12 Eylül sonrası dönemde ANAP'ın Sağ ve Sol'un tamamını bünyesinde toplamaya matuf "Dört Eğilim" doktrini ile siyaset sahnesine çıkmasına rağmen daha başlangıcında ağır basan Liberal Merkez Sağ karakteri, zamanının konjonktürünün de katkısıyla - ki en mühim konjonktürel şartlardan birisi Militarizm'e karşı Liberalizm'in temsilcisi konumunda bulunması ve bir diğeri de Merkez Sağ'ın ikinci büyük partisi olan DYP'nin 1983 seçimlerine katılmayışıdır - ilk çıkışında çok büyük bir teveccühe nail olmuşsa da, zaman içerisinde, bir yandan kendisini yenileyebilme konusunda başarı gösterememesi, bir yandan şaibelerle yıpranması, bir yandan da DYP'nin dişli bir rakip olarak aynı kulvarda yer alması gibi sebeplere binaen sürekli olarak zayıflamış; bu zayıflama Turgut Özal'ın Köşk'e çıkışı ile daha da ilerleyerek devam etmiş ve nihayetinde, Özal'ın çapını tutturması mümkün olmayan bir liderin yönetiminde kalması neticesinde, 18 Nisan 1999 seçimlerinde baraj limitini güçlükle aşabilecek bir konuma kadar düşmüştür.
Beri yandan, 12 Eylül 1980 öncesinde Merkez-Sağ'ın tekelini elinde tutarken şimdi bu pazarı ANAP ile paylaşmak mecburiyetinde kalan DYP de bütün zorlamalarına rağmen, hem pazarın dışına çıkamaması ve hem de pazarı büyütememesi yüzünden ancak belirli bir nisbette tutunabilmiş ve fakat zaman içerisinde, bilhassa 1991 seçimlerini müteakiben, değişen şartlara göre kendisini yeniden üretebilme yeteneği gösteremediği için sürekli kan kaybetmeye başlamış; bu kan kaybetme, Demirel'in 1993'te talihin bir hediyesi olarak Cumhurbaşkanlığı'na ref olunması neticesinde Parti'nin başına adeta paraşütle ge(tiri)len Çiller döneminde de muntazaman devam etmiştir. Doğru-düzgün bir şekilde Türkiye'yi bile tanımadan Türkiye'de politika yapmaya başlayan Çiller'in ilk zamanlarda propapanda edilen vizyonunun yetersizliği kısa zamanda açığa çıkmış, DYP de, tıpkı aynı pazardaki rakibi ANAP gibi, aşağı-yukarı benzer sebepler yüzünden sürekli olarak irtifa kaybetmiş, o tarihten sonra girdiği her seçimden biraz daha ufalarak çıkmış ve nihayet 18 Nisan 1999 seçimlerinde ANAP'tan daha beter bir konuma gerileyerek, barajı ancak kıl payı bir farkla aşabilmiştir.
Bu suretle, DYP ve ANAP arasında bölünen Merkez Sağ bir bütün olarak, zamanla, kendisini yenileyebilme, Türkiye'yi okuyabilme, O'nun sorunlarına çözüm üretebilme, sorularına cevap verebilme konusunda git-gide kifayetsizleşmiş, sürekli olarak zayıflamış ve bu da bir vakum yaratmıştır.
Bu arada vurgu ile belirtelim ki, öncelikle, her iki partide de ciddi anlamda bir başkanlık problemi zuhur etmiştir: Gerek ANAP ve gerekse de DYP, kurucularının karizmasından mahrum sıradan genel başkanların elinde, profil itibariyle sıradanlaşmıştır. Bilhassa Türkiye gibi "lider"in çok şey, hatta neredeyse Parti'nin kendisi demek olduğu bir memlekette bu zaafiyet çok büyük bir tehlike demektir; her zaman ve her parti için. Bunun yanında, ANAP sür'atle, dahada ciddi ve gerçek bir siyasi parti olarak kurumlaşmak yerine şaibeli bir menfaat kumpanyasına münkalib olmaya başlayarak ve DYP ise, sıhhatsiz de olsa hızla şehirlileşen Türkiye'de hala Köy'e ve Köylülük'e dayalı elli yıllık politikasını değiştirmeyen yapısıyla hızla erimeye başlamışlardır. Ve kezalik, her iki partinin de 1991 seçimlerinden ve hassaten 28 Şubat'tan sonra sergilemiş oldukları performansın yetersizliği yıpranmalarını ve erimelerini hızlandırmıştır. Bu suretle, topyekun Merkez-Sağ, Türkiye için normal ve makul olmayan bir erime sürecine girmiş ve zayıflamıştır. İşte bu zayıflama, Merkez'den dışarıya doğru yönelen "Merkez-Kaç (Santrifüj) Kuvvetler"ini dengeleyen "Merkez-Çek (Santripet) Kuvvetler"e galebe çalmasına ve Merkez-Sağ kitlenin Merkez-Dışı'na savrulmasına sebebiyet vermiştir.
