İran'daki son seçimler, herhangi bir ideolojik kaygı taşımaksızın, her bakımdan üzerinde çokça düşünmeyi gerektirecek önemli gelişmelere yol açmış bulunuyor.
Herşeyden önce belirmek gerekir ki, seçimlerden önce, Yenilikçiler da ya Reformcular olarak bilinen Hatemi grubunun galibiyeti zaten beklenmekteydi; ancak, bu kadar büyük ve bariz bir fark da doğrusu pek tahmin edilmekte değildi. Ortodoksi-Humeynici bir çizgiye sahip Muhafazakarlar'ın, bizzat siyasi kaleleri ve tüm İran Şiası'nın doktrin merkezi mesabesindeki Kum şehrinde dahi almış oldukları ağır mağlubiyet, bu ülkenin zeminindeki kaymaların ve hareketliliklerin tahmin edilenlerin çok üstünde olduğunu göstermektedir.
***
İran seçimlerinin ehemmiyetini birkaç madde halinde şöyle sıralayabiliriz.
İran'ın, elbette ileri düzeyde gelişmiş bir demokrat ülke gibi teknik anlamda bir "açık-ülke" olduğu söylenebilecek değildir; ancak, herşeye rağmen, sanılanın aksine, bir "kapalı-ülke" olmadığı da görülmüş bulunmaktadır. Nitekim bütün dünya, bir Şark ülkesinde kolay-kolay rastlanılamayacak şekilde seçimlerin başından beri siyasi gelişmeleri bizzat mahallinde takip etme imkanı bulmuştur.
Fakat kanaatimce asıl mühim taraf şudur: İran'da Seçim'in, yani Halk İradesi'nin, Siyaset'in meşruiyet referanslarından olduğu açıkça tescil edilmiştir. Ancak, dikkat edilmelidir ki, kemale ermiş bir demokraside meşruiyetin tek referansı olan Halk İradesi, İran'da henüz referanslardan sadece birisidir. Fakat yine de çok önemli bir referans olduğuna dikkat edilmelidir.
Bu itibarla, bu ülkede Halk ve Halk İradesi'nin iki ayrı rolü bulunduğunu söyleyebiliriz: Halk bir yanıyla Şii Ruhbanlık'a tabi bir "enstrüman" rolü üstelenirken, diğer yandan da radikal yoplumsal hareketlerin en önemli motorlarından birisi olmaktadır.
Halk'ın bu motor rolü birbirini bütünleyen iki ayrı kaynaktan beslenmektedir. Birisi tarih ve hususi kaynaktır. Şöyle ki: İran'da, tarihin, geleneğin ve Şii doktrinin bir gereği ve uzantısı olarak, iktidar bir "bütün" değildir. Unutmamalıyız ki "düalite"nin ana vatanı, İran'dır.
İmdi: Varlık nizamının birbiriyle çelişkin ve çatışkın düal (senavi, ikil) yapısına uygun olarak siyaset de iktidar da düaldir. Bir "dünyevi iktidar" vardır bir de "uhrevi iktidar". Dünyevi iktidar, emirlerin, hükümdarların, şahların dünyevi güce dayanan iktidarıdır; ama, dünyevi güce dayanmakla beraber, meşruiyetini kendisinden alamaz; yani, dünyalılar, siyasetin ve iktidarın fiili sahibi olmakla birlikte meşruiyet kaynağı değildirler. Meşruiyet'in kaynağı doğrudan Halk da değildir; hepsini aşan başka birşeydir: Din, yani İslam! Fakat beri yandan Şii doktrinin bir gereği olarak İslam, Ruhbanlık sınıfına sıkı-sıkıya bağlıdır; bu sebeple, siyasetin ve iktidarın asli meşruiyet referansı Şii Ruhbanlık olmaktadır. Lakin, Ruhbanlar bu 'meşruiyet referansı olmak' imtiyazlarının verdiği statüyü ancak "Halk Gücü" üzerinden somutlaştırabilmektedirler. Bunun en önemli neticelerinden birisi de, Halk'ın, birşekilde de olsa, Siyaset'te iktidar belirleyebilecek kadar önemli bir enstrüman (araç) haline gelmesidir. Vakıa burada Halk, netice itibariyle Ruhbanlık'a tabi bir enstrüman mevkıindedir; ama herşeye rağmen, bir enstrüman olsa da, siyaseti belirleyebilecek kadar mühim bir enstrüman olması, O'nda, bir siyasi bilinç yaratmazlık edemez ve bu da bir müddet sonra, doğrudan kendisinin, bir "vazı-ı siyaset" olduğunu farketmesi demektir.
