İslam'ın da her evrensel ve ökümenik din gibi, şu üç temel problem konusunda bir çözümleme (tahlil) ve çözme (hall) teklifi getirdiğini ve diğerlerine göre fazladan olarak da çözdüğünü söyleyebiliriz: Varlık, Bilgi ve Kılgı.
İmdi; İslam, herşeyden önce, behemehal ve mutlaka, Varlık problemini çözer: İnsan'ı Rabbi olan "Bir Tanrı" (İlahun Vahid) ile yüz-yüze getirir; bu, mükemmel, kusursuz ve radikal bir varlık çözümlemesi ve çözümüdür. Bu ontolojik çözümle aynı zamanda tam ve kamil manasıyla mükemmel ve kusursuz, içselleştirilmiş radikal bir bilgi çözümlemesi ile birlikte bir bütün oluşturur. Fakat İslam sadece bu safhalarda kalmaz. Sıra Kılgı'ya, yani Amel'e (Praksis'e) gelmiştir. İnanan ve Bilen İnsan, şayet Kılan İnsan şekline tahvil edilmeyecek olursa, mesaj boşlukta kalacaktır.
Kılgı'nın en önemli sektörleri olarak ise İbadet, Ahlak ve Siyaset'i ileri sürebiliriz.
Siyaset'in bu araya sokuşturulmasına hemen itiraz edileceğini tahmin ediyorum; ama devam edelim.
İslam doğrudan Siyaset öngörmez; çünkü Varlık ve Bilgi çözümlemeleri, mücerret manasıyle Siyaset'i zorunlu kılmakta değildir. Ne var ki, İslam'ın kılgısal (pratik) yanı, ister-istemez bir siyasi duruş getirmek mevkıinde olacaktır. Bunu anlamak son derece kolay ve basittir: İslam, bir "din"dir; ilahi menşe'li, en son ve en mükemmel din. Fakat ilahi ya da beşeri menşe'li; numenal ya da fenomenal; tarihi veya gayri tarihi her din gibi o da her dinin bağlı olduğu en temel kurallardan birisine bağlıdır: Toplumsallık!
Din, asla ve kat'a ferdlerin daracık dünyalarına haps olunmayı kabul etmez; hele İslam gibi ökümenik bir din! Evet: Din, ferdidir; ama lutfen dikkat edilsin, "sadece ferdi" değildir; "içtimai"dir ve esasen Cemiyet'ten tecrid edilmiş bir ferdiyet söz konusu olamaz.
İmdi, lutfen dikkat: İçtimai olan her şey ise aynı zamanda siyasidır!
İnsan, var-olduğundan beri siyaset yapar; nasıl ki toplum olmadan insan olamaz ise aynı şekilde siyaset olmadan da insan olamaz. İnsan neslinin bidayetinden beri siyaset ile olan bu içten bağlantısı, Eflatun ve Aristo'nun, İnsan'ı bir "siyasi hayvan" (zoon politikon) olarak tanımlamalarının asli sebebini teşkil eder.
Hasılı kelam: Elbette İslam, Siyaset'ten arındırılmış değildir.
Ama, dikkat edilmelidir ki, Siyaset, Din'in yani İslam'ın kendisi değildir; burada detaylandırmamız mümkün olmayan birçok sebepten olayı - tamamiyle değil ama - çok büyük nisbette dünyevi (seküler) bir alandır.
Bu itibarla, İslam'ın indinde çağımız için en makbul ve muteber siyasetin, İnsanoğlu tarafından bugüne kadar geliştirebilmiş olduğu - "en mükemmel" demiyorum - en az kusurlu model olan Demokrasi olduğunu kabul etmekliğimiz icap etmektedir.
