Geçtiğimiz cumartesi günü Aydınlar Ocağı tarafından İstanbul'da Süleymaniye Kültür Merkezi'nde "Türkiye'de Yüksek Öğrenimin Meseleleri" başlıklı bir açık oturum tertiplenmişti. Prof. Dr. Ahmet M. Gökçen tarafından yönetilen toplantıya Prof. Dr. Münir Kutluata, Prof. Dr. Turan Yazgan, Prof. Dr. Esfender Korkmaz ve bir de bendeniz panelist olarak iştirak ettik.
Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa E. Erkal tarafından irad edilen açış konuşmasını müteakiben başlayan toplantıda, vaktin elverdiği ölçüde, Türkiye'de yüksek öğrenimin en temel meseleleri üzerinde vurgular yapılarak durulmaya çalışıldı.
Toplantıda, programlı konuşmacılar dışında Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Prof. Dr. Birol Emil, Prof. Dr. Haşmet Başar, DYP Van Milletvekili Doç. Dr. Hüseyin Çelik, Ayyıldız'ın ekonomi yazarı Prof. Dr. Ahmet İncekara gibi zevat da söz alarak hem katkıları ve hem de sorularıyla paneli zenginleştirdiler.
Üniversite'nin ne kadar dertli, adeta gırtlağına kadar derde batmış; bir dokununca bin ah işitilecek bir müessese haline geldiği bu toplantıda bir kere daha görülmüş oldu. Gerçi gönderilen telgraflarla hayli yoğun bir ilgiye mazhar olmuş gibi bir izlenim edindik ama, aslında, içtima hey'eti konuşmacısı ve dinleyicisiyle hemen-hemen tamamen akademisyenlerden müteşekkil olduğu için biraz da kendi-kendimize dertlenmiş olduk; telgraf sahibi muhterem şahsiyetlerin hiç olmazsa bir kısmı bizzat fikir, şikayet ve talepleri yerinde ve birinci ağızlardan dinleseydi herhalde maksat daha esaslı bir surette tahakkuk etme imkanına kavuşabilecekti.
***
Kesintisiz olarak takriben üçbuçuk saat süren oturumda, dile getirilen konuların sadece başlıkları dahi bu sütunu tahrip eder; o sebeple en mühim birkaçına temas etmekle yetinmek istiyorum.
Dile getirilen konuların hemen tamamının şikayet ve memnuniyetsizliklerden meydana geldiğini söylemek yeterli bir fikir verebilir. En çok üzerinde durulan konular, başlıklar halinde şöyle özetlenebilir:
Üniversiteler Türkiye'nin ihtiyacını karşılamanın uzağında bulunmaktadırlar; yani bu konuda bir yetmezlik problemi vardır. Bu, hem sayı ve hem de kalite açısından ciddi boyutlarda olan bir yetmezliktir. Her sene bir milyonu aşkın genç adam Üniversite kapısından geri dönmektedir; bu, bir sayısal yetmezliktir. Beri yandan Üniversite, yapmakla mükellef olduğu işleri yapmak ve üzerine düşen görevleri yerine getirmek hususunda da yetersiz kalmaktadır ki bu da bir kalite yetmezliğidir.
Üniversitelerin araştırma-geliştirme imkanları kısıtlıdır; akademisyenlerin üzerinde ders yükü ve öğrenci yükü genellikle aşırı derecededir.
Üniversite sıra-dışı ve özgür bir kurum olması gerekirken git-gide bu vasıflardan uzaklaşmakta, sıradanlaşmakta ve özgürsüzleşmekte, git-gide, "orta öğretim kurumu"nun biraz üstünde olan bir "yüksek öğretim kurumu" haline dönüşmektedir; dersler dahi sıradanlaşmakta, monotanlaşmaktadır. Halbuki Üniversite, her dersin farklı okutulabileceği bir kurumdur; hatta Üniversite'nin sadece "öğretim" açısından dahi, diğer kurumlara göre en büyük farklılıklarından birisi budur.
Bunların yanında: Üniversite'de bir "tek adam hakimiyeti" vardır. Her fakülte dekanlara, dekanlar rektörler, rektörler de YÖK başkanına boyun eğer bir hale getirilmişlerdir. Bu şekilde, en tepedeki birtek adamın egemenliğine teslim edilen pramidal yapısıyla, YÖK, anti-demokrat bir karakter arzetmektedir.
Üniversite, esas olarak bir araştırma kurumudur; bilgi, bilim, teknoloji üretmelidir. Ama bunun yanında milli kültüre ve tarihi değerlere de sahip çıkmalı, onların gelişmesine katkı ve yardımda bulunmalıdır.
Üniversite'ye daha fazla maddi imkan verilmeli ve haksız rekabet önlenmelidir.
Üniversite'nin en önemli şartlarından birisi olan bilimsel özerklik ve onun yanında, mali özerklik mutlaka verilmelidir.
Ayrıca: Üniversite küçültülmelidir; yani, bir üniversitede bulunması gereksiz olan birimler Üniverste'den dışarıya çıkarılmalı, ayrı müesseseler şeklinde örgütlenmelidir. Mesela, akademik hiçbir nitelik taşımayan mesleki eğitimin önemlice bir kısmı "yüksek okullar" şeklinde örgütlenmiş müesseselerde yapılmalıdır.
***
Bir atasözünde dendiği gibi, "ölüler zanneder ki diriler helva yiyor". Bunun gibi, Üniversite'nin dışında olanlar Üniversite'yi matah zanneder, halbuki değil, hiç değil! Üniversite bir dert yumağı; bir cadı kazanı; giremeyen bir yanar, giren iki yanar; hocası ateşten çember içerisindedir, ama yanma sınırı sızı sınırını geçtiği için ateşin acısını hissetmez. Ve bütün bunlar dışarıdan görülmez.
Hasılı, şairin dediği gibi: "Dert çok, hem dert yok, tali' zebun, düşman kavi"
***
Yarın sizleri de bu dertlerle biraz üzmek niyetindeyim.
|