ANASAYFA BİYOGRAFİ KİTAPLAR YAZILAR BİLDİRİLER RÖPORTAJLAR KÜTÜPHANE İLETİŞİM
        Detaylı Arama

Facebook'ta Paylaş

Siyâsetsiz Bir 'Analiz': Bilim ve Hakîkat-I
Durmuş Hocaoğlu

Aksiyon Dergisi / Sayı: 272, 19.02.2000-25.05.2000
"Ben, "çırılçıplak bu dünyaya fırlatılmış olan İnsan", kime ve neye güveneyim de, "İşte! Eşya'nın hakikî bilgisi, onun da ötesinde tüm hakikat; o, hiç değişmeyen ve değişmeyecek olan ezelî ve ebedî hakikat budur!" diyeyim?"
 
 
19ncu asırdan devredilmiş bulunan ve tortusu bütün zihnimizi kaplamaya devam eden Pozitivist kalıntının kötü bir faturası olarak Bilim'i mistik ve kutsal birşey, Hakîkat'i bulan yetkin bir araç telâkkî edenler, Teori'nin bir açıklama ve/ya öngörme modeli olduğunu unutup Hakîkat'in kendisi sananlar ve bunu total, hattâ totaliter ve otoriter bir ideoloji olarak dayatmak isteyenler maalesef hâlâ ülkemizde çoğunlukta. Halbuki her teori bir olguyu açıklamak ya da öngörmek için kurulmuş bir model, bir senaryodur ve hiçbir teorinin yıkılmazlık ve kesin doğruluk diye bir garantisi yoktur. Bir teori ne kadar mükemmel bir iç ve dış tutarlılığa sahip olursa olsun, böyle bir âkıbete dûçâr olması dâimâ mümkün ve muhtemel ve hattâ mahkûmdur. Yâni: Bilim elbette "bir kîl ü kaal" değildir; ama, son tahlilde, Hakîkat'e ulaştırmaz. Lâkin bütün bunları bir ortodoks pozitiviste anlatmak ümîdi de hemen-hemen hiç yoktur.
 
Burada ne Popper, Feyerabend, Lakatos, Kuhn ...ilââhir.. gibi bilim filozoflarından söz edeceğim ve ne de Bilim'in felsefesini bizzat Bilim'in içinden yapan Einstein, Schrödinger, Heisenberg... ilââhir... gibi filozof-âlimlerden; onların yeri Bilim Felsefesi dersi; üstelik mekân da avuç içinden daha dar - ve dahi sayfa editörünün tansiyonunu da her defasında yükseltmenin âlemi yok. O sebeple, kısa ve özlü birkaç kelâm ile ifâde-i merâm ve kifâf-ı nefs etmeye çalışacağım. 
 
***
 
Evet; her teori bir senaryodur ve hiçbir teori yıkılmaz değildir. Bir adım daha atarak şunu da söyleyelim: "Yıkılmazlık", yâni "kesin doğru olmak" iddiasındaki hiçbir önerme, hiçbir teori bilimsel olamaz; Einstein'ca söylersek: Bilimsel olan kesin doğru olamaz, kesin doğru olan bilimsel olamaz.
 
Zîra, bu kabîl (Dış-Dünya'ya müteallık) teorilerin sağlamlığı, nihâyetinde, Akıl ve Duyular'ın karşılıklı ilişkilerinin bir sonucudur. Duyuların yanılmasını Akıl ile, Aklın yanılmasını da Duyular ile kontrol ve tashîh etme imkânına sahibiz. Pekâlâ; ama bu noktada, Gazzâlî'ce sorarsak, ya her ikisi birden yanılmakta ise, o zaman hangi bilgi kaynağı ile bunların yanılmasının kontrol ve tashîhi yapılabilecektir? Yâni: Gerek duyularımızın ve gerekse de aklımızın bizi 'ara-sıra' yanılttığını biliyoruz; 'ara-sıra' yanılttıklarına göre, 'devamlı' yanıltmadıklarından nasıl emîn olabiliriz? Yâhut da, 'aklımızın doğruyu bulma' gibi bir özeliği bulunduğunu bize kim söylüyor? Yine aklımız. Kim der ki "ayranım ekşi?". "Seni ara-sıra yanıltsam da benim netîcede doğruyu bulma özelliğim vardır" diye kendini takdîm eden Akıl'a ben, hangi garanti ile güvenebilirim? Bunun kesin bir garantisi var mıdır?
 
Bunun hiçbir kesin bir garantisi yoktur ve olamaz. Akıl'a güvenmemiz bir aksiyom'dur; bir zarûrettir. Evet, O'na güvenmeliyiz, ama bu güven, sonsuz ve sınırsız bir güven olmamalıdır; aksi takdirde Akıl'ı tanrılaştırmış oluruz. O zaman da, Akıl'ın "Eşya'nın Hakîkati"ni, yâni, "şeyler"i, 'oldukları gibi' bilebileceğini iddia etmiş oluruz ki bu ise muhâldir.
 