***
İşte, günümüz Türkiyesinde Siyasi İslam olarak isimlendirilen oluşumun en temelli hatasının burada aranması gerekir. Bu çevrelerce terennüm edildiği şekliyle zaten kapsamı, hudutları, tazammun ve şumulü belirsiz bir ütopya olan bu akım, aynı zamanda son derece şiddetli bir anti-demokrat direnç yaratarak hem İslam'a ve hem de bu cemiyete, bu ülkeye çok büyük zarar vermiştir.
Türkiye'de "Radikal İslamcı" ya da "Siyasi İslamcı" olarak bilinen çevreler ve hassaten bu çevrelerin entellektüelleri, anti-demokratik direnç kaynaklarının oldukça kuvvetli olduğu muhitler olarak bilinmekteydi. Ayrı bir yazıda biraz daha detaylandırmak istediğim bu çağ dışı, anti-demokrat entellektüel hareket hakkında şimdilik kısaca söylemek istediğim şey, son derece naif, çocuksu denecek derecede saf ve yetersizlik illeti ile malul, sığ birtakım çıkış noktalarına, felsefede kullanılan deyim ile "Arşimet Noktaları"na dayandırılmış olmasıdır.
Mühimce bir kısmını gazeteci-yazarların oluşturduğu bu kesimin, dindar bir insanın insanca ve mü'mince yaşayabileceği en iyi rejimin Demokrasi olacağını idrak etmekten mahrum kalarak sık-sık, bütün beşeriyetin binlerce yıllık tarihi tecrübe ile, en az kusurlu olduğunu göstermeye muvaffak olduğu sistem olan Demokrasi hakkında alaycı ve hatta hakaret-amiz nitelendirmeleri tahammül edilebilirlik sınırının ötesine taşmaktaydı. "Demokrasi bana iki numara dar geliyor" diyerek Demokrasi ile alaya; onu "Demonkrasi", yani "Şeytan İdaresi" olarak nitelendirerek de hakarete yeltenen bu zihniyetin, Demokrasi'nin kendilerine de çok faydalı olacağını idrak ve fehm edebilmeleri için illa Demokrasi'nin zedelenmesinin gerekmekte olduğu tecrübe ile anlaşılmış olması hüzün verici.
Demokrasi şayet Demonkrasi (Şeytan İdaresi) ise, bu mantığa göre, Demokrasi'nin üzerine dayandığı "Demos" (Halk) da Şeytan olmaktadır. Böyle bir zihniyete saygı duymak mümkün olabilir mi? Şayet, Demokrasi yetersiz ve kötü bir idare ise, buradan, O'nun üzerine istinad ettiği Demos'un (Halk'ın), hak ile batılı, hayr ile şerri, iyi ile kötüyü tefrik etme, yani "temyiz" kaabiliyetinden mahrum zavallı bir "yığın" olduğu gibi çok aşağılayıcı ve çok çirkin bir netice hasıl olur ki bu neticenin neticesi de, hak ile batılı, hayr ile şerri, iyi ile kötüyü tefrik etme, yani "temyiz" kaabiliyetini haiz, hakikatin künhüne vakıf olan aydınlanmış seçkinci despotların, yani, "Elitist Jakoben"lerin yönetiminin meşruiyetini kabul etmekten başkası olmaz.
Elitist Jakobenizm'e bir kere meşruiyet kapısı açılacak olursa o kapıdan geçen her elitist-jakobenin meşruiyetini kabul etmek de kaçınılmaz olur. Yani böylelerinin, "benim jakobenim iyi, senin jakobenin kötü" deme hakları olamaz. Madem öyle, işte böyle!
***
Herşeye rağmen bu sivri zevatın "Ne füsunkar imişsin ah! Ey didar-ı Demokrasi!" deme noktasına gelebilmeleri yine de sevindirici.
Lakin, dostlar, bu konuda hala çok ciddi şüphelerim olduğunu söylemeliyim: Bu kadar kısa zamanda hakikati kabul etmek, bana biraz oportünistçe birşey, mesela bir nevi' "Ebu Süfyan İmanı" gibi görünüyor.
|