Halk'ın siyasetteki bu motor rolünü besleyen ikinni bir önemli kaynak ise, Modernite olmaktadır. İran'da, bu yüzyılın ilk çeyreğinde, Türkiye'dekine benzer, hatta ilhamını ve modelini büyük ölçekte Türkiye'den alan radikal reformlar için denemelere girişilmiş, fakat, İran'ın nevi şahsına münhasır birtakım özel sebeplerden dolayı, Kemalist devrimlere benzetilmek istenen bu reformlarda Türkiye'deki gibi bir dönüşüm elde edilememişti. Ancak, buna rağmen, İran'ın, İslam dünyası içerisinde Modernite ile nisbeten erken tanışan ve etkilenen bir ülke olduğunu da kabul etmek gerektir. Vakıa bu tanışmanın ve etkilenmenin hiç de yüksek kaliteli neticelere sebebiyet vermediği ap-açık bir hakikat olmakla beraber, yine de, büsbütün boş olmadığı da bedihidir. İşte, bu boş olmayan hayırhah neticelerden birisi de "Parlamenterizm"dir. Parlamenterizm fikri uzun zaman içi boş bir Şahlık müessesesi şeklinde yaşadıktan sonra 1979 Devrimi ile daha etkin ve daha güçlü bir müssesese haine dönüşebilmiştir.
1979 Devrimi, arkasında Şii Ruhban sınıfının, ellerinden kaçırmakta oldukları dünyevi kudret ve iktidarın istirdadı gibi ilan edilmemiş gizli bir gayesi de bulunmakla berer, büyük ölçüde, hem içeride İran yöneticilerinin batılılaşma projelerine ve hem de daha genel olarak, Batı'nın siyasi, iktisadi ve kültürel hegemonyasına karşı sert ve radikal bir tepki ve bir İslami İhya tezi olarak ortaya çıkmakla beraber; kendisini Halk Gücü üzerinden somutlaştırabilmiş ve daha sonra da Parlamenter bir sisteme dönüşmüş olduğu için, Halk'ın siyaset üzerindeki belirleyici tesirinin olduğu kadar bu tesirin kalıcı bir şekilde kurumsallaşmasını sağlayacak olan Parlamenterizm'in de müessisisi olan, batılı metodlar kullanan modern bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun içindir ki, İran'da Halk Gücü'nün zımni dayanaklarından biri de doğrudan 79 Devrimi'dir diyebiliriz.
Bütün bunların neticesi olarak, İran'da her ne kadar Şia geleneğinin bir uzantısı olarak bir Mollarşi mevcut olsa da, bu ülkede toplumsal büyük değişim ve dönüşümlerin motoru olarak Halk Gücü'nün kendisini çok bariz bir şekilde ortaya koymuş bulunduğunu ve bunun geriye döndürülebilmesinin fevkalade zor olduğunu ve bu bakımdan da İran'in, bütün İslam dünyası içerisinde çok hususi ve çok istisnai bir mevkı işgal etmekte olduğunu düşünüyorum.
İran mühim bir ülke ve bu mühim ülkede şu anda çok mühim şeyler vuku' buluyor. Bu mühim ülkeye dikkat etmeli ve bir toplumsal laboratuar gibi kabul etmeliyiz.
|