorlu problem olan Batı Problemi'ni çözmek ve Türk'ü Türk yapan, onun kimliğini şekillendiren en temel unsur olan İslam'ı yeniden keşfederek kendisine alem yapmak görevini yüklemiştir.
· Ülkücü Hareket, Türkiye'nin Afganistanlaşmasını önlemiştir.
Ülkücü Hareket'in Türkiye'ye en büyük hizmeti, hiç şüphesiz ve tartışmasız, bu olmuştur: Vatan'ın bağrına hançer dayandığında, o bahtı kara maderi kurtarmak için sadece ülkücüler koşmuştur. Burada herkesçe bilinen bu konuyu yeniden bir daha ele alarak malumu ilam yapmak gereksizdir. Ancak, hulasaten söylenmesi gereken şudur:
Bir Türk atasözünde dendiği gibi, yağmurlar yağınca çatlaklar düzlenir. Kıssadan hisse: Aradan zaman geçince, nisyan ile malul olan beşer hafızası, mazide yaşanmış birçok acı hatırayı, kötülüğü, hatta ihaneti dahi unutup o günleri nostaljik bir sempati ile hatırlayabilir. Fakat, böyle birşey herkes için mazur olabilse de bir ülkücü için olamaz. Bir ülkücü bunları unutamaz, unutma hakkına sahip değildir. Hepimiz o ateşten çemberin içinden geçerek geldik; o günler, bizler için, sırtımıza giydiğimiz ateşten bir gömlekti. Bugün kabeleri çökmüş, putları yıkılmış olduğu için şaşkın ve ürkek, tırnakları ve dişleri sökülmüş olduğu için suya düşmüş fare yavrusu kadar zavallılaşmış komünistlerin, Türkiye'yi bir sovyet peyki haline getirmek üzere nasıl canavarlaşıp ellerini nasıl kana buladıkları unutulmamalıdır. İşte, o günlerin bir felaket ile sonuçlanması, ancak ve yalnız, ülkücülerin, Türk Milletinin bu en hassas duyargalarına sahip, en üst düzeydeki millet-sever ve vatan-sever evlatlarının, adeta çağımızın sahabeleri olan bu neslin kanları ve canları bahasına verdiği mücadele ile önlenmiş oldu.
Ülkücülük, başka hiçbirşeyi olmasa dahi sadece bu hizmeti ile dahi erişilmez bir mevki kazanmıştır.
Bendeniz bunun, bu akıl almaz fedakarlığın birtek faktör ile açıklanabileceği kanaatındayım: Ülkücülük, "millet-severlikte ve vatan-severlikte son sınır" demektir.
|