Şeyler'i oldukları gibi bilebilse idik, bunun bugüne kadar tahakkuk etmesi îcap ederdi. Hâlbuki tam aksi vârid olmuştur. Esâsen, bugüne kadar kurulmuş olan bilimsel teorilerin, paradigmaların, sistemlerin uğramış olduğu âkıbetler göstermektedir ki, Beşer Bilgisi'nin böyle bir gücü olsaydı, bu teorilerin, paradigmaların, sistemlerin hiçbirisi yıkılmamalıydı; aksine, öyle olmalıydı ki, hiçbir ilmî iddia, önerme, sistem, bir diğerini yalanlamamalı, tekzip etmemeli, çelişmemeli, takviye etmeli, desteklemeliydi. Ama, bu gerçekleşmemiştir.   
 
Söz gelimi, Fizik biliminin emeklemekte olduğu Eski ve Ortaçağ'da, yıldızların ve bütün Evren'in, Dünya'nın etrafında döndüğünü iddia etmek hiç de gülünç veya tutarsız değildir. Hiçbirimiz ne Aristo'dan ve ne de Batlamyus'dan daha akıllı ve zekîyiz. Kadîm bir astronomun gözlemleri onu böyle bir sonuca götürebilir: Kâinat, Arz'ın etrafında dönmektedir! Çünkü, fenomenal bilgi bize bunu vermektedir; bu da aklımızca uygun görülüyor ve diyoruz ki, öyleyse, bu fenomenlerin arkasındaki hakîkat budur: Geo-Santrik bir Evren! Sonra bilgi birikiminin artmasıyla Keppler ve Newton gibileri geliyor; fenomenal bilgimiz daha da genişliyor, Saf Akıl'ın muhteşem ürünü Matematik daha da gelişiyor ve bu model yıkılıyor ve diyoruz ki, "Eyvah! Demek ki insanlık ikibin yıl boyunca bir hayâli hakîkat sanarak aldandı. Ama, çok şükür, şimdi Hakîkat'i bulmuş bulunuyoruz"...
 
Ama heyhat! Biz tam da Ebedî Hakîkat'ı bulduğumuzu sanırken, Modern Fizik ortaya çıkıyor ve Newton, kurulmuş olduğu o görkemli tahtından al-aşağı ediliyor. Yeni üstadlar, edinilen yeni fenomenlere ve daha da ilerlemiş saf aklî ilimlere dayanarak hakîkat dünyamızı bir daha ve temellerine kadar yıkmışlar ve yeniden kurmaya girişmişlerdir.
 
Şu halde, bugünkü, en son gibi sıfatlarla ta'zîz, teâlî ve hattâ takdîs edilip mistikleştirilerek takdîm edilen bilimsel açıklama modellerinin de birgün hatâlı ve hattâ yanlış etiketi vurularak iptâl ve terk edilmeyeceklerini, tedâvülden kaldırılmayacaklarını, kim ve nasıl garanti edebilecektir?... Şüphesiz, hiçkimse!
 
Öyleyse, şunu da soralım: Bunun sonu nereye varır?
 
İnsan Aklı ile kurulan en sağlam, en mûteber, en 'yıkılmaz' bilimsel teoriler kâğıttan bir kule gibi devrilebildiğine göre, Ben, "çırılçıplak bu dünyaya fırlatılmış olan İnsan", kime ve neye güveneyim de, "İşte! Eşya'nın hakikî bilgisi, onun da ötesinde tüm hakikat; o, hiç değişmeyen ve değişmeyecek olan ezelî ve ebedî hakikat budur!" diyeyim?
 
Kant'ın dediği gibi:
 
"... ben diyorum ki, şeyler bizim dışımızda bulunan duyu nesneleri olarak bize verilirler; ne var ki onların kendi başlarına ne oldukları konusunda bilgi sâhibi değiliz, sâdece görünüşlerini bilebiliriz."
 
...ondan altı asır önce Sadreddin-i Konevî de aynı şeyi bildiriyordu:
 
"... Biz nesnelerin ancak sıfat ve arazlarını... bilebiliriz. Nesneleri, mücerret hakîkatleri bakımından bilemeyiz."          
 
***
     
 Haftaya siyâsetsiz bilim analizine devam edelim.
BU DİZİDEKİ YAZILAR
Siyâsetsiz Bir 'Analiz': Bilim ve Hakîkat-I
Siyâsetsiz Bir 'Analiz': Bilim ve Hakîkat-II
Siyâsetsiz Bir 'Analiz': Bilim, Felsefe ve Hakîkat-I
Siyâsetsiz Bir 'Analiz': Bilim, Felsefe ve Hakîkat-II
Siyâsetsiz Bir 'Analiz': Bilim, Felsefe ve Hakîkat-III




Copyright ©2006-2024, Durmuş Hocaoğlu

Sitede yayınlanmakta olan yazılar kaynak göstermek şartıyla kullanılabilir.

Anasayfa  |  Biyografi  |  Kitaplar  |  Yazılar
Bildiriler  |  Röportajlar  |  İletişim