ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Gizli Türkiye'nin Şifresi
Durmuş Hocaoğlu

Aksiyon Dergisi / Sayı: 352; 01.09.2001-07.09.2001
Hükumet'in birbirini tamamlayan, birbiriyle bir bütünlük arzeden "Türk Lirasına Değer Kazandırma ve Vergi Numarası Harekatı" üzerinde ciddiyetle düşünmek ve ihtiyatla ve bahusus şüphecilikle yaklaşmak lazım geldiği kanaatindeyim. Burada, evvelen, "şüphe" kelimesini kasti olarak seçmiş olduğumu belirtmek isterim. Bu kasıt, öncelikle, genel bir prensip olarak, felsefi anlamda ve "metodik şüphe"nin öneminden ileri gelmektedir: "De omnibus dubidantum est" (herşey, şüphe edilebilirdir). İkincileyin, Şüphe, en iyi şekliyle icra edilirken dahi kirli bir zenaat olmaktan kurtulamayan Siyaset'in bu tabiatından dolayı da bir zaruret olmaktadır: Herşey, 'şüphe edilebilir'dir, yani, herşeyden şüphe edilebilir, veya başka türlü söylendikte, şüphe edilemeyecek, şüphe edilmesi caiz olmayan hiçbirşey yoktur; lakin, bahse mevzu olan siyaset ve siyasetçi ve bahusus, bizim gibi, "kayıt-dışı ve dejenere siyaset"in cari olduğu bir ülkedeki siyaset ve siyasetçi olunca, Şüphe'nin ehemmiyeti katbekat artmaktadır.
 
İmdi: Bu azim harekat hakkında niçin bu kadar şüphe içinde kalmalıyız derseniz, hemen belirtmeliyim ki bu mevzudaki şüphemin çok daha hassas, çok daha hususi bir sebebi bulunmaktadır; ama bunu bu yazının en son kısmına ayırmak istiyorum
 
Bu operasyonun görünen veya söylenen sebebi, Vergi Numarası Harekatı yoluyla ekonomik faaliyetlerdeki kaçakların azaltılarak "kayıt dışı ekonomi"nin kayıt altına alınması ve bu suretle, devletin vergi gelirlerinin yükseltilmesi; Türk Lirasına Değer Kazandırma Harekatı yoluyla da bir yandan, yastık altında bulunan (yekunu altmış milyar dolara baliğ olduğu tahmin edildiği rivayet olunan) atıl dövizin faal hale getirilmesi suretiyle ekonomiye canlılık getirilmesi ve aynı zamanda TL kullanımını her alanda hayata geçirerek ülkenin Dolar başta olmak üzere diğer yabancı paralara olan bağımlılığının azaltılması ve bu suretle de döviz dalgalanmalarının ekonomik kriz etkisi yaratmamasıdır.
 
Fakat, fikrimce mesele bu derece basite indirgenemeyecek olsa da gerektir.
 
Bir kere, farz-ı muhal samimiyet kabul etsek dahi, bürokrat, iktisatçı ve siyasetçilerin işbu hesaplarının "insansız" yapıldığı anlaşılmaktadır; insansız, yani içinde insanların ferdi ve kollektif davranışlarının, kültürlerinin, tarihi gelenek ve bakıyyelerinin, hislerinin, inançlarının ve temayüllerinin ya hiç veya yeterince bulunmadığı hesaplar. Nitekim, bu ülke vatandaşlarının vergi ödeme konusunda niçin çok isteksiz olduğuna dair ciddi bir ilgi ve de bilgi mevcut olmadığı için, bu ilginin nasıl doğurulacağı hakkında bir ilgi ve bilgi ve bunlardan kaynaklanan bir politika da oluşturulamamaktadır. Dikkat edilmemektedir ki: "Vergi vermek", ancak sıhhatli bir vatandaşlık bilincinin ve organik ve sıhhatli bir vatandaş-devlet bağının mevcut olduğu toplumlarda kaabil olabilmektedir. İmdi: Bu toplumun insanları henüz kamil manada "vatandaş" olabilmiş değildir. Vatandaş (citizen), Tebaa'dan farklı olarak, kendi iradesiyle siyasi otoriteyi tayin ve kontrol edebilen insan demektir; ülkemizde henüz tam olarak mevcut olmayan budur. Bunun içindir ki, bizde vergi, esas itibariyle, Devlet ile Vatandaş arasındaki bağın modern anlamda te'sis edilemediği modernite-öncesi toplumlarda olduğu gibi, Devlet gücü ile cebren tahsil edilen "algı"dır ve el'an tatbik edilen metod da aynen budur: Türk İnsanı, kendi ülkesinde siyasi otoriteyi kendi gücüyle tayin ve murakabe edebilecek bir buluğ seviyesine yükselememiştir; henüz büyük ölçüde "tebaa"dır, ya da "yarı-vatandaş", ama "vatandaş" değil; o sebeple de Devlet'in, vergisini zor ile tahsil etmesi gerekmektedir.
 
