Dünkü yazımızda, Demokrasi'nin bir "otorite sınırlandırılması" olduğunu ve bu sınırlandırmanın, "otoritesi sınırlandırılacak olan kudret mercileri"nden beklenemeyeceğini, bu sebeple de, Demokrasi talebinde bulunanların mutlaka dayanışmaları gerektiğini söylemiştik.
Dayanışma'nın zarureti üzerinde tekrar duralım ve soralım: Niçin dayanışma?
Evet, niçin? Çok basit ve fakat bir o kadar da mühim bir sebepten dolayı: Otoritesi sınırlandırılacak olanların ferdi güçleri öyle bir otoriteyi sınırlandırmaya yetmeyecektir; bu birinci sebep. İkinci olarak da, da şundan: Otorite sınırlandırılması ameliyesi, şayet sınırlandırılması istenen otorite kadar güçlü bir başka otorite tarafından gerçekleştirilecek olursa, bu defa kendisi onun yerine ikaame olabilir; bir efendi gider diğeri gelir, başka birşey olmaz. Ve üçüncü sebep: Demokrasi'nin temelini oluşturan şey, Demokrasi Kültürü'dür ve o da mutabakattır; paylaşmadır; yani hakların ve özgürlüklerin, insanca yaşamanın sadece kendimiz için değil herkes için istenmesidir. İşte, Dayanışma, bu kültürün bir oluşum ve yaşama egzersizi ve onu pekiştirecek en önemli bir çimentodur.
Bu mülahazalar dolayısıyla, "otorite sınırlandırılması" ameliyesi, sınırlandırılmamış otoritenin hükümranlık nesnesi olan ve onun tarafından mutazarrır edilen "yönetilen kitle"nin bizzat kendisi tarafından icra edilmelidir. Burada zikretmiş olduğumuz "yönetilen kitle" ibaresindeki "kitle" kelimesi dahi, bu ameliyenin bir kitlesel eylem olması gerekliliğini tazammun etmektedir.
Bunun için de yönetilen kitlenin tamamının teşrik-i mesaisine kat'i bir ihtiyaç vardır; işte bu "teşrik-i mesai", bizim "dayanışma" dediğimiz şeydir.
Yani, uzun sözün kısası: Biz, yani Yönetilenler, Halk, eğer ki gerçekten Demokrasi taleplerimizde samimi isek, "Bir Ülke, Bir Halk" prensibini şiar edinmek şartıyla, kendi aramızda hangi menfaat münasebetleri yüzünden farklılıklar taşımakta olursak olalım ve kendimizi hangi tür ve cins kimlikler ve aidiyetler ile ifade edersek edelim, kenetlenmek, birbirimize yaslanmak, birbirimizden kuvvet alarak dayanışmak mecburiyetinde olduğumuzu kabul etmeliyiz.
Dayanışma kudrettir; bu kudret insanlığın bugüne kadar keşfedebildiği en az kusurlu rejim olan Demokrasi'nin kurulması, tekamül ettirilmesi ve yaşatılması için şarttır.
***
İşbu "dayanışma"yı da, iki kısma taksim edebiliriz: İç-Dayanışma ve Dış-Dayanışma. Buradaki "iç" ve "dış" kelimeleri ülke-içi ve ülke-dışı anlamındadır.
İç-Dayanışma, yukarıda çok muhtasaran izah edilmeye çalışıldığı veçhiyle, ülke içerisindeki topyekun toplumsal dayanışmasıdır. Dış-Dayanışma ise, Demokrasi'nin soluklandığı bütün ülkeler, toplumlar, halklar ve milletler ile yapılacak olan dayanışmadır.
Bu dayanışmalar aynı zamanda ciddi ve samimi, çok sıkı birer "kenetlenme" şeklinde olmalıdır.