***
Merkez-Dışına doğru savrulan bu oyların gidebileceği üç adres bulunabilirdi: Merkez-Dışı'nda bulunan Muhafazakar-İslamcı RP, Muhafazakar-Milliyetçi BBP ve MHP.
Merkez Sağ'daki erimenin henüz bu mertebede yüksek bir nisbete ulaşmadığı 1995 seçimlerinde bu adres RP olmuştu. Türkiye'de yükselen "Siyasi İslam" talebi rüzgarını da arkasına alan RP, Merkez Sağ'ın çöküşünün de yarattığı vakumu iyi değerlendirerek, görülmemiş bir tırmanışa geçti. RP, kendisi de bir miktar Merkez'e yaklaşarak, Merkez'de hasıl olan vakumu ve Merkez'den dışa doğru vuku' bulan savrulmaları oldukça iyi değerlendirdi ve tepe değerine ulaştı. Burası gerçekten de "tepe" idi; zira hemen akabinde iniş sinyalleri verilmeye başlanmıştı. Filhakika, biraz da "ne oldum delisi" olan RP beklenen performansı hiç gösteremedi ve tamı tamına "çok kötü" bir parti olduğunu kendi eliyle umum aleme kanıtladı: Öncelikle "Adil Düzen – Milli Görüş" ütopyası kendiliğinden çöktü; bu, çok ciddi bir darbe oldu ve "Refah Partimiz"in de bu düzenin herhangi partilerinden birisi olduğu sarahatle görüldü. Ve yine görüldü ki, muayyen bir yüzde limitini aşmadığı takdirde kendisini tolere edebilecek olan Sistem, bu limitin geçildiğini görerek vazıyetten vazife çıkararak harekete geçtiğinde, RP, en küçük bir vekarlı duruş göstermekten aciz kalmaktadır. İşte, Refah'ı yere seren de asıl bu darbe olmuştur: RP, bir 'kağıttan kaplan' idi.
***
18 Nisan 1999 seçimlerine gelindiğinde, Sağ'daki siyasi partilerin manzara-i umumiyesi kısaca bundan ibaretti; seçimlere bu şartlar altında girildi: MHP dışındaki Sağ partilerdeki çöküşün yarattığı ümitsiz bir siyasi fetret ortamı.
Bu noktada, RP'nin, tekrar yükselme ve hatta statükoyu koruyabilme şansını yakalayabilmesi, tecrübenin de kanıtlamış olduğu gibi, imkan harici olmaya mahkumdu. Zira, Refah Partisi'nin talihsiz, aynı zamanda acemi ve komik iktidarı, sadece bütün Türkiye'yi hala yaşamakta olduğumuz ve git-gide derinleşen, kurumsallaşan bir kriz ortamına itmekle yetinmemişti; bizzat kendi seçmeninin kendisine beslemiş olduğu güven duygusunu da büyük ölçüde tahrip etmişti. İktidar tecrübesi, Parti'nin iktidardan önceki iddialarının büyük kısmınmın asılsızlığını göstermiş olduğu gibi, özellikle kendi seçmenini korumakta da düşmüş olduğu acz ve kelimenin tam anlamıyla duçar olduğu siyasi tutarsızlık, zillet ve sefalet, seçmen kitlesinde bir şok etkisi hasıl etmiş bulunmakta idi ki bunlardan mütevellid, bu kitlede, şu şekilde buruk bir tesbit doğmuş olmalıdır:
1: "Refah Partimiz", gücünün ve cesaretinin ötesindeki iddialarıyla, seçmenini tatmin ve memnun etmek bir yana, keskin sirkenin küpüne zarar vermesi misali, zora ve sıkıntıya sokmuştur ve bu hal devam edici bir karakter taşımaktadır. Yani, RP/FP bir geri-besleme yaratmıştır; iddiaları ne kadar büyük ise, seçmenine vermiş olduğu zarar da o kadar büyümektedir.
