Son günlerde git-gide yoğunlaşan bir tartışmaya şahit olmaktayız: "Siyasi İslam bitti mi?"
Evet: "Siyasi İslam bitti mi?". Kestirmeden el-cevap: Zaten hiç başlamamıştı ki! O, sadece bazılarının zihninde kurduğu sanal bir dünyaya ait hoş bir hayal, şu yaşanan çağ için gerçekliği olmayan bir ütopya di. Şimdi yaşanan hadise, ütopyanın yıkılmasından, hayalden hakikate avdet edilmesinden ibarettir.
Lakin bu tartışma bu kestirme cevap ile kalmamalı. Zira, düşünce tarihi, aynı zamanda bir ütopyalar tarihidir. Bu itibarla bu tartışma devam ettirilmelidir.
Şu andaki bu tartışma birçok bakımdan ilgi çekici ve en azından konu itibariyle çok şeyler üretilmesine de müsait bir ortam hasıl ediyor. Ancak, pek çok münbit fikir tarlasını ekip-biçip doğru-düzgün bir mahsul kaldırmaya muvaffak olamayan Türk İntelijansiyası'nın bu bereketli tarladan neler elde edeceğini henüz bilmiyoruz.
Fakat yine de herşeye rağmen, bu tartışmanın daha şimdiden - en azından kendi çapında - önemli sonuçlar hasıl etmeye başladığını söyleyebiliriz:
1: Bir paradoks gibi görünebilir ama, Demokrasi'nin ve Demokrasi bilincinin olgunlaşmasında, parlamento-dışı müdahalelerin olgunlaştırıcı katalizör etkisinin bu son hadise ile açıkça görülmüş olduğunu söyleyebiliriz. Gece'den Gündüz'ün, Ölü'den Diri'nin nasıl çıktığına dikkat edilirse, bu gelişmelerin bir paradoks değil, Hayat'ın diyalektiği olduğu anlaşılabilir. Filhakika, bu tür müdahalelerin milli irade ile seçilmiş olanlara karşı yapılmış olmaları onları anti-demokrat bir kategoriye sokmakla beraber, yol açmış oldukları söz konusu bu etki dolayısıyla, uzun vadede demokrasiye hizmet ettikleri de açıktır.
Bireylerin hayatlarında olduğu gibi, toplumların hayatlarında da, kemale ermede en önemli faktörlerin başında "hayat tecrübesi" gelir; hayat tecrübesi ise, iyisi ve kötüsü ile, akı ve karası ile bir bütündür. Kimliği meçhul bir halk filozofunun minibüs camlarında askıya çıkan aforizmasında dendiği gibi, "hayat tecrübesi, yenilen kazıkların bileşkesinden ibarettir". Müellifi Oxford'da okumadığı için hakikati biraz kaba bir tarzda beyan etmesi mazur görülmesi icap eden bu aforizmanın biraz daha sofistike ifadesi de yine meçhul bir halk filozofuna aittir: "Nush ile uslanmayana etmeli tekdir /Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir." Buradaki "kötek" kelimesi de elbette incitici; ama, n'apalım, Akif'in "sözün odun gibi olsun, doğru olsun tek!" prensibine uygun olarak, bir nebze odun gibi, ama el-hak, doğru! Kaldı ki, Demokrasi'yi "Demonkrasi" (Şeytan İdaresi) şeklinde nitelendirerek aklınca alay etmeye yeltenenlerin akıllarının başlara toparlanması için çalışmayan jetonlu telefon kabini gibi biraz sarsılması gerekiyorsa elden birşey gelmez. Üzüldüğüm husus, o kafaları sarsanların başka bigünah kafaları da sarsmasıdır. Ama bunun da çaresini bulabiliriz; mesela şöyle diyerek: "O kafalar vakıa bireysel olarak bigünahtır; lakin Toplum, yani Amme bir bütündür, ve dahi, hem felaket ammeten gelir, hem de tarihi ve toplumsal tecrübe ammeten kazanılır."
2: Görülmüştür ki, "Siyasi İslam" doktrini, bizzat onu bir tez olarak ortaya atan doktorları tarafından terkedilmiş bulunmaktadır. Bu sonuç, birçok bakımlardan üzerinde durmayı gerektirecek bir ciddiyeti haizdir. Bu terkedişin bir sebebinin, "Siyasi İslam"ın bir tez olarak teorik temellerinin son derece zayıf olmasından kaynaklanmakta olduğunun ve bu zaafiyetin de bu doktorlar tarafından bittecrübe farkedilmiş olduğunu ileri sürebiliriz.
3: Tartışmanın ortaya koymuş olduğu ilginç sonuçlardan birisi de, ülkemizde entellektüellerin, aslında dünya entellektüel standartlarını yakalayamadığının, ne kadar sığ olabildiklerinin ve bununla ilgili ve ilintili olmak üzere, ne kadar sığ insana "entellektüel" ünvanı verilebildiğinin açığa çıkmış olmasıdır. Ülkemiz adına keyfe keder verici bir netice: Demek ki, "Çelebi, bizde böyle oluyormuş Konser dediğin!"
4: Başka ve fakat nahoş bir sonuç da, haysiyetli ve vekarlı insan tipinin henüz bu ülkenin siyasetçisine ve okumuşuna hayli yabancı olduğunun tecrübe ile belgelenmiş olmasıdır. Bir vakitler - yani daha dün - hararetle müdafaa ettikleri tezlerini hemen aynı hararetle çöp sepetine atabilenlerin öncelikle vekar egzersizi yapmaları gerektir.
***
Evet: "Siyasi İslam", hiç başlamamıştı. O, sadece bazılarının zihninde kurduğu sanal bir dünyaya ait hoş bir hayaldi. Şimdi yaşanan hadise, hayalden hakikate avdet etmekten ibarettir.
Bu satırların yazarı, senelerden beri ısrarla şu tezi savunmaktadır: Umumen dinler, hususen İslam, ama tarih içinde inşa edilen İslam, bendenizin verdiği isimle Fenomenal İslam, ya da diğer adıyla Müslümanlık, zaman içerisinde bir tıkanma ve yetmezlik sürecine girmiş ve Dünya'yı avuçlarının arasından kaçırmıştır. Onun kaçırdığı Dünya'yı, el'an cari olan Modernite ele almış ve yeniden kurmuştur. Bu, yeni bir dünyadır; ya da bir "Yeni-Dünya".
İmdi: Bir romanda dendiği gibi "The Earth is the Lord's" [biraz sadık olmayan bir tercüme ile: Dünya, Lord'una (Efendisine) boyun eğer]. Artık bu Yeni-Dünya'da her din gibi İslam - yani Fenomenal İslam - da birinci aktör, yani "Lord" değildir. İşte problem buradadır: Siyasi İslam diye birşey tahakkuk ettirilmek isteniyorsa, bu ancak ve yalnız, İslam'ın "Dünyanın Lordu" kılınması ile kaabil olacaktır. Bunun da tek yolu, Dünya'nın sorularına İslamca cevap veren ve yeniden bir "Yeni-Dünya" kuran bir "Yeni-Modernite"nin tesisidir. Bu, çok uzun ve çok yorucu bir yoldur; bu sebepledir ki, ne bugün ve ne de yakın bir gelecekte, ne Türkiye'de ve ne de başka herhangi bir yerde, hakiki manada bir İslam düzeni kurulabilecektir.
Evet, Efendiler: Ütopyalar ile uğraşalım, tartışalım, zihinsel temrinler yapalım; ama unutmayalım: Ancak Hakikat'i yaşayabiliriz!
|