Türkiye'de son birbuçuk yıllık siyasi gelişmelerin Siyasi Milliyetçilik açısından değerlendirilmesini tek bir kelime ile özetleyebilmek kaabildir: İFLAS.
Bu hükmü acele, haksız, haddini mütecaviz bulanlar olacaktır; ama mükerreren, üzerine basa-basa, vurgu ile belirtmeliyim ki, Türkiye'de, Siyasi Milliyetçilik de, Siyasi İslam'ın akıbetine uğramıştır: İFLAS!..
***
Engels, "Tabiatın Diyalektiği" isimli eserinde, Tabiat'ı açıklamak maksadıyla öne sürülen bütün teorilerin değeri için şöyle der: "Tabiat, her türlü teori için sınama tezgahıdır." Genel-geçerli ve dos-doğru bir önerme olup, bütün bilimsel faaliyetlerin ve bilim felsefelerinin de boyun eğmek mecburiyetinde olduğu bu kural, aynı zamanda siyaset alanında da caridir: Siyaset üzerine kurgulanan her senaryo, her teori, her proje ve öngörü, ancak pratiğin, yani Somut-Gerçek Siyaset'in tezgahında değerini ortaya kor.
İmdi: 1999 yılı 18 Nisan seçimleri, Türkiye'deki Milliyetçilik akımlarının kurgulama ve soyut tezler ileri sürme safhasından somut siyaset alanına taşınması istikametinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Vakıa Milliyetçilik, bidayetinden beri, daima, az ya da çok, muhtelif şekillerde siyasetin etkileyici faktörlerinden birisi ola-gelmiştir; en yakın örnekleri olarak İstiklal Harbi'nin ve Cumhuriyet'in tesisinin en büyük muharrik güçlerinden birisinin Milliyetçilik olduğuna dikkat edilmelidir. Hatta, Cumhuriyet tarihinde, Milliyetçilik gibi bir kavramı kendisine şiar edinmemiş birçok siyasi partinin program ve uygulamalarında dahi milliyetçi vurgular ya da izler şu veya bu şekilde açıkça müşahede edilmektedir. Fakat bizim "Siyasi Milliyetçilik" kavramı ile kastettiğimiz husus, bu değildir. Bu kavram ile, temelleri Cumhuriyet tarihinde 1944 Olayları ile atılan ve daha sonra o doğrultuda gelişen, bütün siyasi programlarını birtek asli parametreye, Milliyetçilik'e irca eden büyük siyasi akımı kastetmekteyim. İşte, şimdi iflasın eşiğine gelmiş, hatta bu eşiği geçmiş olan, budur.
Siyasi Milliyetçilik, daha önceleri de muhtelif zamanlarda, muhtelif şekillerde, muhtelif kombinasyonlarda İktidar ile kıyısından da olsa tanışmıştı; bunun en iyi bilinen örneği, MC Hükumetleri tecrübesidir. Fakat o, bugüne gelinceye kadar ne bu denli büyük ve yoğun bir kitlesel teveccühe nail olmaya ve ne de İktidar içerisinde bu derece etkin bir yere gelmeye muvaffak olabilmişti. Bu başarı ancak 18 Nisan 99 seçimleri ile kazanılmıştır.
18 Nisan, Siyasi Türk Milliyetçiliği için karakteristik bir dönüm noktası olmuştur: Siyasi Türk Milliyetçiliği, 18 Nisan 1999 seçimleri ile maksimum noktasına, tepe (pik) değerine ulaşmıştır; fakat buradaki "tepe" kelimesinin çok bilinçli bir tercih ile kullanılmış olduğuna dikkat edilmelidir: "Tepe", yükselmede son sınır ve diyalektiksel olarak da "iniş"in başlangıcı demektir. Yani: 18 Nisan 1999, Siyasi Türk Milliyetçiliği'nin aynı zamanda hem yükselişinin limit noktası ve hem de inişe geçmesinin başlangıç noktasıdır ki buna "Son'un Başlangıcı" da diyebiliriz.
Şu halde, bugün artık açıkça anlaşılmaktadır ki, 18 Nisan seçimleri, Siyasi Türk Milliyetçiliği için sonun başlangıcının da miladıdır.
Zira, 18 Nisan seçimleri, Siyasi Türk Milliyetçiliği için, soyut-romantik dönemin bitişi, somut-real dönemin başlangıcı olmuştur; artık sıcak ve tatlı hülyalardan, seraplardan oluşan Romantizm dönemi bitmiş, yerini, sert ve soğuk Realizm dönemi almıştır. Yani, Engels'in terimleriyle konuşacak olursak, 18 Nisan 1999, Türk Milliyetçiliği'nin Siyaset Tezgahı'nda denenmeye başladığı tarihtir.
