"Millet ile olan bağının kopma noktasına geldiğini ve Millet tarafından istenmeyen fuzuli bir yüke münkalib olduğunun düşünüldüğünü farketmiş bulunan Milletin Meclisi, çok bariz bir surette, Milli İrade'den kaçmıştır."
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yaklaşık yüzotuz yıllık Türk Parlamanterizm tarihinin en büyük bir ürünüdür. Dikkat edilmelidir ki, İstiklal Harbi Meclis ile yürütülmüş ve Zafer Meclis ile elde edilmiştir. Beceriksiz ellerde felaketten felakete sürüklendikten sonra, trajik bir şekilde tarihe gömülen Osmanlı'nın elde kalan son bakıyyesi, Türk'ün çekilebileceği son sınır olan Anadolu topraklarının kurtarılması gibi azim bir projeye soyunan İstiklal Harbi'nin kurmay hey'eti, bu hayat-memat mücadelesini birçok üçüncü dünya ülkesinde görüldüğünün aksine, "ihtilal komiteleri" benzeri kuruluşlar aracılığıyla değil, Milli İrade'nin tecelligahı olan Milli Meclis ile icra etmişlerdir. Bunun ne kadar ehemmiyetli ve ne kadar derin hikmetler yüklü olduğu üzerinde tefekkür edilmelidir. Meclis, bu itibarla, bir bakıma, Türkiye'nin ruhu demektir; daha doğrusu öyle olmalıdır.
Fakat bu husus acaba, Büyük Zafer sonrasında pratikte ne ölçüde tahakkuk edebilmiştir; bunun da üzerinde ayrıca yüksek sesle tefekkür edilmelidir.
Ancak, şu anda Meclis, üzerinde çok ciddiyetle durulması lazım gelen bir müessese halini almıştır; bu, Meclis'in yaptıklarından dolayı değil, yapması icap ettiği halde yapmadıklarından, yapamadıklarından ileri gelmektedir.
***
Şu soruyu cesaretle sormaktan beri olmamalıyız: Meclis, olması gerekenin ne kadarını oldurabilmekte, bulunması gereken noktanın neresinde bulunabilmektedir? Daha açıkçası, Meclis, ne ölçüde "Meclis" olabilmektedir?
Türkiye'de yaşanan trajedilerin en büyüklerinden, en vahimlerinden birisi de bu noktada ortaya çıkıyor ki o da, Türk demokrasi ve parlamanterizm tarihinin en büyük krizidir: Meclis, kendi meşruiyetini aşındırıyor, tahrip ediyor, tartışmalı hale getiriyor. Bu vahim olgunun son derece bariz göstergelerini şu iki ana başlık altında toparlayabiliriz:
Bir: Milli İrade'nin temsilcisi olan - daha doğrusu öyle olması gereken - Meclis, kendi eliyle, kendi iradesinin üstünde bir başka meclis tanımayı, ona boyun eğmeyi prensip olarak kabul etmiş bulunuyor. Avrupa Birliği'ne girmek istemenin bundan başka bir manası yoktur. Bu "intihar projesi" gerçekleştiği takdirde, artık "Hakimiyet kayıtsız şartsız Millet'indir" ilkesi alenen ihlal edilmiş, kendisinin sebeb-i hikmeti olan irade reddedilmiş olacaktır. AB üyesi olan bir Türkiye'nin meclisi, Avrupa Birliği Meclisi'ne tabi bir "koloni meclisi" veya "eyalet meclisi" olacaktır ki bu vazıyette o prensibin de "hakimiyet öncelikle metbu-u mufahhamımız AB'nin, sonra - oradan artarsa - Millet'indir" şeklinde değiştirilmesi iktiza edecektir. Bu, sadece iktidarın değil, bütün meclis üyelerinin ve bütün siyasi partilerin müştereken irtikab ettikleri bir cürümdür.
