"Türkiye, Devlet, "Gizli Türkiye"nin şifresini çözdüğü, oraya giden gizli geçitleri keşfedip mahremiyetimize, asıl Türkiye'mize girdiği, yani Biz Türkler'in asıl hayat damarını keşfettiği (ve kuruttuğu) anda patlar."
Nasıl derin bir kriz yaşamakta olduğumuz herkesin malumu. Fakat "Kriz", sadece paradan, dolardan, ödemeler dengesinden v.s. ibaret, salt bir "ekonomik kriz" olmasa gerek. Ekonomik Kriz, bugüne kadarki birikimlerin - daha doğrusu "birikintilerin" demeliyim - bir muhassalası; asıl büyüklüğü ondan. Bu muhassala da, daha henüz bir asırlık bir ömre dahi ulaşmış bulunmayan Cumhuriyet'in politikalarının mecmu-u yekununundan ibaret. Kriz, bütün boyutları ve bütün tazammun ve şumulü ile birlikte ele alındığında, bu ülkenin ve bu devletin, "tarihten ibret almayanların tarihe ibret olarak geçtiklerini" gösterecek feci bir akıbete doğru gitmesi demektir. O sebeple, üzerinde çok ciddiyetle düşünmek ve tartışmak gerektir.
İşte bu bunaltıcı ortamda, birkaç gün kadar önce, şahsen en ziyade dikkatimi çeken siyasi beyanatlardan birisi de Başbakan'ın "Türk Milleti sabırlıdır" şeklindeki fevkalade hikmetli vecivesi oldu. Sayın Ecevit'in bu kelamı üzerinde verimli tartışmalar açılmasını bekledim; ama nedense pek o kadar ciddiye alan olmadı galiba! Şimdi kalkıp da, "bunda da ne hikmet varmış; neticeten, Ecevit'in hergün söylediği ve hemen-hepsi de birbirine benzeyen yüzlerce kelamdan biri" demeyiniz; bence mevzu' mühim, zira, hikmet, Mütekellim'de değil Kelam'da. Bu sebeple, müşarünileyhin ne kadar derinlikli ("derinlik" mi dedim? O da ne?) düşünerek sarfettiğini gözardı ederek, işbu "sabırlı toplum" meselesi üzerinde bir nebzecik de olsa durmakta fayda mülahaza etmekteyim.
***
İmdi: Malum; toplumumuz fevkalade bunalmış bir vazıyette; birçok şeye, ama münhasıran siyasete ve siyasetçiye karşı güven diye birşey kalmadı; "Ümmid-i vefa eyleme her şahs-ı dagalde / Çok hacıların çıktı haçı zir-i bagalde" diyen şair gibi, handiyse, eteğine yapışacağı herkesin koltuk altından haç çıkmasından korkar hale duçar olmuş; "üretme"yi öğrenmeden akıllara ziyan bir "görgüsüz tüketim"e saplandığı için, "para" en kıymet ve en güvenilir dost haline gelmiş ve şimdi bu tek dost da ortada yok!... Bir de Devlet ile arasında bir gönül kopuşu var...; ayrı bir bahis. Hasılı, vazıyet-i umumiye cidden hiç de iyi değil;.
Lakin bütün bunlara rağmen, evet bütün bunlara rağmen, daha dikkatle bakılınca, başka birşeyi, şuera-yı kiramdan olan başbakanımızın "sabır" dediği şeyi görüyorum: Bu toplum hakikaten sabırlı; ama bu "sabır" ne gibi manalara delalet etmektedir acaba?
Evet, herşeye ve herşeye rağmen, yine de bu millet dayanıklı; kolay-kolay bana mısın demiyor. Nitekim, dikkat buyrulacak olursa, bu kadar krize, bunalıma, sıkışmaya rağmen, şöyle ya da böyle; her defasında "patladı-patlayacak" denen toplumda bir patlama yok; en azından henüz ve şimdilik. Herhalde civan başbakanımızın şair hassasiyetiyle tesbit ve ilan buyurduğu gerçek de bu olsa gerek: "Sabırlı Türkler".... Fakat, bence, bu sadece sabır değil; Biz Türkler'de, daha başka ve farklı bir şey veya şeyler var. Öyle ki, bütün ümitsizliklerimize, herşeye ve herşeye rağmen, "Ölmez bu millet, farz-ı muhal ölse de hatta / Çekmez kürrenin sırtı o tabut-u cesimi" diyen şairin pek de haksız olmayabileceğini düşünebiliriz. Her ne kadar "şair sözü yalansız olmaz" hükmüne dikkat etmek gerekirse de, "şiir insanlığın ana dilidir" hükmünü de göz önünde tutarak, bu şairin sözünü de yekten kaldırıp yabana atmayalım.
Nedir bu sabır veya başka şeyler ki bu toplumda tahminlerin aksine bir patlama olmadı henüz?
***
- Herşeye ve herşeye ve günden-güne azalmasına ve aşınmasına rağmen, tarihi-sosyal genlerimizden intikal eden, "Devlet Baba" doktrinine, yani, siyasetçiden bağımsız olarak bizzat Devlet'e, O'nun en sağlam dayanak olduğuna ve yıkılmazlığına duyulan güven hala devam ediyor. Nitekim bankalardaki devlet te'minatından, devlete borç para vermeye ve devlet me'muru olmaya veya devlet kasasıyla birşekilde irtibatlanmaya teveccüh bunu göstermektedir.