2: Seçmen, açık ve net olarak görmüştür ki -aslında daha önce görebilmeli idi - Türkiye'de İktidar sadece ve yalnız Halk tarafından tayin edilmemektedir; bu bugüne dek hiç mümkün olmadığı gibi, ne kadar olacağı bilinmeyen daha uzunca bir süre de asla mümkün olmayacaktır. Bu prensibin doğruluğu konusundaki en talihsiz tecrübe olan DP Tecrübesi açık ve seçik bir surette ortada dururken RP'nin bundan ciddi bir ders istihraç edememiş olması tarihi bir basiretsizlik nümunesidir. Bu partinin safderun ve hayalperest zimamdarları asla anlayamamışlardır ki, her ne suretle olursa olsun, RP iktidarının yolu, Sistem ile kesişmektedir ve kesişmeye de mahkumdur. RP'nin aklı ve burnu havada uçuk aydın zümresi tarafından apriorik olarak öngörülemeyen bu gerçek, 28 Şubat Tecrübesi ile aposteriorik olarak, tank paletleri ile kanıtlanmıştır. Yani, kafalara kakılmak bahasına da olsa, anlaşılmış bulunmaktadır ki RP veya FP (ki aslında cümle aleme malum olduğu veçhiyle her ikisi her hal ve karda aynı şeydir), Halk'tan iktidar vizesi alsa dahi, Sistem'den alamayacaktır. Ve keza, yine Tecrübe çok acı bir biçimde ve can yakarak bilfiil göstermiştir ki, Sistem, İktidar'a uzak, marjinal bir RP'yi tolere edebilir; ama İktidar'a gelmiş bir RP'yi asla! RP'yi tolere etmeyen Sistem, onu küçülmeye, tolerasyon sınırlarının altına tıkıştırmaya zorlayabilmek için bir yandan doğrudan Parti üzerinde tazyik uygularken diğer yandan da tazyikini kademeli olarak bütün ülkeye yaymakta ve RP'yi besleyen veya beslediği düşünülen kaynakları zayıflatmaya yönelmektedir.
Şu halde, seçmen açısından, RP'ye oy vermeye devam etmenin manası, bir yandan maruz kalınan sıkıntıların daha da büyümesi demek olacağı gibi, diğer yandan da, Sistem Vizesi problemi yüzünden, verilen oyların boşa gitmesi, heba olması demek olacaktır. Bu şartlar muvacehesinde, RP'ye yönelen kitlesinin ondan uzaklaşamak istemesini tabii karşılamak gerekecektir. Bunu, aynı zamanda, seçmen kitlesinin kollektif bilincinin, bu partiyi tümden sahne-i siyasetten ıskat etmemekle beraber, küçültmeye, yani Sistem'in tolere edebileceği sınırlara çekmeye yönelmiş olduğu şeklinde de tefsir edebiliriz.
***
Bu şartlar muvacehesinde, gerek ANAP ve DYP'den oluşan Merkez-Sağ'daki ve gerekse RP'deki daralma neticesinde vücuda gelen boşluk ve siyasi fetret, bu tabanın seçmen kitlesinin özellikle dış yörüngelerinde bulunan ve parti bağı daha az olan kısımlarının savrulmasına ve kopmasına sebebiyet vermiştir.
Bu noktada şu problem zuhur etmektedir: Merkez-Sağ'ın ve RP'nin merkezlerinden koparak "serbestleşen" bu seçmen kitlesi ne yapacaktır?
Bu problemin iki hal tarzı bulunduğu açıktır: Serbest(leşen) Seçmen, ya protesto yolunu tercih ederek Seçim Sandığı'na gitmeyecek, ya da kendisine en yakın bulduğu bir partiye doğru yönelecektir.