İki: Milli İrade'nin tecelligahı olan - daha doğrusu öyle olması gereken - Meclis, bu niteliğini önemli bir nisbette kaybetmiş gibidir. Zira, "Millet" ile O'nun meclisi arasında bir kopukluk bulunmaktadır. Meclis, Milli İrade'yi tam manasıyla temsil etmek ve tecelli ettirebilmek kudret, cesaret, feraset ve basiretini haiz görünmekte değildir. Ne yazık ki Meclis, adeta, ontolojik olarak "kendinde" bir mana ve kıymet taşımadığını, yani Millet'ten bağımsız ve Millet'e muhtaç olmayan bir "kendinde varlık" olmadığını; varlığının sebeb-i hikmetinin "bizzat kendisi" değil "Millet" olduğunu unutmuş veya anlamamış görünmekte; "kendisi için ve kendinde" var olduğunu ve bu sebeple de Millet'e hadim değil hakim olma mevkıinde bulunduğunu vehmetmekte; bunun için de kendisi için çalışan, kendi-kendisini besleyen bir süreç geliştirmekte ve Millet ile olan bağlarını asgari hadlere indirmektedir. Bu feci vazıyetin birçok göstergelerinden birisi de, Milli İrade'nin temsilcisi olan Meclis'in bu iradeden kaçması, tecellisinden korkmasıdır.
Bu da, iktidar ve muhalefet dahil tüm meclis üyelerinin ve siyasi partilerin müşterek suçudur. Sadece iktidar partilerinin değil, bütün siyasi partilerin hepten dibe vurmalarının, hatta, başlangıçta büyük ümitler bağlanan fakat bugüne kadar henüz can alıcı birçok mevzuda ciddi hiçbir tez geliştiremeyen ve sadece tedafüi bir stratejiye yönelen, çiçeği burnunda AKP'nin dahi erimeye başlamasının bundan başka bir manası olamaz. Ne yazık ki, Türk Toplumu, şu andaki Meclis'i bir çaregah değil, önünü kesen bir mania, ufkunu karartan bir heyula gibi görmeye başlamıştır.
Meclis'in içine düşmüş olduğu, Türkiye'nin istikbalini karartan bu feci durum, kendisini en son, "Referandum" meselesinde çok açık ve çok seçik olarak ortaya koymuş bulunmaktadır. Malum olduğu üzere, milletvekillerinin önce maaşlarında yaptıkları "ayarlama" ve sonra da özlük haklarındaki "düzenlemeler", geçim sıkıntısına düşmüş bulunan bu toplumda, bu sessiz toplumda dahi büyük bir öfke ve infial yarattı; işsizliğin çığ gibi büyüdüğü, biraz daha ucuz ekmek alabilmek için geceyarılarından itibaren milyonlarca insanın ekmek kuyruklarına girdiği, "yarın" duygusunun kaybolduğu bu kaotik ortamda, iktidar ve muhalefet ayrımı pek olmaksızın hemen-hemen tüm milletvekillerinin müştereken icra ettikleri bu fiiller, bir hakaret, bir istihza olarak algılandı. İşte, tam bu noktada, Cumhurbaşkanı'nın konuyu bir "halk oylaması"na sunmak istemesi, Meclis üyeleri indinde adeta bir "ölüm fermanı"na dönüştü; öyle ki, hepsi birden işini-gücünü bırakarak (hangi iş, hangi güç?) "ne yaparız da bu referanduma mani' oluruz"u düşünmeye başladılar. Meclis'in bu tavrını "kendi içinde" anlamamak mümkün değil; çok haklılar: Referandum, her ne kadar dar manasıyla yukarıda zikredilen konuya münhasır gibi görünse de, asıl olarak, iktidar ve muhalefetiyle birlikte hal-i hazırdaki Meclis'in tümüne karşı bir güven oylaması manası taşıyacaktır. Bu ise, sonu başından belli bir Yeşilçam senaryosundan başka birşey değildir: Meclis'in tepeden tırnağa değişmesi.
İşte, Yüce Meclis'in bu yüceliğine halel getiren zaafiyeti burada açığa çıkmaktadır: Millet ile olan bağının kopma noktasına geldiğini ve Millet tarafından istenmeyen fuzuli bir yüke münkalib olduğunun düşünüldüğünü farketmiş bulunan Milletin Meclisi, çok bariz bir surette, Milli İrade'den kaçmıştır.
Son andaki acil girişimlerle şimdilik kurtulan Meclis, neleri tahrip ettiğini çok iyi düşünmelidir; en başta kendi meşruiyeti olmak üzere.
|