İmdi, bugüne kadar birçok halde görülen ve kabul ve tasvib edilmesi mümkün olmayan radikal bir yanlışlıktan söz etmeliyiz. Bir nevi' demokrasi oportünizmi olan bu yanlışlık, Demokrasi'nin sadece kendisi için istenmesidir. Böyle bir sahte demokrat, "karşı-taraf"ın ezilmesi durumunda ya sessiz kalmakta ya da ezilmesine yardımcı olmak üzere ezenlerin safına geçebilmektedir. Saf ahlaki prensipler açısından zaten sıfır numara olan bu davranış pratik açıdan da kötü sonuç vermektedir; zira, ilkesel temelde anti-demokrat olup despotizmi tasdik etmekten başka bir anlama gelmemekte olduğu gibi, ayrıca, despotların, kimi ne zamana ezeceği de bilinemeyeceği, despotizm ile ancak her zaman ona kul olunarak yaşanabileceği unutlmayacak olursa, her an için risk altında bulunmayı da peşinen kabul etmek anlamına gelecektir. Böyle bir ahvalde, birgün mutlaka ya bir "karşı-despot" gelecektir ya da bir yerde bir hata yapılacak ve dün başkasını ezerken alkışlanan despot tarafından ezilme tehlikesi ile yüz-yüze kalınacaktır ki bunların her ikisi de felakettir. İşte o gün, "Demokrasi bana da lazımmış" dememek için, vakit varken, akılları başlara devşirmek ve birbirlerini despotların ayaklarının altına atmaya çalışmamak, bütün despotizmler karşısında monoblok bir dayanışma tesis etmeye ve yaşatmaya çalışmak gerektir.
Dış-Dayanışma ise, "Özgür Dünya" ile dayanışmaya, Modernite'ye ve Demokratik Entegrasyon'a yönelmek demektir: Bağımsızlık konusunda tavizsiz davranıp en ileri düzeyde titizlik göstererek, özgür dünya ile, modernite ile entegre olmak!
Bu hususta iki şeye dikkat edilmesi gerekir: Ülkelerin kendi gelişim trendleri ve kendi halkının gücü, çoğunlukla kendi ülkelerine demokrasiyi getirmekte, bütün kurumları ve kültürü ile birlikte yerleştirmekte ve koruyup yaşatmakta zaman-zaman yetersiz kalmaktadır. Bu durumda, dışarının - müdahalesi değil ama - muaveneti, siyaneti ve takviyesi bazan şart derecesinde bir lüzum halini almaktadır. Nitekim, II. Cihan Harbi'nin konjenktürel gelişmesi ve bu şartlar altında Batı'nın devreye girmesi olmasaydı Türkiye bugün bu demokrasisinden dahi çok geride olurdu. İkincisine gelince: Avrupa Birliği konusunda utanarak izlediğimiz gibi, Özgür Dünya ile dayanışmayı, asaletsiz yanaşma ruhların bir haysiyetsizlik şölenine dönüştürmekten dikkatle kaçınmalı ve onurlu ve dik durmanın herşeyden daha değerli olacağına dikkat edilmelidir.
Dayanışma, Demokrasi'nin ruhu ve güç kaynağıdır. Ona çok ihtiyacımız var.
***
Saygıdeğer okuyucuların dikkatine:
"Demokrasi yolunda Dayanışma" başlıklı dünkü yazıda, "Yani "kısa vade" ibaresi, kat'iyen "gelip-geçici; muvakkat" gibi bir manada anlaşılmalıdır" cümlesindeki "anlaşılmalıdır" ibaresi, "anlaşılmamalıdır" şeklinde olacaktır. Bu şekle göre, doğru cümle şu şekildedir: "Yani "kısa vade" ibaresi, kat'iyen "gelip-geçici; muvakkat" gibi bir manada anlaşılmamalıdır/..."
Bütün manayı değiştirecek bir şekilde tarafımdan yapılan bu hatanın bağışlanmasını dilerim.
D. Hocaoğlu
|