18 Nisan seçimleri, birinci ihtimalin varid olmadığını göstermektedir: Seçimlerdeki katılım oranının yüksekliği göstermiştir ki, Türkiye'de Demokratik Siyasi Toplum teşekkül etme sürecindedir; zira, Seçmen, vatandaşlık bilincine sahip olduğunu ve aynı zamanda hala İktidar konusunda Halk Vizesi'ne inanmaya devam ettiğini, radikal bir depolitizasyonu reddederek kanıtlamıştır.
İmdi, geriye ikinci ihtimal kalmaktadır: Hangi parti?
Bu partinin Sol olamayacağı zaten apriorik olarak tahmin edilmeliydi; Sol'un, bu seçmen kitlesinin değer kategorileri ile olan uyuşmazlığı ve kavgalı tarihi, buna imkan vermeyecekti. Nitekim, Seçim sonuçları bu öngörüyü aposteriorik olarak da doğrulamıştır. Şu halde, Merkez-Sağ'dan ve RP'den kopan Serbest(leşmiş) Seçmen ancak yine Sağ içinde bir partiyi tercih edebilirdi. Bu takdirde de önünde iki yol ayrımı vardı: BBP ve MHP.
BBP'nin - daha sonra analiz etmeyi düşündüğümüz - birtakım sebeplere binaen bu şekilde bir güç sahibi ve bir cazibe merkezi ol(a)mayacağı zaten belli idi; o takdirde geriye bir tek ihtimal kalmaktaydı: MHP. Yani: MHP, bu seçmen kitlesi için, birçok tercih imkanı arasında, bilinçli olarak yapılmış en iyi tercih değildi. Hayır! MHP, bu çaresiz, ve çaresizlikten mütevellid yüzer-gezer hale gelmiş, kendisine sığınacak bir çatı altı arayan söz konusu bu seçmen kitlesi için, zaruri ve hatta belki de mecburi tek tercih idi.
***
İşte, bu suretle, MHP, 18 Nisan seçimlerinde, aynı zamanda, asıl olarak kendi başarısının ve cazibesinin bir ürünü ve sonucu olarak bizzat kendisi tarafından cezbedilen değil, kendi dışında oluşan şartlar dolayısıyla - ki "konjonktür" denen şey de budur zaten - adeta kendisine zorla itilen oyları da tahsil etti.
***
İşte; Siyasi Milliyetçiliğin birinci temsilcisi MHP, İflas'ı bir de buradan getirdi.
Şöyle ki: MHP kadrosu 18 Seçim sonuçlarını iyi tahlil edemeyerek yanlış bir sonuca vardı ve bu başarıyı bütünüyle kendi marifetine hamlederken diğer yandan da doğru bir tesbitten yanlış bir sounca gitti: MHP, öyle anlaşılmaktadır ki, 28 Şubat Süreci ve "RP Tecrübesi"nden, bu ülkede İktidar'a giden yolun sadece Halk Vizesi ile mümkün olmadığı, bunun yanında bir de Sistem Vizesi gerektiği şeklinde doğru bir ders istihraç etti ve fakat bu dersi çok abarttı ve Sistem Vizesi'ni aşırı derecede ön plana çıkarttı. Bu da onun, Halk'tan uzaklaşarak Sistem'e yaslanması neticesini doğurdu.
Böylece MHP, Demokrasi'nin temel esprisi olan Toplum'u Devlet'e karşı koruma, ya da diğer adıyla, Toplum Hürriyeti'ni genişletip Devlet Hürriyeti'ni daraltma misyonu yerine tam aksi istikamete teveccüh ederek Devlet'i Toplum'a karşı koruma, Devlet Hürriyeti'ni genişletip Toplum Hürriyeti'ni daraltma misyonunu üstlenen tipik bir "devlet partisi" karakteri kazanmaya başladı.
CHP ile aralarında hayli önemli farklılıklar olmakla beraber, bu sürece, bir anlamda, MHP'nin CHP'lileşmesi Süreci de diyebiliriz ki İflas'a yolaçan bir başka mühim amil de MHP'deki bu tahavvül olmuştur.
|