- Bir yandan geleneğinde kendi gücüyle hak alma yolları gelişmemiş ve diğer yandan da hala modern bir toplum olma istikaametinde muayyen bir çizgiyi atlayamamış olmanın ve yine kadim "Devlet Baba" doktrininin ve bununla ilintili olan "İtaat" kültürünün tesiriyle, üstüne gelen darbeleri sessizlikle soğurmaktan ileri gelen bir dayanıklılık da var. Belki de "sabır" denebilecek tek motivasyon kaynağı bu.
- Ve yine aynı doktrinin bir uzantısını da unutmayalım: Biz Devlet'e - her şeye rağmen - güveniriz, ama aynı zamanda O'ndan korkarız da. Bunlar belki sessizliğimizin menfi sebepleri; ama bir de müsbetlerimiz var ki onları da ez-cümle şöyle tadat edeceğim.
- Türk Toplumu, bu kabil krizlere, batılı toplumlara nisbetle daha fazla mütehammildir; Türk kolay-kolay patlamaz. Bu "patlama çıtası"nın yüksekliğinin en başta gelen sebeplerinden birisi, hiç kuşkusuz hala önemli bir ölçüde canlılığını muhafaza eden "dayanışma kültürü"nden neş'et eden mukavemettir. Aşırı ferdiyetçiliğin atomize ettiği toplumlarda her nefs izole edilmiş bir atom gibidir; dayanışmanın dibe vurduğu böyle bir toplumun aksine - belki de buna çok hızlı modernleşmemenin bir nimeti diyebiliriz - Biz'de, hala soluk alıp-veren "dayanışma" (aile dayanışması, hemşehri dayanışması, cemaat dayanışması ilh... hepsi bunun bir cüzüdür) krizden darbe yiyenlerin suratının üstüne kapaklanmasına önemli ölçeklerde mani' olmakta; ayakta kalanlar dermansızlara el atmakta, onları tutmaktadır. Bakınız nitekim, dünya zengini Amerika'nın 1996 Olimpiyatlarının yapıldığı Atlanta şehrinde sokakta yatan evsizlerin adedi takriben 45.00 kişidir; Biz'de kaç kişi var, bu krize rağmen?...
- Bunun yanında bir başka husus da şu olsa gerektir: Hala önemli birkısmı fiilen köylü olan, şehirlerdekilerinin de çok ciddi bir bölümünün köylülük damarı çok kuvvetli bir şekilde atan bir toplum olmak, bize iki şekilde destek olmaktadır. Birincisi şu ki, köylüler ekonomik krizlere herkesten daha fazla tahammül eder. Bunun yanında, şehirlerimizdeki birkısım ailelerin hala taşra ve köy ile olan canlı bağı az ya da çok bir miktar köy ürünü takviyesinin de devam etmesi manasına gelmektedir. İkincisi, toplumumuzda te'sirini hala belirli bir ölçüde koruyan "kanaatkarlık" ve "yoksulluk kültürü"nün desteğidir. Bu toplumda, gelirinin boyunu aşan bütün kışkırtılmış görgüsüz tüketim eğilimlerine mukaabil, hala yoksulluk konusunda ciddi bir antrenmanın ve hala tek kab yemeğinin dibini ekmekle sünnetleyip "Ya Rabbi! Sana hamdolsun! Buna da nihayetsiz şükürler! Sen verdiğin nimetleri elimizden alma" diye samimiyetle şükür duası yaptıran kanaatkarlığın varlığı reddedilemez. Netice olarak bu ülkede kaç kişi telefonlu, otomobilli, kombili, cep telefonlu bir evde doğdu? İcab-ı halinde tezek bile yakarız; pek de o kadar yabancı sayılmaz.
- Ve dahi, çok önemli bir başka husus da, Türk Toplumu'nun, bu kadar mütehammil olmasındaki belki de en büyük sebeplerden birisi, zahiren göründüğünden daha güçlü olmasıdır. Bu gücün adına ister "Derin Türkiye" deyiniz, ister "İkinci Türkiye"; asıl güç orada. Biz'i herşeye rağmen çıldırmaktan, patlamaktan koruyan orası! Orası, Devlet'in şifresini bir türlü çözemediği asıl Türkiye! Biraz yukarıda Biz Türkler Devlet'e herşeye rağmen güveniriz - samimiyetle: Allah zevalini göstermesin; O'nsuz ne günümüz var! - ve fakat aynı zamanda O'ndan korkarız dedimdi ya; işte korkumuzun bir sebebi de budur: Çok iyi biliyoruz ki, Devlet (gücünü elinde tutanlar), şayet bizlerin kendisinden fellik-fellik kaçırdığı bu "Gizli Türkiye"nin şifresini bir çözecek olursa orayı anında bitirir; işte Biz o zaman yanarız dostlar!
***
Bu "Gizli Türkiye" meselesini ayrıca ele almak isterim; ama şimdilik şu kadarını söylememe izin verilmesini rica edeceğim: Türkiye, Devlet, "Gizli Türkiye"nin şifresini çözdüğü, oraya giden gizli geçitleri keşfedip mahremiyetimize, asıl Türkiye'mize girdiği, yani Biz Türkler'in asıl hayat damarını keşfettiği (ve kuruttuğu) anda patlar.
NOT: Aksiyon'un 348 numaralı sayısında yayınlanması gereken bu yazı, sehven yayınlanmadığı için 349 numaralı sayıda yayınlanmıştır.
|