Bugün, Ayyıldız'da 3 Şubat'taki yazısında Sayın Namık Kemal Zeybek'in de üzerinde durduğu ve çok ciddi olduğuna kaani olduğum bir mevzudan söz etmek istiyorum: Devlet, zaman-zaman haketmediği derecede ağır ve "eleştiri" sınırını aşan hırpalamalara hedef olmakta; adeta, varlığına tahammül edilememekte ve neredeyse, bütün kötülüklerin yegane kaynağı olarak telakki edilmektedir. Burada sözünü ettiğimiz devlet, genel anlamda devlet, "herhangi bir devlet" değil, zihnimizin dışında var-olan bir varlığı bulunan somut, real ve özel bir devlettir: Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Bu ithamların içinde hiç de küçümsenmemesi gereken mühimce bir kesrinin, gizlenmekte zorlanılan birtakım kötü niyetlerin mahsulü oluşu, onların "saldırı" gibi aşağılayıcı bir isim ile isimlendirilmesi ve bu isim altında kategorize edilmesi hususunda bana haklılık ve meşruiyet verdiğine samimiyetle inanmaktayım. Çünkü, netice itibariyle herkesin anladığı bir "dil" vardır; Şeytan taş ve sopa ile konuşmaya başladığında O'na karşı taş ve sopa ile konuşmaktan başka bir çare yoktur.
***
Devlet üzerine bir tartışmanın, birbiriyle bağlantılı, "soyut" ve "somut" olmak üzere, iki ana başlık altında yapılabileceğini söyleyebilirim:. "Soyut" ile kastettiğim tartışmada, tartışma nesnesi olarak "herhangi bir devlet" alındığı halde, somut bir tartışmada tartışma nesnesi, yani eleştirilecek, irdelenecek, hakkında hükümler verilecek olan devlet, herhangi bir devlet değil, belirli, gerçek bir varlığı olan bir devlettir. Her iki tartışma arasındaki radikal fark da buradadır.
Bugüne kadar, Devlet hakkında gerek bu köşedeki yerimde ve gerekse daha başka birçok mevkute ve kitaplarda yazılı olarak; birçok toplantıda da sözlü olarak, naçizane, aklım, fikrim, mantık ve muhakemem ve bilgi birikimim elverdiği nisbetlerde birçok şeyler yazmış ve söylemiş ve "devlet" konusunda umumiyetle eleştirel tavır koymuş; bu konuda gerek soyut ve gerekse de somut içerikli tartışmalarda eleştiriden ve hatta gerekirse en ağır eleştiriden geri kalmamış bir kişi olduğumu söyleyebilirim. Fakat bütün bunlara rağmen bu tartışmalarda ve eleştirilerde hep bir şeye tavizsiz bir titizlikle riayet edilmesini savundum: Devlet eleştirmesinin asli gayesi, tahrip etmek değil mükemmelleştirmek, "eleştirirken savunmak" olmalıdır.
***
Devlet üzerine "yıkıcı, tahripkar" bir eleştiri geliştiren kişiler ya her türlü devlete düşman olan anarşistler ve/veya kozmopolitlerdir; ya da belirli bir devletin nam ve hesabına çalışan veya herhangi bir karın ağrısından veya kuyruk acısından dolayı başka bir devlete karşı düşmanlık yapan beşinci kol mensuplarıdır.
Türkiye'deki devlet tartışmalarında temayüz eden sözümona birçok "devlet eleştirmeni"nin, yukarıda sözünü etmiş olduğum ikinci kategoriye girdiği erbabınca malumdur. Bu alçak güruhu ile hiç de öyle Felsefe'nin latif, nezih, rafine dili ile değil; mümkün olduğunca, kabadayı dili ile ve tepeden bakıp aşağı görerek konuşmak gerektiği kanatindeyim. Bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti tarafından şöhret ve iltifata, servet ü samana garkedilen, sahip bulunduğu herşeyi bu devlete ve bu millete borçlu olan bu saygıdeğmez kişilerin yeri aslında bu devletin kanatlarının altı ve bu toprakların üstü olmamalıdır. Bu içinden pazarlıklı hainlere en yakışacak muamele, Devlet'in sert pençesi ile uyuz bir kedi yavrusu gibi kulaklarından kavranıp "Cehennem'in dibine!" nidasıyla kapı-dışarı edilmek iken baş-tacı edilmesi, doğrusu halis niyetli temiz vatan evlatlarına kıymaktan başka bir anlama gelmiyor.
***
Devlet, öncelikle, toplumsal düzen idesinin somutlaşmış şeklidir. İnsan, Toplum'dan, Toplum ise "düzen"den ayrı ve bağımsız olarak var-olamaz; Toplum ancak bir "düzen" kavramı altında bir anlam ifade edebilir. İşte, "düzen"in en seçkinleşmiş şekli, "devlet" olarak adlandırılan sistemdir.
Devlet, elbette ki, tabiat nesneleri gibi İnsan'dan (insan neslinden) bağımsız olarak var-olan birşey değildir. Ama, hem Birey İnsan ve hem de Toplum-İnsan, her ne kadar kronolojik hiyerarşi bakımından Devlet'e nisbetle öncelikli ve çok yerde ise ontolojik olarak Devlet'ten daha mühim olsa dahi, hem Devlet'ten mutlak manada bağımsız değildir ve hem de Devlet'e nisbetle daha öncelikli olan ehemmiyetleri de hiç yer değiştirmez değildir; Devlet'in varlığının milyonlarca birey-insanın ve hatta toplumların varlığından dahi daha ziyade öncelik ve ehemmiyet kazandığı anlar da tarih içerisinde hiç eksik olmamıştır ve dahi olmayacaktır da.
Devlet, çok önemlidir; hatta aşırı derecede önemlidir dahi diyebilirim. Ama yine aynı Devlet, "zulüm" başta olmak üzere birçok kötülüğün de sebebi olabilir. Lakin, Thomas Hobbes'un da işaret etmiş olduğu gibi, Devlet, hatta en kötü devlet, hiçbirşey yapmasa dahi, İnsan'ı en büyük kötülük olan "devletsizlik kötülüğü"nden korur.
***
Önce umumi manada Devlet'i, sonra da hususi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni eleştirirken, bu eleştirinin daha mükemmel; yani, milletini kendisine zorla itaat etmek üzere baş eğdirmeye zorlayan değil, "varlık sebebi"nin ve "meşruiyet kaynağı"nın milleti olduğunu anlayıp milletine biat eden; daha adil, daha demokrat, daha modern bir devlet inşa etmekten başka bir gayesi olmamalı; her türlü karanlık, içten pazarlıklı alçakça, desise ve hilelerden uzak durmalıdır.
Tabii, bu devlete düşen mühim bir görev de bulunmaktadır ki, biz buna kısaca, "şapla şekeri birbirinden ayırmak" da diyebiliriz: Devlet, şapla şekeri, hainle fedakarı dikkatle birbirinden ayırmak, yani "adil olmak"la mükelleftir. Aksi takdirde kendisini seven ve kendisini ayakta tutan çok kişinin sevgisini kaybeder. Bu, mücerret bir sevgi kaybı değildir; faturası çok ağır olur.
|