İkinci olarak, Modernite'ye terfi edememiş her ülkenin vatandaşları (daha doğrusu yarı-vatandaşları) gibi Türkiye'nin vatandaşları indinde de, Devlet, kimseden birşey almadan herkese herşeyi vermeye muktedir bir tür Yer-Yüzü Tanrısı olduğundan, vergi ödemenin esbab-ı mucibesi de tam zihinlerimizde oluşamamaktadır. Bu cemiyetin geleneksel olarak Devlet'e olan aşırı bağımlılığı ve Devlet'in de bu bağımlılığı mütemadiyen pekiştirmesi; insanımızda hala Hürriyet'in asıl menbaı olan İç-Hürriyet'in kifayet mertebesinde inkişaf edememesi, Devlet'i gözümüzde böylesine bir fetiş, bir idol haline getirmektedir: Devlet, bizim bilemediğimiz ve asla da bilemeyeceğimiz bitmez-tükenmez hazinelere sahip öyle bir varlıktır ki, bizler O'ndan herşeyi alabiliriz, ama bunun için O'na birşeyler vermemiz gerekmemektedir.
 
Üçüncüsü şu ki, bir müessese olarak Siyaset'in ve hakiki kişiler olarak da siyasetçilerin ekser-i kahıra itibariyle tahammül edilemez mertebede tefessüh etmiş ve artık cürümlerin aleniyete dökülmesinden dahi havf ve hazer edilmez bir surette alenen irtikab edilmekte olması da dürüst bir biçimde vergi ödemesini anlamsızlaştırmaktadır. Yani, neticeten, vergi versek ne fark edecek, vermesek ne fark edecek, ey İhvan! Bu utanmaz, ar damarı çatlamış yiyiciliğe dağlar dayanmazken sizin-benim üç kuruş vergimizin ne hükmü olur ki? Ona-buna el-avuç açmaktan onuru paspasa dönmüş bir ülkede, Devlet'i yönetenler, kendisinden kişi başına on kat daha zengin olan İngiltere'dekinin on misli büyük kamu aracı ordusunu, yüz misli büyük lojman ordusunu gözümüzün içine baka-baka hala ayakta tutmakta iseler; tahsil edilen tüm vergiler rantiyeciye ödenen faizi dahi karşılamıyorsa ve de Biz bu skandalları önleyebilecek kudret ve cesaretten mahrum olmaya devam etmekte isek, vergi ödemenin acaba ne gibi bir manası olabilir, cürme iştirakten gayri?
 
Dördüncü olarak; kendi varlığını, hükümranlık hakkını ve varlığını kendi eliyle Avrupa Birliği'ne hediye etmek için elinden gelen her gayreti sarfeden, bu ülkenin Brüksel'den yönetilmesini gönüllü olarak isteyen, bu topraklardaki bin yıllık destanı kendi eliyle nihayete erdirmeye hazırlanan bir devlet yönetimini vergi ile taltif etmenin ne gibi bir manası olabilir?
 
Beşincisine gelince: Bu çifte harekat hakkındaki en büyük şüphe ve reddimin çok daha hassas, çok daha hususi gerekçesi şudur: Kanaatimce, bu operasyonun yönelmiş olduğu asıl hedef, "Derin Türkiye" veya "Gizli Türkiye" diyebileceğimiz Türkiye'ye, herşeye ve herşeye rağmen bu ülkeyi ayakta tutan gerçek Türkiye'ye giden yolları keşfetmek, Gizli Türkiye'nin şifresini çözerek hazinelerini ele geçirmektir. Ondan sonra ne olacağı ise gayet sarahaten bellidir: Gizli Türkiye'nin yağmalanması ve kurutulması! Yastık altındaki altmış milyar doların akıbeti hakkındaki düşüncelerimin tüyler ürpertici olduğunu söyleyebilirim. Muhtemeldir ki, Türk Lirası'nın cazipleştirilmesi vaadleri ile açığa çıkarılarak banka kasalarına doldurulacak olan bu para, Türkiye'nin bu son hazinesi, yeni bir kriz dalgası ile buharlaştırılabilir ve son bir yılda dışarıya kaçtığı/kaçırıldığı tahmin edilen yüzmilyar dolara eklenebilir. Netice: Harim-i ismetine girilmiş, son hazinesi de yağmalanmış ve kurutulmuş bir Türkiye! Harika bir trajedi doğrusu! 
 
***
 
Denebilir ki, ekonominin kayıt altına alınmasına, daha düzenli ve daha iyi vergi tahsiline ve Türk Lirası'nın Türkiye'nin gerçekten gerçek parası olmasına mı karşısın? Elbette hayır! Ancak, derim ki: Siyaset'in kayıt-dışı ve Millet'e karşı sorumsuz olduğu, tahammül edilemeyecek derecede kirlendiği, görgüsüz israfın, tiksindirici hırsızlığın, talanın, "yiyicilik"in (frenkçesi, Napotizm) normalleştiği bir ülkede ekonomi kayıt altına alınamaz; böyle bir ülkede dağlar kadar vergi, denizler kadar dolar dahi hiçbir yaraya merhem olmaz. Kutadku Bilik'te dendiği gibi: "Et kokarsa tuzlarsın, tuz kokarsa neylersin?". Türkiye'de siyaset, maalesef bu vazıyette: Bu ülkede kokmuş olan et değil, tuz, yani Siyaset. Önce onun temizlenmesi lazım.
Yazıyı PDF dosyası olarak indirmek için tıklayınız. [ Boyutu: 159,02 KB ]




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim