Öncelikle, AB ve geleceği hakkındaki en genel ve kapsayıcı iki terimden söz etmeliyim: "Avrupa Birleşik Devletleri" (ABD; United States of Europe: USE) ve "Birleşik Devletler Avrupası" (BDA; United Europe of States: UES). BDA'cılar, AB'nin nihai safhasının, ulus-devletlerden oluşmuş siyasi bir birlik olması gerektiği fikrini müdafaa ederken, ABD'ciler ise, tam aksine, AB'nin, hal-i hazırda mevcut olan ulus-devletleri potasında eritecek olan çok daha geniş çaplı ve çok daha kapsamlı bir siyasi birlik, bir "uluslar-üstü devlet" olması gerektiği fikrindedirler. J. Chirac tarafından ortaya atılan "BDA" tezi, tarihi olarak ikincisine göre daha gençtir ve esas olarak da, ikinci tezi daha ısrarla müdafaa eden Almanya'ya karşı geliştirilmiş tepkici (reaktif) bir tezdir. ABD tezi ise, hem tarihi derinliği ve hem de felsefi altyapısı bakımından birincisine göre çok daha bariz üstünlüklere sahip olduğu gibi AB'nin gelişme süreci bakımından da daha baskın bir konumda olan bir aktif tezdir. Esasen, AB'yi yaratan da bu tezdir. Temelleri çok eskilere kadar uzanan; Hristiyanlık, Eski Yunan ve Roma gelenekleri ve mirası olarak özetlenebilecek üç ana unsur üzerine müesses "Ortak Avrupalılık Değerleri ve Kimliği" üzerine bina edilmesi düşünülen "Avrupa Birliği İdeali", bin yıldan eski bir zamandan beri diri tutulan ve tümenler mesabesindeki düşünürün adeta nakış-nakış işlediği son derece sofistike bir fikirdir ve özeti şudur:
Bu kıt'a - Churchill'in ifadesiyle, "Hristiyan ahlakının ve Hristiyan imanının çeşmesi olan asil kıt'a" - evlatları arasında asırlarca süren ve bilhassa Ulus-Devletler çağında daha da şiddetlenen ve hemen hemen hiçbirisinin de diğerine karşı tam bir başarı kazanamadığı yıpratıcı harplerle maddi ve manevi kaynaklarını heder etmiş ve hassaten II. Harp'ten sonra adeta acınacak bir sefalete duçar olmuş, prestiji yok olma raddelerine gelmiştir. Kıt'anın bu bölünmüşlük durumu devam ettiği müddetçe vazıyetin daha iyiye gitmesi mümkün değildir: Hiçbir Avrupa devleti, Eski'yi tek başına geri getiremez. Avrupa'nın Roma gibi münkariz olmaması ve kırılan gücünün, kaybolan haşmetinin ve çiğnenen onurunun ihya edilebilmesi gibi en büyük mes'elenin nasıl halledileceği üzerinde ayrıca düşünmeye hacet yoktur: Yukarıda zikrettiğimiz Avrupa'nın aksakallılarının yazıp-çizdikleri önümüzdedir; buna göre, tek çare, her bakımdan kompakt bir hale gelmiş, "büyük ve birleşik bir Avrupa" inşa etmektir.
Bütün bu saydıklarımızın salt mücerret zihni egzersizler olmaktan çıkarak müşahhas bir siyasi projeye dönüşmesi de Churchill'in 1946'daki meşhur Zürih konuşmasında açıkça "bir nevi' Avrupa Birleşik Devletleri kurmak mecburiyetindeyiz" dediği ve Amerikan modelli bir federalist yapıyı öngördüğü tarihi konuşması ile start almış; bundan sadece üç ay sonra kurulan ve faaliyete geçen "Avrupalı Federalister"in teşebbüsleri ile devam etmiş; Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile başlayan ekonomik birliktelik ile kuvveden fiile dönüşmeye başlayarak, Ortak-Pazar, Avrupa Topluluğu (AT), Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) gibi ara safhalardan geçerek, nihayet 1 Kasım 1993'de Topluluk, ismini "AB"ye tahvil etmiştir.
Bu durumda, AB'nin ilerleyecek süreçte, bir ortak savunma veya ticaret paktı gibi, üye ülkelerin bağımsızlıklarını koruyarak katılabileceği "milletler-arası" (inter-national) bir kuruluş değil; gerçek anlamda yeni ve farklı bir "devlet"e, bir "milletler-üstü (supra-national) devlet"e, bazılarının kullandığı terimle bir "süper devlet"e, bir federal devletler topluluğuna dönüşeceğini anlamak zor olmadığı gibi ne bir sırdır, ne de şahsi bir yorum. Bu konu, burada sayamayacağımız ve adeta sonsuz denecek kadar bol miktarda akademik yayınlarda, siyasi beyanat ve konuşmalarda, tartışmalarda zaten çok net ve berrak bir şekilde ifade edilmektedir. Tabiatiyle, tarihte bir örneği bulunmayan bu yeni devlet tasarımının üzerine oturtulacağı toplumun kimliği de ihmal edilmiş değildir: "Avrupalılık". Bu durumda, AB, nihai safhasında, tasfiye edilecek "eski ulus-devletler"in yerine, çapı-çeperi çok genişlemiş yeni bir ulus-devlet, bir "hiper ulus-devlet" (hyper nation-state) şeklini alacaktır.
İmdi; görülmekte olduğu gibi, asıl Avrupa Birliği projesi, BDA değil ABD olmaktadır ve esasen hal-i hazırdaki gelişmeler de, diğer tezin aksine, bu yöndedir. Filhakika, BDA'cıların fikir ve beyanlarına dikkat edilecek olursa, aksi iddalarına rağmen, savundukları fikirlerin detaylarının ve dahi pratik tatbikatın ve gelişen sürecin kendilerini tekzib ettiği görülebilir. Çok kısaca söylendikte, AB'deki gelişmeler, her adımda, üye ulus-devletlerin bağımszılık niteliklerini kemirmekte, AB'yi ulus-devletler üstü bir konuma doğru tırmandırmaktadır.
Nitekim: AB'nin artık bir "başşehri", bir "parlamentosu", bir "bayrağı", bir "parası", bir "ordusu", dünyanın diğer ülkelerinde "büyükelçi" sıfatı taşıyan temsilcileri vardır. Şimdiye kadar, bağımsız devletlerden oluşan hiçbir uluslararası kuruluşta bulunmayan bütün bu müesseseler ancak bir tek şeye delalet etmekte olabilir: Bağımsız bir devlete! İşte gerçek AB budur: Bağımsız ulus-devletleri potasında eriterek ortaya çıkacak olan yeni bir devlet: "Avrupa Birleşik Devletleri". Bu da, AB'nin BDA değil ABD doğrultusunda geliştiğinin en açık kanıtlarından birisidir. Kaldı ki, bu müstakbel "supra nasyonal" süper devletin bütün oluşum safahatında, BDA'cıların payı en az ötekiler kadardır; hatta Para Birliği'ni en yüksek hararetle destekleyen de, DM'nin nüfuzunu kırabilmek gibi bir fikirden yola çıkan ve fakat kendi fikrine zarar veren Chirac'ın kendisidir.
İmdi; böylesi bir supra nasyonal, hiper ulus-devlet bünyesine katılan ve katılmak isteyen, bugün parasını ortak-para (Euro) ile değiştiren her devlet; yarınlarda bayrağını ve diğer bütün bağımsızlık sembol ve kurumlarını da zaman içerisinde tasfiye edeceğini, "bağımsızlık" gibi bir lüksü terketmek zorunda kalacağını çok iyi bilmektedir; bilmelidir de.
Ama bütün bunları herkesten daha iyi bilmesi ve anlaması gereken, Türkiye'dir. Çünkü, AB üyesi her ülke gibi, bir AB üyesi olacak olan Türkiye de bağımsız bir devlet olarak varlığını bitirmek, kendi kendisini tasfiye etmek mecburiyetinde kalacaktır.
Diğerlerine bir sözüm yok ve olamaz; ama hala "bağımsızlık"ın değerine inananlar varsa onlara ve bizzat Devlet eliyle Devlet'i tasfiye eden Devlet Yönetimi'ne duyurulur!
|