Ve yine bu tarih, aynı zamanda, Siyasi Türk Milliyetçiliği'nin gerçek değerinin de ortaya çıkmış olduğu tarih olarak kabul edilmelidir.
Bu değer ise, şu ana kadar alınmış olan neticeler göstermektedir ki, düşüktür, kötüdür, bir kıymeti harbiye taşımaktan uzaktır: Siyaset Tezgahı, Siyasi Türk Milliyetçiliği'nin iddialarının içi boş, kof, çocukça kurgulamalardan ibaret olduğunu göstermiştir.
Bu vazıyetin bir tek adı vardır: İflas!
***
Rivayet olunur ki, Felek'in gözü tepesindedir; ayaklarının altında dolaşanları görmez. Bazan, dikkatini celbederek lutfuna nail olmak için durmadan topuklarına tekme atanları iri elini uzatarak yakalar, görmek için tepesine kaldırır ve dikkatle tedkik eder; şayet beğenirse omuzlarına oturtur, gözü tutmazsa oradan kaldırır yere fırlatır. Felek'in tepesine kadar yükselmek, Stefan Zweig'ın terimiyle "yıldızın parladığı an"dır; tepesinden aşağılara fırlatılıp atılmak ise, "yıldızın söndüğü an"; yahut "bitiş", ya da "iflas".
Bu kadar yüksekten yere çakılmak kötüdür, çok kötü; kemikler birbirine girer, bel kırılır; bu kadar ağır bir darbenin altından kolay-kolay kalkılmaz; Felek de bir denediğini bir kere daha, bir kere daha pek denemez.
İşte, 18 Nisan 99 seçimleri, Siyasi Türk Milliyetçiliği'nin Felek tarafından tepeye çıkarıldığı, diğer bir ifade ile de, Siyaset Tezgahı'nda sınanmaya alındığı tarihtir; ama artık görülmektedir ki, Felek onu beğenmemiş, kaldırıp yere çarpmıştır; çünkü Laboratuar raporları kötü çıkmıştır; "mal" çürüktür!
Bunun adı da İflas'tır; başka hiçbir şey değil; düpedüz İflas!
***
Niçin iflas?
Siyasi Milliyetçilik'in iflası, Siyasi İslam'ın iflası ile çok yakın benzerlikler ve paralellikler göstermekte ve çok ilginç ortak karakteristik özellikler taşımaktadır.
Bugün bu sütunda bunların sadece bir adedine temas edeceğim: "Siyasi Duruş" tezinin çürümesi!
Siyaset Laboratuarı'ndan gelen raporlar, Siyasi Milliyetçiliğin en temel iddiası olan "Boyun eğmezlik!" konusunda kesin bir sonuca varıldığını, daha doğrusu bu iddianın - hiç olmazsa 'şimdilik' diyelim - silinip atıldığını göstermektedir. MHP Tecrübesi, milliyetçilerin de, 'şartlar' gerektirirse - hangi şartlar? - "zor" karşısında pekala boyun eğebildiklerini ve bu konuda "başkalarından" hiç de farklı ve ayırıcı bir vasıf taşımadıklarını; çok acı, çok ağır, çok dokunaklı, bütün ümitleri söndüren, yürekler paralayan, gözlere kanlar oturtan ve şoklar ve travmalar yaratan bir trajedi şeklinde bil-fiil, bil-bedahe kanıtlamıştır. Gerçi MHP'nin, tüm iddialarına rağmen, Siyasi Milliyetçiliği bütünüyle temsil etmesinin mümkün olmadığını göz önünde tutarak - ki bu tipik bir Khun-vari "paradigma kaydırması" olacaktır - Milliyetçiliğin kısmen de olsa kurtarılması yine kaabil gözükmektedir; ama, her şeye ve herşeye rağmen, bu talihsiz tecrübe, artık,
Felek her türlü esbab u cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten
ilkesinin, Siyasi Milliyetçilik için, her türlü ahval ve şerait tahtında cari, genel-geçerli olmayıp, ancak Felek'in gücüne bağlı olarak bir değer taşıyabileceğini; hatta bu güç yeterince 'sıkı' olursa hepten iptal edilebileceğini; ve dahi, bükülemeyen bileklerin öpülebileceğini ve daha ağırı ve kabul edilemezi olarak bu "düşüş"ün ve irtifa kaybının, bu "boyun eğme"nin içlere sindilip vicdanlarda meşrulaştırılabileceğini, gayr-i kaabil-i red ve inkar bir sarahatle isbat etmiştir.
Ayıplar olsun! Yazıklar olsun! Veyl olsun!
***
Hiç olmazsa bu kadarlık dürüst davranalım ve bu işin adını doğru koyalım: Bu, İflas'tır, Beyler, İflas!
Herşeyden önce, "erlik raconu"nun iflası!
***
Nasıl ki bir vakitler, ortalık süt-liman iken Siyasi İslam hülyaları uğruna "devrim"den, "şehadet"ten, "tağut düzeninin çatur-çutur yıkılacağından", Medine Vesikası'ndan, Çok Hukukluluk'tan, bir Asr-ı Saadet gibi takdim ettikleri mevhum ve muhayyel iktidarlarında, devr-i dilaralarında, rektörlerin başörtülü kızlara selam duracağından, Demokrasi'nin pis bir Batı ideolojisi ve bir illüzyon olduğundan söz ederek koftiden kahramanlık taslayanlar; Demokrasi'ye "Demonkrasi" (Şeytan İktidarı) adını takarak "aydınlanmış İslamcı jakobenizmi" idesini savunanlar; Batı'yı ve Amerika'yı Şeytan diyarı diye tarif edip '300 tane profesör'e hazırlattıkları ütopik Adil Düzen'i ağızlarından bal akarak anlatanlar; denizler kükremeye başlayınca devrim'i-mevrim'i, şehadet'i-mehadet'i, tağut'u-mağut'u, adil düzen'i-madil düzen'i ilaahir... unutup boyun eğmeyi reflektif olarak anında ve kusursuzca talim ederek "ben ettim, sen etme" feryatlarıyla diz çöktülerse; hemen-hemen kaffesi Demokrasi'yi, Batı'yı, Avrupa Birliği'ni, Amerika'yı birden-bire keşfedip, oraların "Hristiyan Klübü" olduğunu unutarak "özgürlükler diyarı" şarkıları bestelemeye başladılarsa; hatta daha da ileri giderek demokrat, Batıcı, Amerikancı oldularsa; "delikanlı" siyasi milliyetçiler de benzer ve andırır ayıpları işlemekten ve benzer ve andırır zilletlere duçar olmaktan zerrece havf ve hazer etmez oldular.
İşin doğrusu şudur: Baş bir kere eğilmiştir ve dahi, bir kere eğilen baş, son haddine dek eğilmeye ve göğüse yapışmaya mahkumdur! Evet: Mahkumdur! Zira, artık "baş eğme", vicdanlarda meşrulaştırılmış bulunmaktadır.
Bu acı tecrübenin bir başka acı sonucu da şudur: Milliyetçi seçmen aldatılmıştır. Fakat bu aldatmanın sonucu başka rahnelere de yol açacaktır; zira, Descartes'ın dediği gibi, "beni bir kere aldatan her zaman aldatabilir". Ve dahi, İki Cihan Padişahı'nın buyurduğu gibi, "Biz'i aldatan asla Biz'den değildir"!
Yani, bu demektir ki, Kamuoyu indinde, artık, milliyetçi siyasi partiler de diğerlerinden hiçbir farkı olmayan, "herhangi" siyasi partilerdir. Bu ise, bu vadideki en büyük çöküştür: Siyasi Millyetçilik, artık, herhangileşmiş, sıradanlaşmıştır. Zira, bu şartlar muvacehesinde, akıllara gelmeyecek midir ki, "delikanlılar" da Zor karşısında boyun eğip "düzenci" olmaktan sıkılmaz hale gelebiliyorlarsa, diğerlerine olan farkı ve diğerlerine tercih etmekliğimizin sebeb-i hikmeti ne olabilir?
Sadece pratik menfaat hesapları!
Bu güven kaybı, bundan sonraki milliyetçiliklerin de siyasileşmesine ambargo koyacak ve onu ipotek altına alacaktır.
***
İzninizle bu konuyu açıp deşerek ve kapsamını genişleterek devam ettirmek niyetindeyim; ama, hemen söylemeliyim: Hiç kimse kendisini eleştiri dışında tutmaya çalışmamalı ve bütün vebali, MHP'nin dışarıdan sağlam intibaı veren, hormonla şişirilmiş, zayıf ve çürük, takatsiz omuzlarına yükleyerek kendisini sütten çıkmış ak kaşık gibi bir kenara çekmemelidir; bu cenaze hepimizin!
En başta, çok yetersiz ve sığ olan Milliyetçi İntelijansiya olmak üzere, bu vebal herkesin omuzlarında.
|